Tıp dünyasının nöroloji departmanları, insan hafızasının kapasitesini her ölçmeye çalıştığında farklı sonuçlara ulaşabiliyor. Çünkü insan hafızası standartları olan bir yapıya sahip değil. İnsanoğlu hafızasıyla inanılmaz şeyler başararak bilişsel becerileri ile şaşırtıcı sonuçlar ortaya koyabiliyor ve bunun bir standardı, bir sınırı da yok. Peki, en son araştırmalar neyi işaret ediyor? Hafızamız bir sabit disk olsaydı kaç Gigabayt olurdu?
24 yaşındaki üniversite öğrencisi Çinli Çao Lu, 2005 yılında pi sayısının 67.980 rakamını da ezberleyerek dünya rekoru kırmıştı. Öte yandan çoğumuz dün ne yediğimizi bile hatırlamakta güçlük çekebiliyoruz. Hafıza bu kadar değişken olduğu için kapasitesi hiç de belirlenebilir bir şeymiş gibi durmuyor.
Bazı hafızalar isimlerden, tarihlere, en ince detaylı karmaşık görsel bilgilere kadar her şeyi akılda tutabilirken, rakamları önemsemiyor. Öte yandan Amerika’da yaşayan 10 yaşındaki Orlando Serrell isimli bir çocuk, sayısız araba plakası ezberleyebiliyor, bu plakaların hangi marka arabalara ait olduğunu hatırlıyor ve onlarca yıl öncesine ait bir tarihin hangi güne denk düştüğünü hesaplayabiliyor. Yani hem görsel hem de matematiksel hafızasını olağanüstü bir şekilde birbiriyle eşleştirebiliyor. Bu vakaya tekrar döneceğiz.
Bütün bu örnekler o kadar çeşitlendirilebilir ki, insan hafızasının gerçek kapasitesine dair bulgular çıkarmak için binlerce denek ve yıllarca çalışma yapmak gerekebilir. Ancak nörologlarda tam bunu yapıyorlar zaten.
TABULA RASA
TABULA RASA
Lost dizisini ‘anımsayanlar’ Tabula Rasa adında bir bölüm olduğunu hatırlarlar. Birinci sezonun 3’ncü bölümü olduğunu ben buradan hatırlatayım. Aslında Tabula Rasa bir 15.inci yüzyıl filozof ve düşünürü olan John Lock’a ait bir tanım. John Locke'a göre insan zihni doğuştan boş bir levha gibi (tabula rasa), daha sonra bu zihin deneyimle birlikte doluyor. İşte bu noktada belleğimizin hangi yönde nasıl bir yeteneğe, öğrenme ve depolama sistemine sahip olacağı da belirlenmiş oluyoruz istemsiz olarak. Elbette felsefe dünyası John Locke’un bu teorisine zaman içinde karşı çıktı. Hemen bir yüzyıl sonra filozof David Hume bu nedenselliğe karşı çıkarak; nesleler ve bilgi arasında kurduğumuz zamansal ve uzamsal ilişkilerin, onların kendilerinde bulunan özelliklerinden kaynaklanmadığını, bizim deneyimsel alışkanlıklarımızla ilgili olduğunu ortaya attı. Yani nasıl deneyimliyorsak öyle öğreniyorduk.
Her iki teorem de bugün hala geçerli. Ne olursa olsun boş zihnimiz, seçkilerimiz doğrultusunda kendini geliştiriyor. İlgi alanlarımız karakterimizi, kişiliğimizi ve belleğimizin nasıl çalışacağını belirliyor. Bir hayvanı sevmeyi, resim yapmayı, yazı yazmayı öğrenirken algılarımız bunu yaşamsal bir önem sırasına koyuyor ve ilgi alanlarımızı inşa etmemize yardımcı oluyor.
Bilimsel çalışmalar, felsefi teorilerin aksine; hafıza kapasitemizin beynin fizyolojik yapısına bağlı olduğunu iddia ediyor. Nörologlar, beynimizin 100 milyar sinir hücresinden (nöron) oluştuğunu ve bunlardan sadece bir milyarının uzun dönem bellek kapasitesinde rol oynadığını söylüyorlar. Nörolojide bunlara piramidal hücreler adı veriliyor.
Basit bir hesapla bir nöronun bir birim hafızaya denk düştüğünü varsayarsak, şimdiye kadar bellek kapasitemizin tümüyle dolmuş olması gerekirdi. Psikoloji profesörü Paul Reber, beyindeki nöron sayısı kadar hafızamız olduğunu kabul edecek olursak bunun hiç de büyük bir kapasite olmayacağını ve hemen dolacağını Sceintific American dergisindeki bir makalesinde açıkça ifade ediyor.
Bundan dolayı araştırmacılar hafızanın aslına nöronlar arasındaki bağlantılarda oluştuğunu savunuyorlar. Her nörondan çıkan ağ şeklindeki bağlantılar binlerce başka sinir hücresine ulaşıyorlar ve bu şekilde hafıza kapasitesi genişleyerek büyük bir artış gösterebiliyor. Bu da Gigabaytlarca alana denk düşüyor.
O halde olağanüstü hafıza kapasitesi olan insanların beyinleri daha fazla Gigabayta mı sahip? Hayır, pi sayısını ezberleyen Lu gibi insanlar son derece normal insanlar. Sadece seçili bilgileri hatırlama konusunda beyinlerini daha farklı eğitiyor ve Tabula Rasa’larını farklı dolduruyorlar.
iNSAN BEYNİNİN BELLEK KAPASİTESİ
iNSAN BEYNİNİN BELLEK KAPASİTESİ
Beynimizde bulunan 100 milyon nörondan az önce bahsettik. Nörologlar hafıza kapasitesinin bu yüz milyon nöronla sınırlı olmadığını, her bir nöronun bin kadar farklı nöronla ilintili olduğunu da keşfettiler. Bu da trilyonlarca bağlantı anlamına geliyor.
Normal şartlarda 100 milyon nöron, standart bir iPod belleği kadar bir depolama alanına denk düşüyor. Ancak nöron bağlantıları sayesinde bunun trilyon kere artması, durumu bambaşka bir hale getiriyor. Bu hızlı bellek artırımı, beynimizin yaklaşık 2.5 petabayt yani bir milyon gigabayt kapasiteye sahip olduğunu işaret ediyor. Tabi bu matematiksel ve kağıt üzerinde alınan bir sonuç. Ama şöyle bir bakalım 2.5 petabayt ile insan beyni neler yapabiliyor.
2.5 petabayta 3 milyon saatlik film depolayabiliyoruz ve 300 yıllık TV programı kaydedebiliyorz. Bu biraz fikir vermiş olabilir. Ancak nörologlar bizim ‘unutmak’ olarak adlandırdığımız durumu, tıpkı bir sabit sürücü gibi çalışan beynimizde gereksiz bilgilerin ya da gereksiz olduğunu düşündüğümüz bilgilerin boşaltılarak üzerine yeni bilgiler yazılması olarak açıklıyorlar. Bu durumdan dolayı beynimizin kapasitesi hiç bitmiyor ve ‘beynim attık almıyor’ terimi de bir terim olmaktan öteye geçmiyor. Çünkü bu hiç gerçekleşmiyor.
BEYNİMİZİN İNDİRME ve YAZMA HIZI
BEYNİMİZİN İNDİRME ve YAZMA HIZI
Otomobillerin plakalarını ve tarihleri ezbere bilen ve bunları görsel imgelerle eşleştirebilen Serrel örneğine geri dönmek istiyorum. Nörologlar bu şekilde sayısız bilgiyi hatırlamada beynin hangi bölgesinin işlev gördüğünü bulmaya çalıştı. Sol kulağın üzerindeki ön şakak lobu buna en güzel adaydı. Otizmde ve üstün zekalılık sendromunda, sonradan ortaya çıkan sanatsal becerilere sahip insanlarda bu bölgenin işlevlerinin tamamen durduğunu hiç çalışmadığını keşfettiler. İşte önemli nokta burada, çünkü Serrel çocukken geçirdiği bir kaza sonucu beyninin bu bölgesini kullanamıyordu.
Bu durum PC’de internetten bir şey indirmeyi hızlandırmak için bazı tarayıcı sekmelerinin ve geride çalışan belli programların tamamen kapatılması gibi örneklendirilebilir. Beyin de öğrenmek istediklerini hızla indirip yazabilmek için belli bölgelerde işlevsel noktaları tamamen kapatıyor. Böylelikle ilgi ve algıda seçicilik öne çıkarak, çabuk öğrenip hafızaya yazma kolaylaşıyor ve hızlanıyor. Nörologlar araştırmalarda kendilerine gönüllü olarak yardımcı olan deneklerin beyinlerde bu bölgedeki nöral aktiviteyi geçici olarak engellediklerinde çizim, sayma ve yanlışları bulma becerilerinde artış kaydettiler. Bazı araştırmacılara göre bu hiç de etik bir durum değildi. Çünkü beyin tamamen yapay olarak uyarılıyordu.
Aslında bu durum tamamen başka bir makale konusu olabilir. Uyarılan beyinlerin nasıl çalıştığı ile alakalı tonlarca araştırma ve gelişme mevcut.
Her neyse, nörologlar tüm bu çalışmaların ışığında şu sonuca vardılar; insan hafızasının sınırı bilgisayarın sabit disk kapasitesiyle değil, veri indirme hızıyla doğrudan ilintiliydi. Esas sorun beynin dolması değil; ona gelen bilgi hızının hafıza sisteminin kaydetme hızından çok daha fazla olmasından kaynaklanıyordu. Bundan dolayı bu hızı artırmak ya da yavaşlatmak adına beynin bazı bölümlerinin kapatılıp açılabildiğini de keşfettiler. Bunu beynin kendisinin ayarladığı durumları gözlemlediler.
Bu durum PC’de internetten bir şey indirmeyi hızlandırmak için bazı tarayıcı sekmelerinin ve geride çalışan belli programların tamamen kapatılması gibi örneklendirilebilir. Beyin de öğrenmek istediklerini hızla indirip yazabilmek için belli bölgelerde işlevsel noktaları tamamen kapatıyor. Böylelikle ilgi ve algıda seçicilik öne çıkarak, çabuk öğrenip hafızaya yazma kolaylaşıyor ve hızlanıyor. Nörologlar araştırmalarda kendilerine gönüllü olarak yardımcı olan deneklerin beyinlerde bu bölgedeki nöral aktiviteyi geçici olarak engellediklerinde çizim, sayma ve yanlışları bulma becerilerinde artış kaydettiler. Bazı araştırmacılara göre bu hiç de etik bir durum değildi. Çünkü beyin tamamen yapay olarak uyarılıyordu.
Aslında bu durum tamamen başka bir makale konusu olabilir. Uyarılan beyinlerin nasıl çalıştığı ile alakalı tonlarca araştırma ve gelişme mevcut.
Her neyse, nörologlar tüm bu çalışmaların ışığında şu sonuca vardılar; insan hafızasının sınırı bilgisayarın sabit disk kapasitesiyle değil, veri indirme hızıyla doğrudan ilintiliydi. Esas sorun beynin dolması değil; ona gelen bilgi hızının hafıza sisteminin kaydetme hızından çok daha fazla olmasından kaynaklanıyordu. Bundan dolayı bu hızı artırmak ya da yavaşlatmak adına beynin bazı bölümlerinin kapatılıp açılabildiğini de keşfettiler. Bunu beynin kendisinin ayarladığı durumları gözlemlediler.
Beyin ilgi odaklı olarak seçici davranabiliyor ve indirme – belleğe yazma işlevini neyi kapatıp, açarak yapabileceğini seçebiliyordu. Bu noktada gereksiz olduğunu bildiği bilgileri yok ederek üzerine yazmaktan da çekinmiyordu. Böylelikle kendine sonsuz bir depolama alanı da yaratabiyordu.
SONUÇ
Beynimizin sınırları matematiksel ölçümler yapılarak ne kadar bellek kapasitesi olduğuna dair kesin sonuçlar değil sadece fikirler verebiliyor. Çalışma sistemi asla bir SSD ya da HDD gibi olmadığından her araştırma bizi daha derin ve karmaşık bulgulara götürüyor. Ama yine de nörologlar araştırmalarından vaz geçmiş değil.