Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “Aşama aşama enflasyonu tek haneli rakamlara düşüreceğiz, gelecek senenin ortalarından itibaren belirgin bir şekilde enflasyondaki düşüşü göreceğiz hep birlikte” dedi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, TBMM Genel Kurulunda, 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nin tümü üzerinde milletvekillerinin soru ve eleştirilerini yanıtladı. Geçen dönem Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı olduğunu bütçe görüşmelerinde yine bulunduğunu hatırlatarak, “En çok duyduğumuz söz ‘Bu bütçe elveda bütçesi olacak.’ sözüydü hatırlarsanız, Meclisimizin bir kısmı değişti ama burada geçen yıl da görev yapan arkadaşlarımız da var veya ekranlardan izlemişlerdir. ‘Bu bütçe son bütçenizdir.’ sözünü çok duyduk, ‘Elveda bütçesidir.’ Hatta, ‘Bu bütçeyi tartışmamıza gerek yok, zaten biz geleceğiz, yenisini yapacağız; ne gerek var tartışmaya?’ şeklinde değerlendirmeler olmuştu, hatırlıyorsunuz değil mi? Elveda bütçesi olmadı. Bu değerlendirmelere en güzel cevabı milletimiz sandıkta demokratik bir şekilde verdi. Elveda değil, yeniden merhaba bütçesiyle karşınızdayız. Son sözü millet söyler. Milletimiz son sözünü, demokratik olgunluk içinde sandıkta söyledi. Bugün gurur duyuyoruz gerçekten. Yirmi ikinci bütçemizi kesintisiz bir şekilde meclisimize getirmiş olduk. Bu bir siyasi harekete her zaman nasip olan bir hadise değil. Dünyada da örneği çok az görülen bir hadise. Siyasi istikrarın en güzel sembolü diye düşünüyorum ben. Dolayısıyla aziz milletimize yeni bütçe hazırlama yetkisini verdiği için bizlere tekrar şükranlarımı sunuyorum” diye konuştu.
Mayıs seçimleriyle birlikte siyasi belirsizliklerin ortadan kalktığını ve ekonominin adına son derece olumlu bir ortam oluştuğunu vurgulayan Yılmaz, “20 yıllık tecrübeden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Siyasi istikrarı olmadan, ekonomik istikrar ve sosyal refah olmuyor. Belirsizlikler ekonominin düşmanı. Özellikle uzun vadeli yatırımlar yapacaklar için siyasi belirsizliklerin ortadan kalkması gerekiyor. Mayıs ayında aziz milletimiz Cumhurbaşkanımıza olan güvenini bir kez daha yenilemiş, mecliste Cumhur İttifakı'na çok net bir çoğunluk vermiştir. Siyasi belirsizlikleri ortadan kaldırmıştır. Bu ekonomimiz adına da en sağlam zemindir. Siyasi istikrar ve güven pekişmiştir. Bunu hemen izleyen günlerde bazı konuşmacılar da ifade ettiler. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de sağladığı imkanlarla hızla hükümetimiz kurulmuş, görev dağılımı yapılmış ve yeni döneme ilişkin çalışmalar başlatılmıştır. Siyasi belirsizlikleri azalttığımız gibi, hazırladığımız kalkınma planıyla, orta vadeli programla, hükümet programıyla ve bütçeyle politika belirsizliklerini de ortadan kaldırdık. Ve öngörülebilirliği sağladık. Dolayısıyla siyasi belirsizliğin ve politika belirsizliklerinin ortadan kalktığı, öngörülebilirliğin sağlandığı bir ortamda yolumuza devam ediyoruz. Bütçemizi orta vadeli program çerçevesinde huzurunuza getirdik. Orta vadeli programı hazırlarken de bütün kesimlerle görüşmeler yaptık. Finans, tarım, sendikalardan işveren örgütlerine, toplumun bütün kesimleriyle görüştük, istişareler yaptık. Bütçe katılımcı hazırlandı mı diye sorular soruldu, ona cevaben söylüyorum. Evet, katılımcı hazırlandı. Bütçemize temel teşkil eden bütün bu dökümanlar kalkınma planında binlerce insanın katkısı alınarak, özel ihtisas komisyonlarıyla çalışmalar yapıldı. Bütçe bu politika dökümanlarının bir uzantısı olarak hazırlandı. Dolayısıyla sivil toplumdan, akademiye, bürokrasiye varıncaya kadar değişik kesimlerin görüşleri alınarak bütçe hazırlar” ifadelerini kullandı.
Bütçemizin temelini teşkil eden orta vadeli programda 4 tane temel amaç belirlediklerini vurgulayan Yılmaz, “3 tane de temel aracımız var. Bunları gerçekleştirmek üzere. Birincisi depremin yaralarını sarmak. Değerli arkadaşlar depremin ilk aşamalarının yaraları hızla sarıldı. İhtiyaçlar giderildi, vatandaşımız sahipsiz bırakılmadı. Geçici, barınma imkanları sağlandı, destekler sağlandı. Ama asıl yük, kalıcı hizmetlerin sunulması, ilk başlarken konuşmada da söylemiştim. 104 milyar dolarlık bir yükten bahsediyoruz. Bu yıl yedi yüz altmış iki milyar TL gelecek yıl bir trilyon yirmi sekiz milyar TL. Üç, dört yıllık süreçte üç trilyon liranın üzerinde bir kaynağı depremin yaralarını sarmak ve yeni karşı riskleri azaltmak için kullanacağız. İşte bunun sonucudur ki bu gelecek yıl bütçe açığımız normal seyrinden daha yüksek bir seviyededir. Yalnız şu noktaların altını çizmek isterim. Bu geçici durumu esas alarak bütçemiz bozuldu şeklinde teknik olarak çok doğru bulmuyorum. Yapısal açık dediğimiz bir şey var bütçe. Sürekli tekrarlanan, her yıl tekrarlanan vergi harcama kalemleri başlatırsanız, bütçeden yapısal bir bozulmaya yol açarsınız. Bu tamam. Ama deprem böyle değil tek seferlik harcama veya birkaç yıllık harcama dolayısıyla yapısal bir bozulmaya yol açmıyor. Dönemsel bir artışa yol açıyor. İkinci vurgulamak istediğim şu deprem harcamalarıyla ilgili olarak depremle ilgili yaptığımız harcamalar yatırım niteliğinde harcamalardır. Sonuçta bütün bu harcamalar ülkemizin şehirlerimizin direncini arttıran geleceğe ülkemizi daha iyi hazırlamaya vesile olan harcamalardır nitelikli harcamalardır. Geçici olarak bütçemizde artış getiriyor olabilirler. Ama gelecekte çok daha büyük maliyetler ödememize engel olucu nitelikte harcamalar. Bütün bu yönleriyle deprem harcamalarının geçişi etkisini değerlendirmek gerekir. İkinci amacımız, birincisi depremin yaralarını sarmak ve Türkiye'yi risklere hazırlamak. İkinci amacımız fiyat istikrarını sağlamak. Türkiye ekonomide, reel ekonomide çok başarılı oldu. Rakamlarla da bunu ortaya koyuyor. Yirmi yıllık sürece baktığınızda Türkiye yirmi yılda yıllık ortalama 5,4 dört büyümüş. Dünya 3,6 büyümüş. Dünyanın bir noktada sekiz her yıl üzerinde bir büyüme performansımız olmuş. Özellikle son yıllarda bunu arttırmışız. Son 3 yılda dünya bileşik olarak yüzde yedi büyürken Türkiye yüzde yirmi büyümüş. Turizm gelirlerimiz bu yıl elli beş milyar dolara çıkıyor. İhracatımız iki yüz elli beş milyar dolarlara gelmiş. Sanayi üretimimiz artmış reel tarafta gerçekten güçlüyüz. Finansal tarafta enflasyonda bir sorunumuz var bunu da görüyoruz. Vatandaşımızın da yaşadığını görüyoruz. İşte şimdi bunu önceliklendirmiş durumdayız. Reel ekonomideki bu başarılarımızla birlikte fiyat istikrarını da sağlamaya dönük makro ekonomik politika güncellemeler yaptık” dedi.
AK Parti'nin, hükümetlerimizin son dönemde tabii Cumhurbaşkanlığı sistemi, Cumhur İttifakı temel ilkeleri değişmeyeceğini ifade eden Yılmaz, “İlkeler, değerler değişmez. Ama dönemine göre politikalar güncellenir, araçlar güncellenir. Dünyanın şartlarına göre birtakım revizyonlar, birtakım uyarlamalar yapılır. Geçmişte yaptık gelecekte de yapıyoruz. Dünyanın şartlarına, Türkiye'nin şartlarına bakarak o günün ihtiyacına göre politikalar bizi elbette güncelleyeceğiz. Bizi statik, değişmeyen hiçbir şeye dokunmayan bir parti olarak görüyorsanız çok yanlış. AK Parti değişimci bir partidir, yeri geldiğinde de politikalarını güncelleyen bir partidir. Ama bir taraftan da temel değerleri değişmez. Temel doğrultusu, temel hedefleri değişmez. Temel istikameti değişmez. Bu ikisinin bir arada sürdürmektir aslın olan. Bunu ekonomide yaptığımız gibi güvenlik politikalarımızla da yapıyoruz. Sosyal politikalarımızda da yapıyoruz. Başka alanlarda da yapıyoruz” şeklinde konuştu.
“Dolayısıyla, aşama aşama enflasyonu tek haneli rakamlara düşüreceğiz, gelecek senenin ortalarından itibaren belirgin bir şekilde enflasyondaki düşüşü göreceğiz hep birlikte”
Eski arkadaşlarımız ile yeni arkadaşlarımızı karşı karşıya getirme çabalarınız da beyhude bir çaba olduğunu bu çabaya hiç girmemeleri konusunda uyarılarda bulunan Yılmaz, “İşte, bu çerçevede, makro politikalarımızda bir güncelleme yaptık, enflasyonu önceliklendirdik ve şu anda enflasyonla mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürüyoruz. Ha ‘Niye bir anda enflasyonu düşürmüyorsunuz?’ gibi bir soru gelebilir akla; birçok dengeyi eş zamanlı olarak düşünmek zorundayız; enflasyonu düşürürken büyümeyi, istihdamı ihmal edemeyiz, sosyal dengeleri, ihtiyaç içinde olan geniş kitlelerin taleplerini göz ardı edemeyiz. Bütün bu dengeler çerçevesinde enflasyonla mücadele ediyoruz, ‘Bir anda enflasyonu düşürelim.’ deseniz ne büyüme kalır ortada ne sosyal denge kalır ne çevresel denge kalır. Dolayısıyla, aşama aşama enflasyonu tek haneli rakamlara düşüreceğiz, gelecek senenin ortalarından itibaren belirgin bir şekilde enflasyondaki düşüşü göreceğiz hep birlikte. Geçen yaz aylarında yüksek enflasyonlarla karşılaştık, sebeplerini sabahki konuşmamda izah etmiştim. Normalde, yaz dönemi enflasyon düşük olur mevsimsel olarak, sonbahar döneminde biraz daha yükselir, bu sene tam tersini yaşıyoruz; yaz dönemi biraz daha yüksek oldu enflasyon, 9’lar civarında, bugün geldiğimiz noktada, sonbahar olduğu hâlde, mevsimsel koşullar aleyhte olduğu hâlde yüzde 3’leri biraz aşan enflasyon oranlarına geldik. Bu, izlediğimiz politikaların etkilerini görmeye başladığımızı gösteriyor. Aylık bazda etkilerini görüyoruz; yıllık bazda etkilerini de 2024’ün ortasından itibaren göreceğiz. Bunda da ‘baz etkisi’ dediğimiz bir şey var; bu yaz yaşadığımız o yüksek enflasyonu bir yıl boyunca enflasyon hesaplarında taşımak durumundayız ama gelecek yılın yaz döneminden itibaren o hesaplardan çıkmış olacak, yeni politikalarımızın etkisi daha net bir şekilde görülmüş olacak. 2024’ün ikinci yarısından itibaren başlayacağız, 2025’te çok daha düşük seviyelere, yüzde 15’ler civarına düşen bir enflasyon göreceğiz, 2026’da da yeniden tek haneli rakamlara ulaşacağız. Bu süreçte, az önce bahsettiğim gibi, temel ilkelerimiz, doğrultumuz değişmez. Nasıl ki 2023’te enflasyonu yüzde 6’lara, faizleri yüzde 4 küsurlara düşürmeyi başardıysak orta vadede enflasyonu da faizleri de inşallah tek haneli rakamlara düşüreceğiz. Ama bu bir süreç, bu sürecin her aşamasının kendine göre ihtiyaçları var, o ihtiyaçlar çerçevesinde yolumuza devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.
Üçüncü amaçlarının büyüme ve istihdam olduğunu kaydeden Yılmaz konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Türkiye kalkınmakta olan bir ülke. Gelişmiş ülkeler ile kalkınmış ülkeleri aynı kefeye koyamazsınız. Gelişmiş ülkeler sadece istikrara bakarlar ama kalkınan bir ülkeyseniz istikrarla birlikte büyüme, istihdam, üretim, bunlara da bakmak durumundasınız. Cumhurbaşkanımızın hep altını çizdiği dörtlü bir kavramsal çerçeve var: Yatırım, istihdam, üretim ve ihracat, cari açığı düşürerek büyüme. Dolayısıyla bu perspektifimizi de hiçbir zaman kaybetmiyoruz. İşte, büyüme rakamlarımız ortada; ilk dokuz ayda yüzde 4,7 büyümeyi başardık, gelecek yıl biraz daha ılımlı, yüzde 4 bir büyüme, sonra ivmesini artırarak 4,5; 5 şeklinde giden bir büyüme perspektifimiz var. Bunu da başaracağımıza inanıyoruz, gelen göstergeler bunu teyit eder nitelikte. ‘Büyüme ile enflasyonla mücadele aynı anda nasıl olur?’ diye soran arkadaşlarımız da var; dünyanın da sorusu bu, resesyona düşmeden enflasyonla mücadele etmek, sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın meselesi. Burada da biz şuna inanıyoruz: Birincisi, bizim büyüme hızımız zaten 5,4 gibi bir ortalamaya sahip, bir miktar bunun altında büyüyeceğiz, istikrar adına bu fedakârlığı yapacağız ama bir taraftan da büyümenin kompozisyonunu değiştiriyoruz; tüketim ağırlıklı bir büyümeden yatırım, üretim, ihracat ağırlıklı bir büyümeye doğru yöneliyoruz. Dolayısıyla, büyümenin bileşenleri değiştiği için enflasyona katkı sunan bir büyüme, cari açığa katkı sunan bir büyüme değil; enflasyonu da arz yönlü olarak olumlu etkileyen, ihracat kanalıyla cari açığı olumlu etkileyen bir büyüme perspektifiyle yolumuza devam edeceğiz.”
İstihdamı da çok önemli gördüklerini sadece ekonomik açıdan değil, sosyal açıdan da istihdam çok kıymet olduğunun altını çizen Yılmaz, “Gençlerin, kadınların istihdamı başta olmak üzere bu konulara, girişimciliğe, istihdama da her türlü desteği vermeye devam edeceğiz. Bir taraftan tüketimde daha ılımlı bir seyir izlerken diğer taraftan nitelikli yatırımları, istihdamı, üretimi, ihracatı desteklemeye devam edeceğiz. Dördüncü amacımız sosyal refah, kalıcı sosyal refah. Değerli arkadaşlar, enflasyonu düşürmeden, büyümeyi sürdürülebilir kılmadan kalıcı sosyal refahı da sağlayamazsınız. Kalıcı sosyal refahın zemini istikrardır; siyasi istikrardır, ekonomik istikrardır. Bununla birlikte, büyüyen ekonomi, büyüyen bütçe ve oradan da sosyal kesimlere sosyal adalet ilkesi çerçevesinde sağlanan destekler İşte, bunu nihai olarak başarmak üzere bütün politikalarımızı kurgulamış durumdayız; detaylarına çok inmek istemiyorum, vaktim kısıtlı. Bütün bu amaçlara ulaşmak için 3 tane politika alanımız var: Para politikaları, maliye politikaları ve yapısal reformlar. Her üçünde de detaylı bir şekilde izleyeceğimiz yol haritasını paylaşmış durumdayız ve onları birer birer hayata geçireceğiz” değerlendirmesinde bulundu.
İlk defa orta vadeli programın ekine yapısal reform takvimimizi de koymuş durumda olduğunu belirten Yılmaz, “Hangi alanda, hangi adımı atacağımızı, hangi çeyrekte bunu başaracağımızı ortaya koymuş durumdayız; kamuoyu da bizi yakından takip edebilir. Bütün bunları da koordineli bir şekilde sürdürüyoruz. Ekonomi Koordinasyon Kurulunda bütün taraflarla bir araya geliyoruz. Ekonomi, para politikasından sorumlu kesimler, maliye politikası, yapısal reformlar, kanun itibarıyla Meclisimizin de desteğiyle bütün bu çalışmaları sürdürüyoruz ve inşallah, Türkiye Yüzyılı’nda adım adım daha ileriye gideceğiz, istikrar içinde büyüyeceğiz, teknolojik seviyemizi yükselteceğiz, kurumlarımızı daha etkili, daha verimli işler hâle getireceğiz ve gençlerimiz için, insanımız için çok daha güzel bir geleceği, iyi bir geleceği hep birlikte hazırlayacağız” dedi.
Perspektiflerinin 2053 yılı olduğunu uzun vadeli bir perspektifle ilgili daha farklı şeyler de duymak istediğinin altını çizen Yılmaz, “Keşke bizi eleştirmek için kullandığınız vaktin -tabii ki eleştirin, demokrasi, tabii ki eleştireceksiniz- bir kısmını da ‘Siz ne düşünüyorsunuz?’ diye onları bir paylaşsaydınız. Uzun vadeli gelecek açısından vizyonunuz nedir, ülkeyi on yıl sonra, yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra nerede görmek istiyorsunuz? Ana politikalarınız, sizi buraya taşıyacak politikalar nelerdir? ‘Politika’ dediğimiz şey hedeften ve hedefe giden araçlardan oluşur. Sadece hedefleri ifade ederseniz temenniler seti olur, hem bu vizyonu, hedefleri hem de oraya götürecek araçları tarif etmeniz gerekir; bu konuda çok fazla bir şey duymadığımı söylemek isterim” açıklamasında bulundu.
Vizyonlarının belli planda ortaya koyduklarını ve 2053 vizyonu olduğuna dikkat çeken Yılmaz, “Cumhuriyetimiz 100’üncü yılını doldurdu ve büyük bir birikime sahibiz. İşte, bu birikimle birlikte Türkiye Yüzyılı’na adım atmış durumdayız ve Türkiye Yüzyılı’nı hep birlikte inşa edeceğiz; teknolojisiyle, ekonomisiyle, sosyal refahıyla, çevresel politikalarıyla, demokratik standartlarını yükseltmesiyle, yeni anayasa tartışmalarıyla, bütün bunlarla birlikte Türkiye Yüzyılı’nı her bakımdan inşa edeceğiz ve dünyada çok daha güçlü bir ülke hâline geleceğiz. Türkiye'nin güçlenmesi daha adil bir dünyanın da oluşumuna çok büyük bir katkı sunacaktır” diye konuştu.
“Bugün Gazze’de bu zulümlere sessiz kalanlar, bu zulümleri işleyenler kimlerse Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken bizim mücadele ettiğimiz güçler de aynı güçlerdir; bunu bilmemiz lazım” sözlerini kullanan Yılmaz şu ifadeleri kullandı:
“Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti o dönem mazlum milletlere nasıl örnek olduysa, ilham verdiyse, bu emperyalist güçlere karşı mücadelesiyle ‘başarabiliriz’ hissiyatını nasıl oluşturduysa bugün de güçlü bir Türkiye olarak, Türkiye Cumhuriyeti olarak Türkiye Yüzyılı’nda sağlayacağımız ilerlemelerle yine mazlumların umudu olacağız, yine adaletli bir dünyanın temel taşlarından biri olacağız. Bu vesileyle, Sayın Erbakan’ı ve Sayın Ecevit’i de rahmetle anmak istiyorum. Kıbrıs’la ilgili de şunu ifade etmek istiyorum: Kıbrıs’a o gün o müdahaleler yapılmamış olsa, Barış Harekâtı olmasa belki bugün Gazze'de gördüğümüz manzaraları Kıbrıs’ta görmüş olacaktık çünkü aynı hadiseler; birbiriyle nitelik olarak çok farklı hadiseler değil. Bu vesileyle rahmetli Ecevit’i ve Erbakan’ı da anıyorum.“
Türkiye'nin son on yılda büyük güvenlik riskleriyle uğraştığının altını çizen Yılmaz, “Ekonomiyle ilgili değerlendirmeler yaparken bunu da gözden uzak tutamayız. Bir taraftan etrafımızda jeopolitik riskler, aşağıda Suriye, Irak, yıllardır ambargolarla karşı karşıya olan İran, Kafkaslardaki çatışmalar, ihtilaflar, yetmezmiş gibi kuzeyimizde Ukrayna-Rusya savaşı, Balkanlardaki sorunlar, Doğu Akdeniz’deki sorunlar; bütün bunların içinde Türkiye gerçekten bir istikrar adası. Bu da çok kıymeti bilinmesi gereken bir durum. Bir taraftan da Türkiye son on yılda birbirinden şedit terör örgütleriyle eş zamanlı bir şekilde mücadele etmek durumunda kaldı; DEAŞ gibi bir terör örgütüyle, PKK gibi bir terör örgütüyle ve FETÖ gibi bir terör örgütüyle, her biri tek başına bir ülkeyi istikrarsızlaştırmaya yetecek ölçekte olan terör örgütleriyle. Eş zamanlı olarak aynı zaman diliminde mücadele ettik ve çok şükür büyük bir başarı elde ettik. Tabii ki yok olmadı bu örgütler, tabii ki mücadelemizin devam etmesi gerekiyor ama büyük oranda bunları, bu tehditleri azaltmış durumdayız. Ülkemizin içinde, dışında bu mücadeleyi sürdürüyoruz. İşte, bu mücadele ortamında bu ekonomik başarıları sağladık, bu ilerlemeleri kaydettik; bunun da çok kıymetli olduğunu ifade etmek isterim” değerlendirmesinde bulundu.
Yılmaz, yatırımlarımıza da devam ediyoruz. ‘Kaynaklarınızı ne yapıyorsunuz?’ diye soranlara ise şu şekilde cevap verdi:
“Son yirmi yılda kamu olarak yaptığımız yatırım 608 milyar doları bulmuş durumda, 2002-2022 dönemini söylüyorum. Kamu olarak devlet yatırımlarında 608 milyar dolarlık yatırım yapmışız. Bir önceki yirmi yılda ne kadar yapılmış diye baktığınızda -yine dolar bazında- 194 milyar dolar yapılmış yani bizden önceki yirmi yılda 194 milyar dolar kamu yatırımı yapılmış, bizim dönemimizde 608 milyar dolar kamu yatırımı yapılmış. İstikrarlı, kapsayıcı, insan odaklı bir büyüme anlayışıyla buna devam edeceğiz.”
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili itirazları olan vekillere ise Yılmaz, “Komisyon görüşmelerinde de ben bazı itirazlarla karşılaşınca şunu söyledim, bütçe hazırlıklarını yaparken arkadaşlarımız bana bir iki sayfa Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin avantajlarını anlatan bir metin getirmişlerdi, taslak konuşma metnimde, ben dedim ki onlara: ‘Ya, bunu çıkarın çünkü artık bu tartışma kalmadı. Bu kadar seçimden sonra, milletin bu kadar onayından sonra herhâlde muhalefet artık bunu dile getirmez.’ Ama görüyorum ki bugün de Genel Kurulda da maalesef hâlâ Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini tartışmaya devam ediyor muhalefet. Milletimiz referandumla bu sisteme evet dedi. Yapılan mükerrer seçimlerde muhalefet çok açık bir şekilde olayı bir referanduma dönüştürmeye çalıştığı hâlde, bu sisteme evet dedi. Milletimiz ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yolumuza devam ediyoruz. Ha, siz başka bir sistemi savunabilirsiniz, ona da bir itirazımız yok ama benim söylediğim şu: Dünyada 3 çeşit sistem var demokratik rejimlerde; başkanlık sistemleri var, yarı başkanlık sistemleri var ve parlamenter sistemler var. Her birinin de alt versiyonları var, dünyada böyle tek bir sistem yok. Başkanlık sistemi dediğiniz de farklı farklı uygulamalara sahip bir sistem. Parlamenter sistem de işte İngiliz sistemi var, kıta Avrupası sistemi var, başka sistemler var. Dolayısıyla çok farklı sistemler var. Burada işin özü şu: Bir, demokratik olması sistemin. İki, etkili ve verimli işlemesi. Bunları sağladığınız sürece başkanlık sistemi gerçekten son derece önemli faydalar getiren bir sistem” dedi.
Başkanlık sisteminin avantajlarından bahseden Yılmaz, “Birincisi şu: Siyasi istikrarı garanti altına alıyor. Seçimden sonra ‘Kim hükûmet olacak, kim hükûmeti kuracak, ne zaman kuracak?’ tartışmaları yaşanmıyor, pazarlıklar, bakanlık pazarlıkları yaşanmıyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi siyasi istikrarı sağlıyor. Kalkınmakta olan bir ülke olarak da bizim buna çok ihtiyacımız var. Siyasi istikrar olmadan, az önce bahsettiğim gibi ekonomik istikrar olmuyor. İkincisi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, etkili ve hızlı karar almayı ve müdahale etmeyi sağlıyor. Özellikle son dönemlerde yaşadığımız salgın, jeopolitik gelişmeler, ekonomik darboğazlar, bütün bu konularda aslında sistemimiz test edildi ve gerçekten hepsinde de başarılı olduk. Kim ne derse desin, dünyayla mukayeseli bakmamız lazım. Şimdi, dünyadan kaynaklanan, Türkiye'den kaynaklanmayan birtakım olumsuzlukları Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sonucuymuş gibi yansıtarak bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu, doğru değil. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi tam aksine, bu krizlerle daha etkili, daha güçlü mücadele etmemizi sağlamış ve salgının yönetilmesinde de ekonomik yönetimde de jeopolitik risklerin yönetiminde de terörle mücadelede de her bakımdan ülkemize avantajlar sağlamıştır. Karabağ’da sonuç aldıysak, Libya’da sonuç aldıysak, Akdeniz’de sonuç aldıysak, 3 terör örgütüyle güçlü bir şekilde mücadele etmeyi başardıysak, ekonomik performansımızı dünyanın üzerinde tutabildiysek, salgın döneminde üretimi en az etkilenen ülkelerden biri olabildiysek işte bütün bunları Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine borçluyuz. Bu, sonuçta, değerli arkadaşlar, kul yapısı bütün sistemler. Geliştirilemez mi, iyileştirilemez mi, daha iyiye götürülemez mi? Elbette olabilir. Yaşadığımız tecrübeler ışığında, eksik gördüğünüz bir husus varsa yeni anayasa tartışmalarıyla, başka tartışmalarla elbette her şey tartışılabilir, iyileştirmeye dönük adımlar her zaman bütün sistemlerde atılabilir ama sistemimiz doğru bir sistem, etkili bir sistem ve sonuç üretmiş bir sistem. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini devam ettiriyoruz ve devam ettireceğiz” ifadelerini kullandı.
“Şimdi, siz kazansaydınız bu seçimde, burada hangi Cumhurbaşkanı yardımcısı gelip bütçeyi sunacaktı bilmiyorum”
Cumhurbaşkanı Yardımcılığıyla alakalı gelen eleştirilere Yılmaz, “Yine, espriyle karışık bir şeyler söyleyeyim. Şimdi, siz kazansaydınız bu seçimde, burada hangi Cumhurbaşkanı yardımcısı gelip bütçeyi sunacaktı bilmiyorum. Acaba Hükûmete ayrılan süre uzun pazarlıklarla vakit bölüşülerek 7 Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelip onlar mı anlatacaktı bütçeyi bilmiyorum. Diğer taraftan, ‘Cumhurbaşkanı Yardımcısı siyasetçi değildir.’ diyorsunuz. Sizin genel başkanlarınız Cumhurbaşkanı Yardımcısı olduğunda siyaseti bırakacaklar mı acaba onu da merak ediyorum doğrusu” dedi.
Eski sistemde de bakanlar atandığını hatırlatan Yılmaz, “Türkiye'de, bakanlar hiçbir zaman seçilmediler; milletvekilleri seçildi, seçilmiş milletvekilleri arasından atamalar yapıldı veya hiç milletvekili olmayanlar da eski sistemde bakan olarak atanabildi. Bakanların doğrudan bakan olarak seçildiği bir sistem hiçbir zaman ülkemizde olmadı, her zaman için bakanlar atandı, eski sistemde, başbakanlar belirlediler, cumhurbaşkanları onayladı, bakanları hiçbir zaman halk seçmedi doğrudan. Dolayısıyla bu sistemde de seçilmiş Cumhurbaşkanımız, meşruiyetini halktan alan, millî iradeden alan Cumhurbaşkanımız bizleri seçti, görev verdi. Biz de seçimde halka verilen sözler neyse Cumhur İttifakı olarak, AK Parti olarak, Hükûmetimiz olarak o sözleri yerine getirmek için gece gündüz çalışıyoruz” açıklamasında bulundu.
Yerel yönetimlerde AK Parti döneminde hiçbir zaman ayrımcı bir uygulama olmadığını tam aksine, kanunlarında objektif kriterleri güçlendirerek, nüfusa, gelir düzeyine göre kaynak tahsis ederek yaptıklarının altını çizen Yılmaz, “Merkezî idareden şikâyet ederek beceriksizliklerini, başarısızlıklarını örtmeye çalışanlara da hiç kimse prim vermesin, kusura bakmayın. Bir tane örnekle bunu anlatacağım, değişik partilerden de bu örnek olabilir, yanlış anlamayın 90’lı yıllarda bir belediye başkanı vardı. Bu belediye başkanının partisi ile o dönemki merkezî idare aynı partiden değillerdi. İstanbul gibi bir ilde belediye başkanıydı. Devasa problemleri vardı bu ilin, çöp probleminden su problemine, yol problemine devasa problemleri vardı İstanbul'un ve bu belediye başkanı merkezî idare her türlü engeli çıkardığı hâlde kaynaklarını verimli kullanarak bütün bu problemleri birer birer çözdü. O belediye başkanının adı Recep Tayyip Erdoğan. At binenin, kılıç kuşananın. Kaynaklarınızı, tahsis edilen kaynakları verimli kullanırsanız başarılı olursunuz. Bu her partiden olabilir, yanlış anlamayın. Her partiden, bir belediye başkanı kaynaklarını verimli kullanırsa, etkili kullanırsa, doğru yerlere kullanırsa reklama, şana, şöhrete değil hizmete kullanırsa başarılı olur, başka amaçlara kullanırsa başarılı olamaz. Halkı motive ederse çalışanlarını motive ederse başarılı olur, bunun örneklerini tarihimizde gördük, hiç kimse başka bir bahane üretmesin, kusura bakmasın, başarılı olan oluyor. Dolayısıyla başarısızlıklarına bahane üretmeye çalışmasınlar, kaynaklarını etkili ve verimli kullansınlar, bir sürü kaynak tahsis ettik, etmeye devam ediyoruz. Belli kriterlerle yapıyoruz, inanın bu kaynaklar verimli kullanılsa başka hiçbir şeye ihtiyaç yok, yeter ki bu kaynaklar verimli kullanılsın” diye konuştu.
Hükümetleri döneminde 3 politikaya çok önem verdiklerini ifade eden Yılmaz, “Birincisi, kadınların eğitimi. ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyasıyla özellikle dar gelirli aileler kızlarını okula gönderdiklerinde onlara pozitif ayrımcılık yapıp destek vererek bugün kız çocuklarımızın okullaşma oranını çok yüksek düzeylere çıkarmış durumdayız çünkü işin özü eğitim. Eğitim altyapısı güçlenmeden kadının statüsünden bahsedilemez. İkincisi, kadınların iş gücü piyasasına katılımı ve girişimcilik konuları. Bu konularda da geçmişle mukayese edilemeyecek noktalara geldik. Bir tarihlerde kadınların iş gücüne katılımı yüzde 25’lerin altına düşmüştü, son rakamlara baktığınız zaman yüzde 35’in üstüne çıktığını görüyorsunuz, eğitim düzeyi arttıkça bu kendiliğinden zaten yükseliyor. Üniversite mezunu kadınlarda iş gücüne katılım oranı yüzde 70’lerin üstünde. Dolayısıyla tek başına eğitime yaptığınız yatırım zaten kadınların iş gücüne katılımını, girişimciliğini destekliyor. Göreceksiniz on yıl sonra, yirmi yıl sonra isteseniz de istemeseniz de kadınlar toplumun hayatında çok daha güçlü bir şekilde yerini alacak. Ekonomide, eğitimde, sosyokültürel alanda, her alanda daha güçlü göreceğiz. Ben, eski bir Kalkınma Bakanı olarak da hep altını çizerdim, bir toplum kadınlardan ve erkeklerden oluşuyor. Sadece erkeklerle bir toplumun kalkınması mümkün değil; kadınıyla, erkeğiyle topyekûn kalkınmaya ihtiyacımız var. Dolayısıyla üçüncü boyutta katılım, siyasi katılım, bürokratik katılım, bu konuda da belli bir mesafe almış durumda ülkemiz ama henüz arzu ettiğimiz yerde miyiz? Elbette değiliz, daha da ileriye gideceğiz inşallah.
Kadın vekil sayısı olarak AK Parti olarak 2’nci parti olduklarını hatırlatan Yılmaz,
“AK Parti’den önce yanlış hatırlamıyorsam yüzde 4’ler civarındaydı Meclisimizde kadın vekili sayısının toplam vekillere oranı, bugün geldiğimiz noktada yüzde 20’lere yaklaşmış durumdayız. AK Parti olarak da 2’nci partiyiz bildiğim kadarıyla, ana muhalefet partisinden daha iyi ortalamamız onu söyleyeyim. Sayı olarak daha iyi olduğumuz gibi oran olarak da daha iyiyiz, dolayısıyla bu da çok açık ve net. Diğer taraftan, kadın meselesini konuşanların bugün biraz günah çıkaranlarını da duyduk. Başörtüsü meselesini de hiç unutmamamız lazım. Yıllarca başörtüsü kadınların eğitime katılmasında, ekonomiye, siyasi hayata katılmasında bir engel olarak kullanıldı, bir ayrımcılık yapıldı ve gerçekten büyük maliyetler üretti insanlar için; çok şükür şu anda böyle bir sorunumuz da kalmadı. Şimdi, çok özgürlükçü, demokratik konuşmalar duyduk; çok da sevindik tabii bu konuşmalara ama aynı konuşmaları yapan arkadaşlarımızın daha önceki dönemlerde Anayasa Mahkemelerine bu düzenlemeleri iptal ettirmek için gittiklerini de herhâlde unutmayacağız, toplum da unutmayacak. Diğer taraftan, kadın-erkek fırsat eşitliği ve kadın-erkek fırsat eşitliğine dayalı bütçeleme konusunda da önemli çalışmalar yapıyoruz, uluslararası kuruluşlarla da bu alanda çalışıyoruz. Tabii ki kadınların farklılaşmış ihtiyaçları olabilir, o ihtiyaçlara cevap verecek şekilde kamu bütçelerinde farklılıklar oluşturmak da bizim görevimiz. Dolayısıyla, kadın-erkek fırsat eşitliğine dayalı bütçeleme konusunda da çalışmalar yapıyoruz. Ben şunu da düşünüyorum doğrusu, uluslararası kuruluşlarla toplantılarımızda da dile getiriyorum: Sadece doğrudan şiddeti önleme gibi, kadının eğitimini destekleme gibi harcamalar değil kadın-erkek fırsat eşitliğine dayalı bütçeleme, dolaylı yönden de desteklerimiz var. Örneğin, KÖYDES, normalde baktığınızda bir kırsal alan programı gibi görünüyor ama KÖYDES’i gerçekleştirmekle biz mahallede çeşmeden eve kim su taşıyorduysa daha çok onu o zahmetten kurtarmış olduk. Bir taraftan da hastaneler, sağlık harcamaları, engellilere bakım destekleri; bütün bunlarda yükün büyük bir kısmını kadınlar omuzluyordu. İşte, devletin buralara girmesi, sosyal devletin güçlenmesi kadınların yükünü de azalttı ve kadınlara önemli bir avantaj sundu” dedi.
Kadınların bütün anketlerde de seçimlerde de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a daha fazla destek olması, AK Parti’ye daha fazla destek olması bir tesadüf olmadığını ve kadınlardan yana politikaların sonucu olduğunun altını çizen Yılmaz,
"Bunu siz görmeyebilirsiniz, görmemeye devam edin ama biz bunu yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Sosyal devlet konusunda da şunu söylemek isterim. Sosyal devletin lafını edenlerle sosyal devleti hayata geçirmek ayrı bir şey. Demokrasinin lafını edenlerle demokrasiyi hayata geçirmek de ayrı bir şey. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Biz işimize bakıyoruz ve işimizi yapmaya devam edeceğiz” dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “Yeterince sanayileşmiyoruz” sözlerine cevap veren Yılmaz şu ifadeleri kullandı:
“Sanayileşme konusunda şunu söylemek isterim: Kalkınma tarihimize bir bakmanız lazım. 20’li yıllarda daha cumhuriyet ilan edilmeden İktisat Kongresi toplandı ve burada birtakım kararlar alındı. Aslında, daha piyasacı diyebileceğimiz -belli ilkeler çerçevesinde tabii- dünyada da yatırımı Türkiye’ye davet eden birtakım fikirler ortaya konuldu ve 20’li yıllarda daha liberal diyebileceğimiz o dönemin şartlarına göre politikalar izlendi. Daha sonra, 30’lu yıllarda dünyada Büyük Buhran çıktı ve ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadı ülkeler. Dolayısıyla o dönemki yöneticiler bir taraftan bu buhranın etkilerine cevap vermek için, diğer taraftan yetersiz olan sermaye birikimi nedeniyle özel sektör yatırım yapamadığı için devletçilikle devlet işletmeciliğiyle bu açığı kapatmaya çalıştılar ve çok sayıda işletmeler kurdular; onu kurarken dahi bu tartışmaları da yaşadılar bir taraftan; bir taraftan Kadro Hareketi dediğimiz daha devletçi, ideolojik bir ekip, bir taraftan da Celal Bayar ve daha liberal bir ekip diyelim; Başbakanlık da bunlar arasında gidip geldi o dönemlerde, dolayısıyla böyle tek bir anlayışın olduğunu da söyleyemeyiz 30’lu yıllarda. Kurarlarken bile şunu söylediler -o günkü tartışmalara, tutanaklara bakarsanız ‘Biz bunları bugünün şartlarında kuruyoruz ama ülke geliştikçe, güçlendikçe ileride devlet buralardan çekilir, hür teşebbüs bunun yerini alır.’ diye düşünüldü ve bu şekilde de yola çıkıldı. 50’li yıllarda rahmetli Menderes ‘liberal’ diye bilinir değil mi piyasa dostu politikalar izledi, en fazla KİT’lerin kurulduğu dönemlerden biri 50’li yıllardır çünkü ekonomide darboğazlar oluştu, ihtiyaçlar oluştu, Batı’yla ilişkilerde birtakım gelişmeler oldu ve o dönemde birçok KİT kuruldu. Rahmetli Demirel yine birçok KİT kurdu, kamu iktisadi teşekkülü ortaya koydu. Bunlar Cumhuriyet Halk Partisine özgü şeyler de değil, onu anlatmaya çalışıyorum ama sonuç itibarıyla şuraya geleceğim, değerli arkadaşlar, her dönemin şartları içinde bu politikalara bakmanız lazım. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinden bazı arkadaşlarımız devlet sanayiye yatırım yapmazsa sanayiye yatırım yapılmıyor zannediyorlar, böyle bir şey yok. Devletin yaptığı yatırım değil, artık bugünkü dünyada, bu sermaye birikimiyle, özel sektörümüzün geldiği noktada ha, devletin girmesi gereken yerler yok mudur? Olabilir. İstisnai, riskli alanlar vardır, özel sektörün giremeyeceği, çok uzun vadeli bakış açısıyla yapılması gereken işler vardır, devlet onları elbette yapar ama sizin halkınız yapabiliyorsa, özel sektörünüz yapabiliyorsa devlet artık niçin oralara girsin? Dolayısıyla son yirmi yılda 5,4 büyüdük genel ekonomide, sanayideki büyümemiz bunun çok daha üstünde, şimdi rakamı yanlış telaffuz etmeyeyim ama kesinlikle bizim büyüme hızımızın daha üstünde. Bunu da nereden görüyoruz? Bakın, 2002 yılında sanayinin millî gelirdeki payı yüzde 20,1; sanayi üretiminin millî gelirimizdeki payı 2002 yılında yüzde 20,1. 2022 yılında ne olmuş? 26,4 olmuş. Sanayileşmeyen bir ülkede sanayi üretiminin millî gelirdeki payı nasıl bu kadar artar? Üstelik millî gelir bu kadar büyümüşken.”
Dış brüt dış borç stoku üzerine gelen sorulara Yılmaz şu şekilde cevap verdi:
“Türkiye brüt dış borç stoku 2022 yılı sonunda 458,5 milyar dolar iken bu kamu, özel her şeyi kapsıyor, kamunun borcu da var bunun içinde özelin borcu da Türkiye’nin dışarıya borcu- 2023 yılı Haziran ayı itibarıyla bu 457,8 milyar dolara ulaşmış durumda yani nominal olarak bir miktar artmış görünüyor ama az önce de söyledim, bu rakamlara millî gelirle bakmanız lazım. Türkiye brüt dış borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranına bakıldığında 2022 yılı sonu itibarıyla millî gelirimizin yüzde 50,6’sıymış, dış borcumuz millî gelirimizin yüzde 50,6’sı. 2023 yılı Haziran ayı itibarıyla bu oran yüzde 46,5’e gerilemiş durumda millî gelire oranla. Sabahki konuşmamda da söylemiştim, bu yıl millî gelirimizde dolar bazında çok ciddi bir artış olacak. Son on iki aya doğru geriye gittiğimizde 1 trilyon 70 milyarı aşmış durumdayız. İlk defa Türkiye bu yıl 1 trilyon dolar sınırını aşıyor ve son rakamlar, son büyüme rakamları bize şunu gösteriyor, kurdaki gelişmelere de baktığımızda: 1,1 trilyona yakın kapatacağız gibi görünüyor bu yılki millî gelirimiz. Bu da kişi başına gelirimizi 12.500 doların üstüne çıkaracak bir rakam. İnşallah orta vadede 13.800 olan eşik değeri aşıp yüksek gelirli ülkeler ligine de geçeceğiz, buna da inanıyoruz. Perspektifimiz 2026 yılı itibarıyla 1,3 trilyon dolarlık millî gelir hedefimiz, 15.000 dolar da kişi başına gelir, bu da Türkiye'yi yeni bir lige taşımış olacak. Dolayısıyla, dış borçta da millî gelirimiz çıktığında -düşündüğümüzden daha yüksek çıkacak gibi görünüyor- bunu daha iyi göreceğiz. Dolayısıyla, millî gelire oranladığımız her şeyde ona göre aşağıya gelmiş olacağız. Değerli arkadaşlar, vergiyle ilgili yine değerlendirmeler yapıldı, o konularda da biraz izahatta bulunmak isterim. Çeşitli arkadaşlarımız görüşler, eleştiriler ifade ettiler. Ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının yüksek olduğu doğrudur. Ben de bu konuyu zaman zaman dile getiriyorum, orta vadeli programla ilgili istişarelerimizi yaptığımızda gerek işveren kesiminden gerek işçi kesiminden, toplumun bütün kesimlerinden de bu konuda farklı bir politika yapılsın talebini aldık, Hükûmet olarak da bunu değerlendirdik, orta vadeli programımıza da açık açık yazdık, doğrudan vergilerin toplam vergilerimiz içindeki payını artırıcı bir tutum içinde olacağımızı orta vadeli programımıza yazdık ama takdir edersiniz ki bu tür yapısal dönüşümler bir gecede olacak hadiseler değil, hedefi koyarsınız, o hedefe doğru adım adım yol alırsınız. Bu çerçevede de hareket ediyoruz.“
“Vergi yükü yüksek mi?” “Vatandaşı eziyorsunuz, çok büyük vergi yükü var.” gibi eleştirilere cevap veren Yılmaz, “Bunlara da cevap vermek isterim. OECD rakamlarına göre cevap vereceğim. OECD tarafından son yayınlanan 2022 yılına ilişkin verilere göre, toplam vergi yükü sıralamasında ülkemiz yüzde 20,8 oranıyla 38 OECD ülkesi arasında en düşük vergi yüküne sahip 3’üncü ülke konumundadır. Unutmayalım ki bugün bu 20,8 olan vergi yükü 2002 yılında yüzde 23,8'di. Bu yirmi yılda biz vergi yükünü artırmadık; tam aksine, millî gelire oran itibarıyla baktığınızda vergi yükü azaldı. Hatırlarsanız, kurumlar vergisinde indirim yaptık, gelir vergilerinde indirimler yaptık. Vergiyi tabana yaymayı da biraz farklı ifade eden arkadaşlarımız oldu. Vergiyi tabana yaymak, dar gelirliden vergi almak demek değil; vergiyi tabana yaymak, vergi vermeyenden vergi almak demek. Vergi veren var, vermeyen var. Aynı alanda herkes vergisini versin, birinden alayım, diğerinden almayayım olmasın; vergiyi tabana yaymak demek bu. Yoksa ‘Aşağıdakilerden vergi alalım, yukarıdakilerden almayalım. ‘kesinlikle böyle bir anlayışımız yok; tam aksine, biliyorsunuz, biz kurumlar vergisinde bir düzenleme yaptık, finansal kurumlardan, bankalardan yüzde 30 kurumlar vergisi alıyoruz; normal firmalardan 25, ihracatçılardan 20 alıyoruz.
Yine, son yıllarda çok sayıda düzenlemeler yaptık. Örneğin, asgari ücreti vergi dışı bıraktık; sadece bu, 600 milyar liralık bir vergi gelirinden vazgeçmek demek, ona yakın bir rakam. Esnaf muafiyetinin kapsamını genişlettik, ‘Basit usule tabi esnafımızdan vergi almayacağız’ dedik. Yanlış hatırlamıyorsam 900 bin civarında esnafımız bundan faydalanmış oldu, basit usul mükellefe kazanç istisnası getirdik. Yeni iş kuran gençlerimize vergisel teşvikler getirdik, işlem maliyetlerini azalttık. Yine, vergiye uyumlu mükellefe, yıllardır vergisini düzenli ödeyen mükellefe de bazı teşvikler getirdik. Aynı zamanda, geniş kitlelerin kullandığı ürünlerde KDV indirimleri yaptık. Bizim belki dolaylı vergiler ağırlıklı, doğru ama bu dolaylı vergileri ayarlarken gelir dağılımını da düşünerek hareket ediyoruz. Örneğin, geniş kitlelerin tükettiği gıda da KDV'yi çok daha düşük tutuyoruz, lüks ürünlerde çok daha yüksek tutuyoruz; ithal ürünlerde daha yüksek tutuyoruz, yurt içindeki ürünlerde daha düşük tutuyoruz. Doğru, dolaylı vergiyi herkes ödüyor ama tüketim kalıpları farklı. Dolayısıyla dar gelirli vatandaşlarımızın lehine olacak şekilde dolaylı vergi oranlarımızı ayarlıyoruz, bunu da ifade etmek isterim” diye konuştu.
Vergide önümüzdeki dönem bütün bu perspektifle reformlar, yenilikler yapacaklarını vurgulayan Yılmaz, “Vergi tabanını genişleterek dolaysız vergilerin payını artıracağız; bu, toplam vergilerin artacağı anlamına gelmiyor, toplam vergiler içinde dolaysız vergilerin payını yükselteceğiz; vergilemede basitlik sağlayacağız, etkin olmayan istisnaları kaldıracağız. İstisnaları eleştirdi bazı arkadaşlarımız, istisnaların çoğu ya bir sosyal amaca matuf veya bir teşvik politikasının bir gereği aslında ama varsa etkin olmayan istisnalar bunları da tabii ki kaldıracağız. Döviz kazandırıcı faaliyetleri destekleyeceğiz, vergi güvenliğini artıracağız. Vergiyle ilgili de bunları ifade etmek isterim” dedi.