''Atatürkçülüğe inanmıyorum''

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu üyeliğine Zaman Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’yi ataması, geçen haftanın en çok tartışılan konularının başında yer aldı. Atatürkçülüğe getirdiği sert eleştirilerle öne

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu üyeliğine Zaman Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’yi ataması, geçen haftanın en çok tartışılan konularının başında yer aldı. Atatürkçülüğe getirdiği sert eleştirilerle öne çıkan Türköne, Atatürk’ün adını taşıyan Yüksek Kurul’a üyeliğiyle ilgili olarak sorularımızı yanıtladı. 

- Kurula atanmanız sizin için sürpriz oldu mu?

Sürpriz mi? Galiba başka bir şey. Sadece insanın neyle karşılaştığını bilmemesi galiba. İtiraf edeyim; bu kurulun ne iş yaptığını, teklif edilen görevin ne olduğunu tam olarak bilmiyordum. Bu kurulun Anayasa’da yer alan bir anayasal kurum olduğunu biliyordum tabii. Ama ne iş yaptığını bilmiyordum.

 

Üyeliğe siz mi talip oldunuz?

Bizim devlet terbiyemizde bir göreve talip olmak yoktur. Görevler verilir. Bir ay önce önerildi. Ben de kabul ettim.

- Cumhurbaşkanı, atamayı yaparken hangi özelliklerinizi göz önünde bulundurmuştur?

Bildiklerimi, düşündüklerimi toplumla paylaşacak zeminlerim var. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığı gibi. Cumhurbaşkanımız’ın benim yazdıklarımı okumaya vakti var mı, bilmiyorum. Bir kanaati olabilir. Bundan şeref duyarım. Çevresinde danışmanları var. Ben siyaset bilimciyim. Kendimi bildim bileli milliyetçiyim. Terazi kendini tartamaz.

 

- Kimileri, “Mümtaz’er Bey, Başbakan tarafından milletvekili yapılmadı ama Cumhurbaşkanı Gül tarafından korunup, kuruma atandı” diyor.

Tabirimi mazur görün: “İt ürür, kervan yürür.” Bu görev bir arpalık değil ki. Gerçi milletvekilliği de öyle. Bu kurula yönetim kurulu üyesi olmanın, sorumluluk üstlenmek dışında hiçbir avantajı yok. Merak edenler yönetim kurulu üyelerinin bu işten ne kadar gelir elde ettiklerini araştırsınlar. Sekreter yok. Araba yok. Şoför yok. Hatta oda bile yok. 

 

- Bu görev fahri mi? Rivayet o ki, yönetim kurulu üyelerinin aldığı maaş çift haneli bir rakammış.

O kadar az mı? (Gülüyor) Ben üç haneli diye duymuştum. Galiba üç tane yüz lira. Oralarda görev yapmış bir tanıdığım söyledi bunu. “Ya bu kadar para için değermi bu çektiklerin?” dedi. Napolyon’un dediği gibi, “Aşk kadın için, para sizin için, şeref benimiçin”. Bu görevin şerefi bana yeter. Aldığım parayı bir hayır kurumuna bağışlayacağım.

 

- Kurumdaki ilk icraatınız ne olacak?

Yönetim kurulu üyesi olarak önerilerim olur. Kurulun başında benimde hocam olmuş olan Prof. Bahaeddin Yediyıldız var. Çok iyi bir sosyal tarihçidir. Onun çok iyi şeyler başlattığını biliyorum. Kanun eksikliği vardı. Çıkar çıkmaz önemli atılımlar yapılmış. Projeler üretilmiş. Devam etmeli. Ben bu tür kurulların standart sorunlarını çözmelerini beklerim. En çok önemsediğim şey de tarihçilik. Türk Dil Kurumu randımanlı çalışıyor. Tarih alanında çok ciddi bir boşluk var. Türk Tarih Kurumu’nda da Prof. Mehmet Öz gibi çok parlak bir Osmanlı tarihçisi var. Çok iyi bilim adamları ve yapılacak çok iş var. Bakacağız.

- Kemalizm ve Atatürkçülüğe eleştirileriniz göz önünde bulundurulduğunda, bu atamanın tepki toplamasını doğal karşılıyor musunuz?

İtiraf edeyim; tepkilere kızıyorum. Ama aynı zamanda anlıyorum. Bu Atatürkçülük müthiş bir sermaye. Sınıf atlamanın, itibar kazanmanın, emek vermeden unvan elde etmenin en kestirme yolu. “Biz Atatürkçüler” diye söze başlayınca adamın başka hiçbir vasfa ihtiyacı kalmıyor. Ben onları rahatsız ettim. Çünkü maskelerini indirdim.

 

- Tepkilerin nedeni bu mu?

Atatürk alıp, Atatürk satıyorlar. Ne bilime, ne memlekete, ne medeniyete hiçbir şeye katkıda bulunuyorlar. Allah aşkına yazdıklarını okuyun. Saçınızı başınızı yolarsınız. Yüz çeşit Atatürkçülük var. “Neden bu kadar çeşidi var?” diye sormak bile tekerlerine çomak sokmak olmuyor mu? Durumun özü şu: “Atatürkçülük” diye verimsiz, faydasız bir meslek üretildi. Bir kere bu tahammülsüzlük niye? Bu eleştiriye neden bu kadar tahammülsüz oluyorlar? Atatürkçülük eleştirilemez mi? Eleştirilemeyen şeyin adı “dogma” değil mi? Atatürk’e dayanıp dogma üretmek Atatürk’ün mirasına ihanet değil mi? Eleştirilmekten neden bu kadar rahatsız oluyorlar?

 

"BEN ATATÜRK'E DEĞİL ATATÜRKÇÜLÜĞE İNANMIYORUM"

- Sizin Atatürk’ünüz nasıl bir tarihsel figür?

Çok başarılı. Çok kalıcı. Çok etkileyici. Bir kere tartışmasız büyük bir siyasi deha. Bir strateji dehası. Machiavelli’nin tarif ettiği hükümdar gibi: Tilki kadar kurnaz. Aslan kadar güçlü. Ben en çok zamanlama konusunda içgüdüsel bir yeteneği olduğunu düşünüyorum.

- Size yönelik başlıca eleştiri, inanmadığınız tarihsel bir kişiliğin adını taşıyan bir kuruma atanmanız. Ben Atatürk’e değil, Atatürkçülüğe inanmıyorum. Atatürkçülüğün Atatürk’le yakından uzaktan bir alakası yok. Yaygın haliyle, keramet gibi tekrarlanan biçimiyle Atatürkçülük bir tür gericilik halini aldı. Medeni dünyaya, çağdaş dünyaya göre bir gerilik. Allah aşkına şu Prof. Mustafa Yurtkuran’ın Atatürkçülük formülünü bir inceleyin.

- Nedir o?

Atatürkçülüğün matematiksel formülünü icat ettiler. 1938 yılında hayata veda eden bir dehanın, bütün zamanların genel geçer hakikatini keşfettiğine inanmak dogmatizmdir. Atatürk tam tersini söylüyor. “Ben geride bir dogma bırakmadım” diyor. Bize rehber olarak kendisini değil aklı ve bilimi gösteriyor. Gerçekten büyük adam. Mezarından kalkıp gelse Atatürkçü’yüm diyenleri, “Ben geride dogma bırakmadım demedim mi?” diye sorguya çekerdi herhalde. Ben Atatürk’ün mirasına sahip çıkıyorum. Aklı ve bilimi rehber ediniyorum. Eleştirel akıl. Tecrübi akıl. Bilimsel hakikat zamanın bir anında donup kalmaz. Sürekli değişir ve gelişir. Atatürk bunun farkında olduğu için geride bir dogma bırakmadı.

- Bu atamanın, “Atatürk’ten alınan bir intikam” olarak nitelenmesi bir haksızlık mı?

Atatürk’e yapılmış bir haksızlık. Atatürk’ten kim, neden intikam alsın? Hepimiz Atatürk’e çok şey borçluyuz.

"ATAMA SAYESİNDE ELEŞTİRİLERİMİN MENZİLİ ARTTI"

- Atatürk’ü bir değer görüp, Kemalizm’i bağnazlık olarak nitelemeniz tutarsızlık değil mi?

Kemalizm, CHP’nin altı okudur. Ne olduğu bellidir. Bir parti programıdır. Bir parti kendisini bu altı okla ifade edebilir. Ama Atatürkçülük çok farklı bir şey. 1960 darbesinden sonra icat edildi. Darbenin, askeri vesayetin gerekçesi olarak ilan edildi. Darbeciler meşruiyet problemini çözmek için, gasp ettikleri iktidara dayanak bulmak için Atatürk’e sığındılar. Darbeyi yapıyorlar. Sonra da “Bu haltı nasıl savunuruz?” telaşına düşüyorlar. Atatürk’e sığınıyorlar. Atatürkçülük darbecilerin ideolojisidir. Darbe ideolojisidir.

 

- Atatürkçülük’le demokrasi yan yana konulamaz mı?

Demokrasiyi içselleştirmiş, her şeyi halkın iradesine, tercihine bağlamış bir Atatürkçülük türü hiç aklınıza geliyor mu? Sandıktan çıkan bir iktidara Atatürk adına karşı çıkıyorsanız ve buna da “Atatürkçülük” diyorsanız, demokrasiyle işiniz olamaz. 27 Mayıs’ta halkın oyuyla gelmiş iktidarı devirip başbakanı asıyorsunuz. Sonra da Atatürkçülüğü icat ediyorsunuz. Neden? Ellerinde silahlar Atatürk büstlerinin, heykellerinin arkasına sığındılar. Atatürk’ü istismar ettiler. Atatürk kimsenin malı değil. Türkiye’nin ortak paydası. Bayrak gibi, vatan gibi ortak değeri. Kimse Atatürk’ü sahiplenip ülkenin geri kalanı için ötekileştirmesin.

- Yazar Ahmet Hakan sizi eleştirerek, “Devlet eliyle resmi ideoloji oluşturulmasına karşı yazdığı onca yazının mürekkebi kurumadan, attığı onca nutkun kulaklardaki çınlaması bitmeden, nasıl oluyor da devlet eliyle resmi ideoloji oluşturulan bir yapının en tepesine hiç gocunmadan kuruluveriyor?” diye soruyor.

Çok sert bir eleştiri değil. Sadece yanlış bir eleştiri. Ben bir yere kurulmadım. Benim bir bilim adamı olarak, bir aydın olarak eleştirilerimi daha etkili yapabileceğim bir irtifa kazandığımı söylemek daha doğru. Evet atandım. Ve size söylediklerime bakın. Resmi ideolojiyi eleştirmeye devam ediyor muyum, etmiyor muyum? Söylediklerimde bir değişiklik var mı? Beni memnun eden tek şey, bu atama sayesinde eleştirilerimin menzilinin artması. Atatürkçüler de eğer fikirlerine güveniyorlarsa, benden istifade edebilirler.

"ATATÜRK BARIŞ ÖDÜLÜ KEMAL BURKAY'A"

- Atatürk’ün ara sıra beyaz leblebi eşliğinde, Türk sanat müziği dinleyerek rakı içtiği bilinir. Sizce, bu durum Mustafa Kemal açısından bir zaaf mı?

Yoksa, Atatürk’ün hatırasına siz de bir kadeh Kulüp Rakısı içer miydiniz? Kulüp Rakısı üzerindeki resmin Atatürk’e ait olmadığını birkaç yıl önce öğrendim. Bizim gençliğimizde Tekel’in ürettiği üç tür rakı vardı: Kulüp, Altınbaş ve Yeni Rakı. Kulüp en pahalısıydı. Akşamcılar galiba Yeni Rakı’yı tercih ederlerdi. Ama Türkiye’nin ortak değeri olarak Atatürk’ü herkesin kendi meşrebince sevmesine, yad etmesine neden hoşça bakmayalım? Akşamcısı Atatürk’ü beyaz leblebi ve keçi peyniriyle rakısını yudumlayarak, arabesk dinleyerek yad etsin. Alevi’si ayin-i cemde niyaza dahil etsin. Öbürü mevlit okutsun, dua etsin. Sadece Anıtkabir’e gidip çaput bağlama işine sıcak bakamam.

- Kurumunuzun bir görevi de “Atatürk Uluslararası Barış Ödülü”ne değer kişiyi seçmek. Siz önümüzdeki dönem bu ödüle yerli ve yabancı şahsiyetler olarak kimi layık görürdünüz?

Şimdi siz sorduğunuz için ilk aklıma gelenleri söylüyorum. Türkiye için Kemal Burkay. Uluslararası alanda ise Tunus’ta Gannuşi olabilir.

İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri