"Benim duam biter Trabzonspor gol atar"

Trabzonlu ünlü Sahne sanatçısı, şarkıcı, dansçı Huysuz Virjin lakaplı Seyfi Dursunoğlu Trabzonspor dergisinden Serdar Şahin'e röportaj verdi. İşte o keyifli röportaj;Sahne sanatçısı, şarkıcı, dansçı. 1932'de Trabzon'da, Yenicuma'da doğdu. Henüz 6 yaşınday

Trabzonlu ünlü Sahne sanatçısı, şarkıcı, dansçı Huysuz Virjin lakaplı Seyfi Dursunoğlu Trabzonspor dergisinden Serdar Şahin'e röportaj verdi. İşte o keyifli röportaj;

Sahne sanatçısı, şarkıcı, dansçı. 1932'de Trabzon'da, Yenicuma'da doğdu. Henüz 6 yaşındayken İstanbul’la tanıştı. Herkesin tek bir kanalı seyrettiği dönemlerde hazırcevap esprileriyle kendisinden bahsedilmesini sağladı. Seyfi Dursunoğlu, Huysuz Virjin tiplemesiyle kimsenin söyleyemediklerini söyleyecek güce ulaştı. Gerçekleri esprili bir tarzda ifade etmesi ve sahne şovlarıyla ünü dünyaya yayıldı. Kendisine 80 yıl sonra “Biraz cesaretim olsa Trabzon'a yerleşirdim” dedirtecek; avlusuna taş merdivenlerle çıkılan, doğup büyüdüğü Trabzon’daki o evi hiç unutmadı...

***

Sicim gibi yağan yağmurun altında telaşlı bir İstanbul sabahı. Saat 10:00*a yaklaşırken, Çengelköy'ün tepelerine doğru yol alıyor taksi. Serdal ile son dakikaları bile sorular hakkında konuşarak geçiriyoruz. Oysa Seyfi Dursunoğlu üzerine yazılmış yazıları, yapılmış röportajları, hakkında çıkan tüm kitapları hatmetmişiz günlerce. Yine de tedirginliği atamıyoruz üstümüzden. Seyfi Bey’in yardımcısı Ümit Bey kapıda karşılıyor bizi. Elimizdeki orkideyi nezaketle alarak içeri davet ediyor, öyle etkileyici bir ev ki bir masala adım atıyoruz sanki... Oturma odasına geçtiğimizde Ümit Bey; dar bir ikili koltuğu işaret ederek “Siz şöyle buyrun, Seyfi Bey de karşınıza oturur” diyor. Serdal ile dirsek teması hizasında koltuğa yerleşiyoruz. Tedirginlik baki... Ama Seyfi Bey, daha ilk dakikada yaptığı espri ve sabah sabah nereden bulduğuna kafa yorduğumuz acayip bir enerji ile içeri girince tüm bulutlar dağılıyor: “Ne o öyle yan yana oturdunuz?" diye soruyor; "Nikah memurunu bekleyen çiftler gibi...”

***

En son ne zaman geldiniz Trabzon'a?

Bir yarışma için gittim birkaç yıl evvel Trabzon'a. Trabzonlu olduğum için kısa da olsa zaman ayırıp biraz dolaştım. Yenicuma’da dünyaya gelmiştim, oradaki evimizi aradım, duruyor mu diye. 0 kadar değişmiş ki her şey, hiçbir şey anlamadım... Muhittir insana bir yeri sevdiren. Muhitiniz olmazsa tek başına saray da verseler ne olur! Onun için son gidişimde bir şey anlayamadım Trabzon’dan.

Çocukluğunuzun geçtiği ev nasıldı?

Yenicumada, böyle yokuşun başında bir evdi. Yokuş yukarı çıkarken solda. Taş merdivenli bir konak, çok iyi hatırlıyorum. Bahçe kapısından bir taşlığa çıkılırdı, oradan da eve girilirdi.

Pek kalmadı sizin bahsettiğiniz o güzel konaklardan...

N apsın insanlar? Öyle bir konağı devam ettirebilmek de çok külfetli. Hele ki o konaklar ahşaptır; o ahşabı Trabzon’un yağmurlu havasında, ikliminde muhafaza edebilmek çok güç, maliyetli...

Ama geçende televizyonda çok güzel bir ev gördüm, bayıldım. Trabzon'a gelecek olsam o evi bulur, sahiplerine lütfen beş dakika evinizi gezeyim, derdim.

İstanbul’a taşındıktan sonra bayram ziyaretlerinde, özel günlerde Trabzon’a gittiğiniz olur muydu?

Hayır olmazdı. Çünkü 6 kardeşti babamlar ve hepsi peyderpey İstanbul'a geldi, kimse kalmadı.

Anne ve babanız Trabzon merkezden mi?

Hayır, babam Oflu, annem Bayburtlu’ydu. Ben Trabzon'da doğmuşum, orada oturuyorduk çünkü. Daha okula başlamamıştım, 5-6 yaşlarındaydım ayrıldığımızda. Ama çok iyi hatırlıyorum Trabzon’u.

Babanız ne işle meşguldü?

Babam saat tamiri yapardı. Çocuğunun sayısı çoğalınca baktı ki geçim imkânsızlaşıyor, İstanbul’a yeni bir iş kurmak üzere geldi. 0 mesleği bırakıp İstanbul’a geliyor ve ticarete başlıyor, jşini oturtuyor ve “hadi siz de gelin" diyor.

1930’lu yılların Trabzon’u sosyal- kültürel açıdan oldukça canlı. Tiyatrolar, sinema gösterimleri, spor faaliyetleri... Anne ve babanız bu tür etkinliklere katılırlar mıydı?

Anne ve babam fazla sosyal değillerdi 1 konumlan itibariyle. Okuryazarlardı ama yüksek tahsilleri yoktu. Bir defa annem ve babamla beraber şehir tiyatrosuna gittiğimizi hatırlıyorum. Amfi bir tiyatroydu, babam orada loca ayırtmış bize, işte Trabzonlu ya; kıskanç! Orada oyun seyrettik.

Oflular dini bütün insanlardır bir de, değil mi?

Babam da öyleydi. Ben çok mutaassıp bir ailede büyüdüm. Ama insan bir yaştan sonra kendi istediği gibi yaşayabiliyor tabii ki. Evden ayrıldım, kendime yeni bir ev kurdum. Sanatçı oldum, bunlar hep evden ayrıldıktan sonra oluyor. Babamın yanında yapamazdım.

Huysuz Virjin karakteri o mutaassıp aileye verilen bir tepki olarak ortaya çıkmış olabilir mi?

Onu birisi daha sordu, bana da çok ilginç geldi sual. Ama cevabım hayır, zannetmiyorum. Biz uzun yıllar Beylerbeyi’nde oturduk. Bir cemiyetimiz vardı. O cemiyetin faaliyetleri arasında ramazan eğlenceleri de vardı. Kantolar yapılırdı, ben de tüm erkekleri kadın kılığına sokmaya başladım, isimler verdik birbirimize. O dönem zaten Virjin diye bir kantocu vardı, bana dediler ki senin ismin de "Huysuz Virjin" olsun, hani ben yönetiyorum diye... Biliyorsunuz insanlar yöneteni sevmezler, daima tenkit ettiği için. İşte bu “Huysuz Virjin" benim böylece sahne ismim oldu. Ben de zamanla gerçekten huysuz bir kadın oldum...

Önce isim ortaya çıktı, isme uygun içerik-karakter sonra oluşturuldu.

Evet, o isim de benim şovuma çok uygudu.

Anne-babanızda Karadeniz şivesi var mıydı?

Trabzon aksam var mıydı bilemiyorum, bana hiç geçmemiştir. Evle de çok bağlantılı değildim, çünkü yatılı okuyordum. Cumartesi eve gelirdim sabah, pazar yine okula gönderilirdim, öyle disiplinli geçti çocukluğum.

Karadeniz şivesini çok hatırlamıyorum ama babam ve annem Rumca konuşurlardı evde, gizli bir şey söylemek istedikleri zaman. Mesela “imana"! İmana anne demek. Hatta bize bir hizmetçi getirildi Trabzon'dan. 0 da Rumca konuşurdu, anlamazdık bakardık ne diyorlardı diye. Sanki yabancı bir yerdeydik...

Mutaassıp ailede büyümek gülüp eğlenmenin daha sınırlı yaşandığı, kontrol altında tutulduğu anlamına geliyor mu?

Tabii orası öyle. Çok rahat kahkahalar atılan bir evde geçmedi çocukluğum. Babamın hep baskısı altında, çok disiplinli geçti. Ama bakın işte, insan bir şeye çok niyet ederse ne olursa olsun yapabiliyor. Çünkü geçinmem lazım. Evden ayrıldım, para sıkıntısı çekiyorum. O durumda baba şunu yap, bunu yap diye yönlendiremiyor. Sen tek başınasın ve geçinmek için ne gerekiyorsa yapacaksın. Benim de buna              hevesim var, böyle bir şeye atıldım., aslında Türkiye'de bundan elli sene evvel kadın kılığına girip şov yapmak çok acayip, zor bir şeydi. Bir de Trabzon'dan gelip bunu başarmak..!

Aynen öyle. Sohbetimizin başında babam kıskançlığından bize locadan izletti tiyatro oyununu derken, Trabzonlu oluşundan dem vurmuştunuz. Siz de birkaç röportajınızda kıskanç olduğunuzu söylüyorsunuz. 0 da Trabzonluluktan mı?

Valla Trabzonluluktan mı geliyor bilemiyorum ama ben sevdiğimi çok kıskanırım. Yakın arkadaşımı da aynı şekilde kıskanırım, iyi bir özellik değil ama … Mesela kuş besliyorum ya , kuş yardımcımla daha çok ilgili. Bana, “vırr” yapıyor onun eline geliyor, onunla öpüşüyor; onu bile kıskanıyorum. Terbiyesiz , senin yeminin parasını ben veriyorum diye…

Ailede mizah yönü güçtü, sizi güldüren, eğlenceli birisi var mıydı?

Böyle başat derecede aktif olan, yerlere yatırırcasına güldüren biri yoktu. Ama bu bendeki , Karadenizliliğimden gelen bir hazırcevaplık olabilir. Zaman zaman bakıyorum da , mesela yakın bir arkadaşımın Karadenizli ahbapları vardı, karı koca. Onlarla birlikte yiyip içmeye giderdik. O arkadaşım vefat edince aileyle irtibatım da koptu. Ama içmeye gittiğimde bakardım, karı koca çok esprililer... Anlardım ki Trabzon insanı genel olarak böyle. Ama biz aile biraz mutaassıp olduğu için pek rastlanmazdı böyle karakterlere... Biliyorsunuz geçende yetenek yanşmasında çocuğun biri çıktı. Doğaçlama espriler yaptı, falan... Baktım o da Karadenizli!

Hayatınızı anlattığınız  “Katina'nın Elinde Makası” isimli kitapta pazar sabahları ailecek peynirli yediğinizden söz etmiştiniz...

 Evet. İstanbul'da da yapıyorlar ama çocukken  Trabzon'da yediğim peynirlinin tadını alamıyorum. Buradakinin ya peyniri güzel değil, ya hamuru. Bir tek buradaki yardımcımın eşi yapıyor kendi evinde, arada getiriyor. Biraz biraz onda buluyorum o tadı. Ama Trabzon'da pazar günleri yediğim peynirlinin tadı bambaşkaydı.

Karalahana pişer miydi evde?

Karalahana ailemin evinde çok pişerdi. Sonra kuymak, kaygana... Ben hala bazı sabahlar kuymak yaptırıyorum evde. Televizyon Programına falan gideceksem, acıkmayayım diye. Nitekim tutar kuymak, sabah yiyince öğlene kadar acıkmıyorum. Biraz da bugünkü sıhhatimi çocukluğumda yediğim karalahanaya borçlu olduğumu düşünüyorum. Çocukken çok sağlam beslendim. Bahçemde de karalahana vardır, kendim yetiştiriyorum. Ama karalahananın yemeğini severim, çorbasını çok sevmem. Çocukken de içindeki o fasulyeleri ayıklar, yemezdim.

Ablanızın siz çocukken bacaklarınıza vurduğu ısırgan otları da şifa olmuş olabilir mi?

Aaa, evet... Öyle büyüttü beni ablam. Allah rahmet eylesin, tüm kardeşlerim vefat etti. Ama onlar da böyle iyi beslendiler, hepsi 80’li yaşlarında öldü. Tek bir ablam erken vefat etti.

Allah size uzun ömür versin.

Daha ne versin, geldik 80 yaşına. 180 yaşıma kadar mı yaşayacağız?

Öyle demeyin lütfen, siz bize enerji veriyorsunuz.

Evet, o moral veriyor insana. Dün programda kaç yaşındasın diye sordum seyircilerden birine, 65 dedi. Adam yanımda babam gibi duruyordu.

İnsanın genç ya da yaşlı oluşu hayata nereden tutunduğuyla ilgili. Siz çok derinden sahiplenmişsiniz yaşamayı.

Galiba... Çok zor kazandım, kazandığımı yiyip gideyim istiyorum. (Gülüyor)

Çok zor ve tepeden tırnağa kendi emeğinizle kurduğunuz bir yaşam. Tıpkı bu ev gibi.

Evet, bir de az önce bahsettiğim gibi, Türkiye'de kabul ettirilmesi çok zor bir olayı kabul ettirip, olayı sıfıra indirmeden, devamlı yukarıda tutarak bugünlere getirdim. Ben mesela her assolistle çalışmam. O assolist için gelecek olan seyirciyi hesaba katarım. 0 seyirci beni seviyorsa, sahneye çıkarım. Bazı assolistlerle çalışırım mesela; Ajda'yla, Muazzez Abacıyla... Onların seyircisi beni sever. Ama ne bileyim, bazılarıyla çalışamam, prensibimdir. Çıtayı böyle yüksek tuttum ben hayatım boyunca. Az iş yapayım ama nitelikli, sevilen işler yapayım istiyorum. Her format iyi olmuyor. Daima incelerim, tenkit ederim en iyisini yapmaya çalışırım.

Tüm hayatınız Huysuz Virjin karakteri içinde dans ederek geçti. Peki horona hiç merak salmadınız mı?

Horon bir kere çok zor, çok ritmik bir dans. Horonu yapacak ahbabım, ortamım olmadı. Yoksa oynamak isterdim mutlaka, çok güzel bir dans.

Babanız oynarmış sanırım...

Babam oynardı. Hatta bir seferinde oturma odasında oturuyoruz. Radyoda Karadeniz müziği çalmaya başladı. Babam kalktı yerinden, holü geçti, salona girdi. Orada oynamaya başlamış... (Sesi titriyori

Sizin yanınızda oynarsa otoritesinin sarsılacağından mı korkuyor?

Herhalde, bilmem ki... Ayıp diye düşünüyor herhalde, öyle bir adamdı, despottu canım, çok despottu.

İnsan yaşı ilerledikçe, anne babasına benzer özelliklerini daha çok keşfetmeye başlarmış. Kendinizde böyle bir değişim hissediyor musunuz?

Yok. Hayır, ben öyle bir şey görmüyorum. Daha doğrusu babamın mizacını da unuttum. Sadece korktuğumuzu bilirim babamdan. Sert bir adamdı, döverdi çocuklarını. Ama ben hiç dayağını yemedim. Ona göre çok temkinli hareket ederdim. Ama abilerimi, ablalarımı çok döven bir adamdı. Medeni bir insana yakışmayan davranışları vardı, bugünden bakınca bunu söyleyebilirim.

Peki ya anneniz?

Anne tam tersine, uysal, melek gibi bir kadın. Erkek bu kadar despot olursa, anne otomatikman yumuşak oluyor, onu dengede tutmak için. Aksi olsa devam edemezdi evlilikleri.

Aileye girebildi mi Huysuz Virjin? Kabul etti mi aileniz?

 Ben profesyonel olarak işe başladığım zaman annem babam yoktu. Amatör olarak çalışırken haberleri vardı, ama televizyondur şovdur falan, onları görmediler.

Peki ya abiler, ablalar?

Kimsenin kimseye bir şey diyecek durumu yoktu. Herkes evlerini ayırmıştı, kendi geçimine bakıyordu. Benim amcaoğullarım falan da ilk başta biraz itiraz eder oldular; ama sonradan baktılar ki herkes saygı gösteriyor yaptığım işe.

Turneleriniz oluyor İstanbul dışına. Şovunuz için daha önce geldiniz mi Trabzon’a?

Maalesef, Trabzon'da hiç program yapamadım. İsmail Türüt aradı geçende, Trabzon'da konserimiz var, halk sizi de görmek istiyor diye. Ama onunki stadyum konseri, insanlar ayakta dinliyorlar. Ben o seyirciye hitap edemem. Benim seyircim oturacak, yemeğini yiyecek, içkisini içecek. Böyle bir kitleye hitap edebilirim ben. Bir de uçak korkum var, binemiyorum uçağa. Trabzon da çok uzak oluyor karayoluyla...

Trabzon, pek çok sanatçının doğup büyüdüğü bir şehir aynı zamanda. Mesela Türkiye’deki ressamların önemli bir kısmının Trabzonlu olduğu söylenir...

Şunu söyleyebilirim; benim Trabzon'dan aldığım bazı sanatsal yönlerin olduğunu düşünüyorum; sahne dışında da. Mesela şu gördüğün minderleri ben kendim yaptım. Bu odada aklınıza ne geliyorsa: Şu örtüyü, duvardaki kanaviçeleri... Bunların hepsi benim el emeğimdir, hazır değildir. Hazırda bu estetiği bulamazsın. İşte bu estetiği de ben Trabzon'dan aldım, diye düşünüyorum.

Elbiselerinizi de siz tasarlıyordunuz sanırım?

Evet, elbise modellerini ben veririm terziye. Yaptığım işe uygun olsun diye. Mesela bir Emel Sayın elbisesi giyip yansıtıyorum. Mesela bu koltuklan yaptırıken adam aynı kumaştan minderler yapmıştı. Onlar da kalabilirdi burada, ama bu ortama renk açısından da uyum sağlayacak, evi ısıtacak bir minder olması gerekirdi. Bende bunları yaptım işte. Hayır, yapmazsan ne olur? Ama bende uğraşılacak,yapılacak, konulacak böyle... Ha bir de atılmak üzere olan bir şeyi alıp yeniden değerlendirmek çok hoşuma gider.

Çektiğiniz yoklukla ilgili bir şey olabilir mi?

 Olabilir tabi. Memuriyet zamanından kalma. Ben aile evinden hiçbir şey almadan çıkmıştım. Abimle kavga edip ayrılmıştım çünkü. Bir tek yatak yorganım vardı. Aileden gelen bir şey yok.

Sevdiğiniz, dost sohbetlerinde anlattığınız Karadeniz fıkraları var mıdır?

Olmaz mı? Severim anlatmayı. Mesela, bir gün Temel telefon ediyor eve, “Fadime suyu kaynat geleyrum, hiçbir şey yapamazsak çay demleruz."

Hiç futbol oynadınız mı Çocukluğunuzda?

 Oynadım. Mahalledeki çocuklarla... Takım eksik olduğunda çağırırlardı beni, kalecilik yapardım... Ama top sert falan geldi mi, şöyle kenara kayardım, geçerdi Itop. Öyle kendimi atamazdım yerden yere. (Gülüyor)

Huysuz futbolcu olsa hangi mevkide oynardı?

 Geride oynardı, bek olurdu herhalde, fazla önlerde oynamazdı.

Trabzonspor'u takip eder misiniz?

Evet. Ama bu sene Trabzonspor pek de iyi gitmiyor değil mi?

Maalesef.

Senelerce şampiyon olmuştuk oysa... Ne tuhaftır çocuklar, Trabzon'un maçını seyrederken dua ederim ben. Hiç kimse inanmaz buna ama ben inanıyorum ya... Sahiden benim duam biter, Trabzonspor gol atar.

Hangi duaları ediyorsunuz bize de söyleyin, biz de edelim.

Üç kulhuvallah bir elham.

Haftaya kritik bir maçımız var, dualarınıza çok ihtiyacımız olacak yani...

 Dur, edeyim bakayım.

Trabzonsporlu bildiğiniz, sevdiğiniz futbolcu var mıdır?

Şenol Güneş'i çok severim. Dünya tatlısı bir insandır. Ankara'da bir şovumu izlemeye gelmişti. Orada bana olan yakınlığı, gözünün içinin sıcaklığı… Tüylerim diken diken olmuştur. Çok severim o nedenle…

Seyfi Bey çok teşekkür ediyoruz. Bizim sorularımız burada bitti, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Var. Eğer daha genç yaşta para sahibi olsaydım, Trabzon'a döner, yerleşir, orada yaşamak isterdim. Çünkü çok iyi biliyorum; ben Trabzon'da yolda yürürken tökezlesem bir sürü insan bana yardımcı olur. İstanbul’da da yaparlar tabii. Ama İstanbul'da bir kişi yanıma koşarsa, Trabzon'da on kişi... O yüzden Trabzonluları seviyorum. Karadenizlilerin zaten birbirini tutma eğilimi vardır. Kendimden biliyorum, ben askerdeyken bir asker Karadenizliyim deyince, ona daha uysal davranırdım!

İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri