CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun, Diyarbakır Silvan'da yaşanan çatışma sonrasında yaptığı “Kamuoyuna çağrı” başlıklı yazılı açıklaması, Genel Merkez tarafından “veto” yedi. Tanrıkulu, “Kim neden yaptı bilmiyorum, yapanlar herhalde bilgi verecektir” dedi.
Diyarbakır eski Baro Başkanı olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır'ın Silvan kırsalında yaşanan çatışma sonrasında bir açıklama kaleme aldı. Tanrıkulu’nun, Silvan’da PKK’lılarla girdikleri silahlı çatışmada şehit düşen 13 askerin arkasından yayımladığı ve “Tanrıkulu’ndan kamuoyuna çağrı” başlıklı açıklaması, CHP muhabirlerine mail yoluyla gönderildi. Bu mailden yaklaşık 10 dakika sonra CHP Genel Merkezi Basın Bürosundan aynı gazetecilere bir mail daha geldi. Genel Merkez’den gönderilen mailde, “Kısa süre önce bu mailden Sezgin Tanrıkulu adına yollanan mail iptal edilmiştir. Lütfen dikkate almayın” uyarısı yer aldı.
"SANSÜR YOK AÇIKLAMA YENİLENECEKTİ"
Konu hakkında görüşlerini almak için Vatan gazetesinni ulaştığı Sezgin Tanrıkulu, yazısının neden geri çekildiğine ilişkin bilgisi olmadığını, nedenini öğrenmek için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşeceğini belirtti. Tanrıkulu, “Olayın üzerine gitmedim. Kim, neden yaptı bilmiyorum. Yapanlar herhalde bana bilgi verecektir” dedi.
CHP Genel Başkan Basın Danışmanı Baki Özilhan ise, “Sansür yok. Açıklama geri çekilmedi. Açıklama yenilenecekti, bir iletişim problemi yaşandı sanıyorum. Geri çekilse açıklama hiç yayınlanmazdı” açıklamasını yaptı. Olaydan İstanbul’da olan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun ise bilgisi bulunmadığı öğrenildi. Kılıçdaroğlu’nun haberinin olmadığı, Tanrıkulu’nun ise nedenini bilemediği “veto” nedeninin, açıklamadaki “50 bine varan can kaybı” ve “savaş ortamı içine düşüverdik” ifadeleri nedeniyle olmuş olabileceği CHP kulislerinde dillendiriliyor.
İŞTE GERİ ÇEKİLEN O AÇIKLAMA
Sezgin Tanrıkulu ’nun Genel Merkez tarafından geri çekilen yazılı açıklaması ise şu şekilde: “Hepimizin başı sağ olsun. Bugünler tüm toplum için yas günleri. Çatışmayla iç içe yaşadığımız neredeyse 30. yıla giriyoruz. Ancak, çatışmalarda ölenlerin çoğu, 30 yaşını görmedi bile. Sadece çatışmayı görerek büyüyen, çatışmaktan başka bir alternatifi hayaline dahi getiremeyen, ancak neden çatışıldığını da bilemeyen, çatışmaya sürükleyen sebeplerden habersiz nesiller yetiştiriyoruz. Gelecek kuşaklara mirasımız bu olmamalı. Yakıp yıkmak ve öldürmekle, çeyrek yüzyılı aşkın zaman geçirdik ve bunun çözüm olmadığını gördük. Olsaydı, bugün 50 bine vardığı belgelenen can kaybı yaşanmazdı.
Bir 30 yıl daha böyle geçebilir. Bu 50 bin kişi bugün aramızda olsaydı, bugün Türkiye çok farklı bir yer olabilirdi. Onları yitirmeseydik, çok daha farklı bir noktada olabilirdik. Gençlerimizi, geleceğimizi yitirdik, yitirmekteyiz. O nedenle, şimdi barışın dilini konuşmak mecburiyetindeyiz. Bu, boynumuzun borcudur. Son olaylarla beraber, birden Türkiye’nin dört bir yanında, savaş ortamı içine düşüverdik. Savaşın diliyle konuşmaya başladık. Savaşın, uçurumunun kenarında yaşamamalıyız. Bu oyun, her kimin oyunuysa, bozmalıyız. Barışın dilini konuşarak, bunu yapabiliriz. Savaşın sonunu sadece ölüler görür derler. Biz, yaşama şansına sahip olanlar olarak, her nefeste, nasıl bir barışı inşa edebileceğimizi düşünmeli, zamanımızı buna harcamalıyız. Bu konuda kamuoyunda çokça konuşuluyor. Konuşanlar da, çeşitli yorumlar yapıp, sonra kendi hayatlarına dönüyor. Şimdi de birçok siyasetçi bu konuda sert açıklamalar yapıp sonra yaşamlarına aynen devam edecek. Oysa bu yıkımın kurbanlarını geri getirmeye imkan yok, yakınlarının yaşamı da sonsuza kadar değişiyor. Kimse, insan hayatını siyasetin malzemesi yapmamalı. Yaparsa da, bugün kazanacağı göreceli zafer, yarın onurunu zedeleyen bir leke olacaktır.
Türkiye’nin bu temel sorununu çözmeden, diğer hiçbir konuda ilerleyemeyiz. İnsan üzerinden yeni bir dille, yeni bir yaklaşımla, yeni bir siyasi dil oluşturmak zorundayız ki, çatışarak değil, zıtlaşarak değil, kutuplaşarak değil; ortaklaşarak, toplumsal bir mutabakat sağlayarak, çatışmaya karşılık askeri değil, politik bir yol açabilelim. Çözüm için yapılacaklar üzerine Türkiye çapında birçok fikir üretilmiştir, çaresiz değiliz. Yeni Anayasa süreci de bize çözümün temelini atmak, hem de sağlam atmak için altın bir fırsat sunuyor. Barışa, ancak yaşamı, insanı, hayatı yücelterek ulaşabiliriz, onu hak edebiliriz.”