Askeri savcılık devreye girerdi
HERKES merak ediyor... Ergenekon olayı bazı komutanların dönemin genelkurmay başkanı Org. Hilmi Özkök'ü ikna edemedikleri bir darbe girişimi midir?
Bu konuda Şamil Tayyar bir kitap yazdı. Hakkında soruşturma açıldı. Soruşturma açıldığına göre yazılanlar dikkate alınmalı...
Bu yüzden gözler Org. Hilmi Özkök'te...
Önceki gün Özkök Paşa'yla konuştum...
Açık cevaplar verdi...
Önce bir soru:
- Ortada bir iddia var. Bazı komutanlar bir darbe hazırlığı içine girmişler. Sizin döneminize rastladığı söyleniyor. Hiç böyle bir girişimi hissettiğiniz bir durum oldu mu?
Özkök Paşa'nın bu cevabına dikkat:
- Böyle bir şey yok. Olsa zaten askeri savcılık müdahale ederdi. Basından öğrendiğimiz kadarıyla iddialar sanıyorum emeklilik dönemleriyle ilgili. Bu nedenle diyorum ki, eğer görevde olsalardı askeri savcılık müdahale ederdi.
Böyle bir girişim yok
Peki şimdi ne anlayacağız bu cevaptan?
Ben önce şunları anlıyorum:
1) Özkök Paşa TSK'nın üzerine yapıştırılmaya çalışılan "darbeci, demokrasi düşmanı" gibi suçlamalara karşı çok temel ve hiyerarşik bir cevap veriyor. "Öyle bir şey olsa askeri savcılık devreye girer" sözünün anlamı budur. Yani "Biz darbecilerin gereğini yaparız" diyor. Yani biz muz cumhuriyeti ordusu değiliz diyor. Yani "Biz erken kalkan darbe yapar devleti değiliz" diyor.
2) Ve bir o kadar daha önemli bir bilgiyi aktarıyor. Özkök Paşa, bazı kuvvet komutanlarının kendisine karşı görev süresi içinde böyle girişimleri ya da örgütlenmeleri olmadığını söylüyor. Ya da en azından kendisinin bilgisi olmadığını aktarıyor.
Ve bütün bunların çok ötesinde bir çağrıda bulunuyor...
"Sokakta önümü kesiyorlar. Millet soruyor. Ben de bir cevap veremiyorum. Gerçekten halkın kafası karışık. Bu endişe edilecek bir durumdur."
Peki ne yapılmalı?
- Halkın kafasındaki soruların resmi bir kişi tarafından cevaplanması gerekiyor. En azından ne olduğu anlatılmalıdır.
Cumhurbaşkanı göreve
- Kim bu kişi?
- Örneğin Cumhurbaşkanı. Anayasa'daki görevi gereği bunu yapmalı. Kurumlar arası çatışmayı ortadan kaldıracak bir tavır almalı. Ya da Meclis Başkanı. Başbakan, belki de görevlendireceği bir bakan kamuoyunu aydınlatmalı.
Evet, Org. Özkök "endişe yaratan bu gerilim"den kurtulmak için öncelikle Cumhurbaşkanı'nı göreve çağırıyor ve devam ediyor:
- Her şey sonuçta demokrasi ve hukuk çerçevesi içerisinde çözülecektir. Öyle olmalı.
Şu anda kamuoyunda tartışılan "darbe iddiaları"nın hangi dönemi kapsadığı iddianame ortaya çıkınca anlaşılacak.
Özkök Paşa görev yaptığı süre içinde sürekli olarak, hukuk devletinden söz etmiştir.
Bu nedenle söylediği bu sözler anlamlıdır.
İKİNCİ YAZI
PİNA KATLİAMI
BODRUM 'un Pina Yarımadası'nın önceki ve sonraki halini gördünüz mü?
Katliam olmuş.
Ağır, taş heyüla bir beton otel yapılacak diye, çamlar, çalılar, yeşil dikenliler, kuş cennetleri, ardıç sesleri, ağır ve sessiz kaplumbağa yavruları, meşeler, o güzelim ağaçlar kesilip atılmış.
Betondan bir otel yapılacak diye... Başka yer yok diye... Yetmemiş. Denizi doldurmuşlar..
Turizm Bakanı kızgın. Orman Bakanı öyle. Vali sinirli... Ama sonuç yok..
Katliamı yapan devam ediyor... Acaba diyorum bunun bir cezası yok mu?
Ben tam bunu söylerken bir de bakıyorum. Bunu yapan işadamına, yüzlerce milyon dolarlık hızlı tren ihalesini vermişler. Hem de daha yeni. Şaşırıyorum. Katile iş verilmiyor da, çevre katiline nasıl ihale veriliyor. Balık kuş ağaç katiline.
Ya da neden şöyle denmiyor:
- Tamam kardeşim bu ihaleyi aldın. Ama o katliamı durdurup temizlemeden olmaz.
ÜÇÜNCÜ YAZI
İMRALI'DAN METRİS'E
HAKKARİ Komando Tugay Komutanı'ydı...
O zaman görmüştüm. Helikopterlerin biri inip diğeri kalkıyordu. Yaralı taşıyanlar vardı.
Çatışmalar, yaralı Mehmetler, kan, toz, ölüm bölgesiydi...
Dağın başındaydı...
Bir gazeteci grubu olarak oradaydık. Ve genç general heyecanla anlatıyordu. Sesini güçlükle duyuyorduk. Arkada askerleri çatışma bölgesine götüren helikopterlerin gürültüsü..
O ise heyecanla, bağırarak anlatıyordu:
-Bu Mehmetler o teröristlere dersini vermeye gidiyor işte. Allah yardımcıları olsun...
Aradan zaman geçti..
İmralı'daydı...
İmralı ona bağlanmıştı. Öcalan'ın mahkemedeki kafesini o hazırladı.
Mahkemeye giyeceği elbiseyi seçerken o sormuştu:
- Ne renk giymeli acaba?
- Kahverengi...
İmralı'da yıllarca Öcalan'ın hapis hayatını o kontrol etti...
Ne garip değil mi?
Şimdi Metris'te... İmralı'dan Metris'e...
Hurşit Tolon...
Söylenecek tek şey var:
- Suç varsa mutlaka ceza olmalı. Yasalar önünde herkes eşittir. Anayasa, adalet, hukuk devleti ve demokrasi artık bu milletin tek uygarlık yoludur... Memleketi için ölüm bölgelerinde dolaşmış bu heyecanlı askerin suçlu olup olmadığına elbette adalet karar verecek...
Ben yalnızca hatırlatmak istedim..
İmralı'dan Metris'e gelen bir kader çizgisi...
Ölümün kıyılarında çatışmış insanlar için, onur heyecan katsayısı çok daha keskin bir duygudur.
Bir askerin cezaevine gidişini bir "demokrasi zaferi" gibi havai fişekleriyle kutlayanlara hatırlatmak istedim...
Demokrasi önce adalete güven ve her durumda insan onuruna saygıyla başlar...
DÖRDÜNCÜ YAZI
ONU HANGİ MAHKEME NASIL YARGILAYACAK
KUDDUSİ Okkır'ın yargılanamadan cezaevinde ölmesi nasıl bir olaydır...
Nasıl bir insanlık meselesidir?
Cezaevinde mahkemeyi beklerken ölmek.
O son bakışları cezaevinde hiç mi görülmedi. O eriyen beden hiç mi dikkat çekmedi?
Belki de öldükten sonra yargılanıp suçsuz çıkacak. Çıksa ne olur. En büyük mahkemeye gitti zaten... Ve belki de o büyük mahkemede, ondan önce, son ana kadar cezaevinde eriyişini görmeden tutanlar yargılanacak...
Hürriyet'in İnsan Hakları Treni'nde Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye temsilcisi Levent Korkut'la konuşuyorum..
Şöyle diyor: - Bu iddianame yazma-oluşturma aşamasının bir süresi olmalı. İnsanlar resmen neyle suçlanacağını bilmeden cezaevlerinde aylarca yatırılamaz.
- Nasıl bir süre yani?
- Dünyada örnekleri var. Yani diyebilirsiniz ki, şu şu suçlamalarda iddianame örneğin 2 ay içinde mahkemeye sunulmalı... Böyle olmayınca bakın insanlar aylarca cezaevinde kalıyor.
Kim bilir şu anda iddianamesinin yazılmasını ya da davanın başlamasını, sonuçlanmasını cezaevlerinde bekleyen kaç insan vardır... Kaç mağdur... Kaç acılı insan. Ve onları dışarıda bekleyen kaç yorgun...
İşte Okkır... Yargılanamadan ölen zanlı...
Türkiye bari bu meseleyi AB'yi, ABD'yi AP'yi, insan hakları örgütlerini ya da af örgütlerini beklemeden çözse...
Suçlu suçsuz kendi insanına, vatandaşına saygı duyan bir devlet gibi...
BEŞİNCİ YAZI
CUMHURBAŞKANI BU MAÇA GİTMELİ
YILLARDIR yazıyorum. Açın şu sınırı. Bırakın Ermenistan'la uğraşmayı...
Kapıları açsanız. Hepsi gelse İstanbul'da kaybolurlar. Neden korkuluyor? Neden sınırlar kapatılıyor. İşte davet geldi. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, Türkiye-Ermenistan karşılaşmasına Cumhurbaşkanı Gül'ü çağırdı...
Tanıdığım Abdullah Gül o maça gider. Ve eğer giderse...
Skor ne olursa olsun o maçın galibi barış olur. Türkiye olur. Azerbaycan olur. Ermenistan olur. Kars olur, Erivan olur, Bakü olur. Korku kaybeder...
ALTINCI YAZI
NE DEMEK İSTİYOR
Abdüllatif Şener iki şey söylüyor:- Türkiye normalleşme için seçime gitmeli...
- Yeni bir parti kurulması gerekiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ı bugüne kadar açıktan eleştirmeyen Şener belli ki artık, keskin eleştirilere başlayacak. Yani muhalefete... Yeni parti arayışı bunu gösteriyor. Hatta daha da ötesinde böyle bir partinin kurulması için çalıştığını söylüyor. Peki bu nasıl bir parti olacak? AKP'den kimse olacak mı? Belki de hazırlık şu senaryoya dayanıyor:
- AKP kapatılacak. Erdoğan yasaklanacak. Ve Şener, yeni bir hareket başlatarak parti içinden miletvekili desteği arayacak.
Senaryonun bu bölümü AKP içinde gerilimden memnun olmayanlara dayanıyor. Diğer bölümü ise toplumda etki yaratabilecek isimlere bağlı...
Belki çok şaşırılabilir ama Şener'in sözünü ettiği yeni anlayış ve yeni partide örneğin Hikmet Çetin de olabilir. Erkan Mumcu da... Belki Demirel destek verir..
Peki bu olabilir mi? Ya da böyle bir hareket tutar mı?
Öncelikle şu eleştiri gelecek:
- Mahkeme kararıyla açılan yolda siyaset yapmak "ara dönem siyaseti"dir. Millete dayanmaz...
Peki bu eleştiri tutar mı?
Tutma oranı bu tür bir parti arayışından daha çok...