Trabzon'da tatil günlerini geçiren yazar Nihat Genç ile Trabzon'un en güzide yerlerinden biri olan Ganita'da sohbet ettik. Genç'in yanında eşi Nuriye hanım ve Of Merkezli bir kuruluş olan Genç Aydınlar Derneği'nden arkadaşlarda vardı.
Genç ile sohbetimiz oldukça keyifliydi. Trabzon'u O'nun ağzından dinledik ve Genç'in Trabzon'dan ayrılışının çok ilginç bir hikayesi var. Türkiye gündemine dair çok önemli açıklamalarda bulunan Yazar Nihat Genç, Ergenekon davasına farklı açılardan bakarak davanın Türkiye'ye etkilerini aktardı bizlere.
Eee Üzerinde Trabzonspor formasıyla Trabzon sokaklarında gezen iyi bir Trabzonspor taraftarı olduğunu ifade eden Genç ile Trabzonspor'u konuşmasak olmazdı. Genç'in çok özel bu açıklamalarını sizlerle paylaşıyoruz.
Tatilinizi Trabzon'da geçiriyorsunuz Yanılmıyorsam 4-5 gündür Trabzon'dasınız. Memleket özlemini giderebildiniz mi?
..."Ama şimdi kabaca söylenen 'laz müteahhit' lafı doğru ve içimizi acıtan bir laf. Binalardan utanıyorsunuz. Ben bir-iki yıldır güzel bir şey buldum, artık Karadeniz'e geldiğimde mimariden hiç konuşmuyorum."
İnsan doğduğu toprağa karşı çok derin kemiklerinden bir sızı duyuyor. Mehmet Akif'in bir sözü vardır, 'İnsan yaşlandıkça içindeki çocukluk bir yara gibi büyür' Bu özlem sen yaşlandıkça bir yara gibi büyüyor ve sızlıyor. Bu tüm Karadenizlilere dair bir şey. Şuanda belki de tüm Türkiye'nin en kalabalık şehri Trabzon. Ne Bodrum, ne İstanbul bu kadar kalabalık değil. Demek ki toprak hasreti, mezar hasreti, çocukluğun geçtiği yerler, bu tepe, bu dağ, bu orman, bu sis milyonlarca insanı buraya çekiyor. Karadenizlileri tüm dünyadan ayıran vasıf kendi topraklarına aşık olması, aşırı bir aşk var ve hepimizi sarmış durumda.
Dışarıdan bakıldığında kendini beğenmiş, biraz burnu büyük gibi görünebilir ama gerçekten toprağımıza fazla bir düşkünlüğümüz var. Bende diyorum ki, bu toprağımıza olan düşkünlük mimariye olan düşkünlüğümüze de dönüşsün. Estetik kültür de tam otursun. Biçimsiz binalardan kurtulalım. Karayolunun etrafındaki çirkin yapılaşmalardan kurtulalım. Doğaya uygun çerçevelerimiz ve kapılarımız olsun. Bu toprağı, bu emaneti, hayırlı bir şekilde bizden sonrakilere bırakalım. Ama şimdi kabaca söylenen 'laz müteahhit' lafı doğru ve içimizi acıtan bir laf. Binalardan utanıyorsunuz. Ben bir-iki yıldır güzel bir şey buldum, artık Karadeniz'e geldiğimde mimariden hiç konuşmuyorum. (gülüşmeler)
ALLAH HİÇ KİMSEYİ KARADENİZ ÇOCUĞUNUN ANNESİ YAPMASIN BAKIN NEDEN?
Çocukluğunuz Trabzon'da geçti, gençliğinizin de bir kısmı. Bugün Trabzon'u dışarıdan izliyorsunuz. O günden bugüne gençliğin eğilimlerindeki değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
"...ben Sotka'da Şenol Güneş, Fuat Saka, Nihat Genç bu üçü bir sokakta 50 metre ara ile doğduk. Köyüme gittiğimde ise Sunay Akın, Bedri Rahmi, Volkan Konak hepimiz aynı yerlerdeyiz. Bu bereket bu toprakta var.
Benim çocukluğumdan beri Tonyalılar, Maçkalılar, Oflular, Çaykaralılar Bu insanlarla birlikte büyüdüm ben. Bu insanların içinde tarifsiz bir hırs var. Son yılların moda lafıyla enerji var. Bana sorarsan bir hayat kudreti, bir hayat kuvveti var. Bu hayat kuvvetini hayata geçirme noktasında kanalize etme konusunda çok büyük sıkıntı var.
Mesela ben Sotka'da Şenol Güneş, Fuat Saka, Nihat Genç bu üçü bir sokakta 50 metre ara ile doğduk. Köyüme gittiğimde ise Sunay Akın, Bedri Rahmi, Volkan Konak hepimiz aynı yerlerdeyiz. Bu bereket bu toprakta var. Ama bunu kanalize etmek, yani biçimsiz heyecanları, biçimsiz öfkeleri, kudurmuşluğu, kendi içine sığmamaları, bir sanata, bir mimariye, bir mühendisliğe dökme noktasında Karadeniz gençliği çok büyük acılar çekiyor.
Mesela bu son yıllarda moda olan 'hoptek' dediğimiz (kolbastı) oyun aşkın bir folklor. Burada artık folklor aşılıyor, dans aşılıyor vecih haline geliniyor.
Oyun devam ederken hafif bir çıldırma yaşanıyor. Biz buna kendinden geçiş vecd diyebiliriz. Bu enerjiyi boşaltma şeklidir. Burada bir yazar, bir şair, bir politikacı olduğu zamanda bu seri aşkınlığı ve transı onun mesleğinde de bulabilirsin. Fuat Saka'nın 'Ula Ula'sı veya Nihat Genç'in televizyondaki seri konuşmaları da normal değil. Herkes tane tane konuşuyor, görüyorsunuz. Derdini de güzel güzel anlatıyor. Ama sıra bize gelince bağırma, çağırma, kabına sığmama Bu toprakla olan bir şey. Bedri Rahmi benden 60 yıl önce yaşadı ama onda da görüyoruz.
Trabzon gençliğine üniversitenin büyük hizmet etmesi lazım. Üniversite çünkü kalıcı bir şey. Burada doğup büyüyenler bu şehri terk ediyor, tabi terk edecek, yazar olmuş, sanatçı, politikacı olmuş. Ama üniversite burada. Üniversite burada olduğu için bütün bu gençliğin sosyalleşmesi, eğitilmesi, müzik, sanat gibi alanlara dönüştürülmesi bu üniversitenin elinde. Trabzon'da çok köklü sosyal bir çalışma yok. Ama bir çok sosyal çalışma var, çok çabalayan var. Ama bu daha köklü ve yoğun olmalı. İzmir'de sosyal çalışma bir ise burada beş olması lazım. Bizim burada bir trafo yok. Her genç bir trafo. Her genç yarın bir bela olabilir. Her gençten yarın arızalar çıkabilir. Aşırı elektrik hepimizi çarpabilir. Cinayetlerle, siyasi kazalarla çarpabilir. Ya da başkaları kullanabilir. Dikkat edin kullanılan çocuklarda 17, 18, 19 yaşlarındadır. Aşırı sevgi ve sadakat kandırılmaya doğru itiyor. O yüzden Trabzon'un çok yüksek bir sosyal çalışması olması lazım. Tüm Anadolu'da Trabzon kadar gazete çıkan bir il yok. Samsun'dan Sarp'a kadar çok baskın, hükmeden bir gazeteci topluluğu var. İstanbul'daki gazetecilerle bile bu kadar zorlanmıyorum. Trabzon'daki gazeteciler çok zeki ve büyük çaba gösteriyorlar.
Fındık ve çayın durumu belli, bana sorarsan futbolun da durumu belli. Bizim kararımızı kültürden yana verip, bu şehri tam bir kültür şehri yapmalıyız. Yoksa çok tehlikeli oluşumlar hepimizin başını ağrıtır.
"Şunu biliyoruz ki dünyada en çok acı çeken anneler Karadenizli anneler. Allah hiç kimseyi Karadeniz çocuğunun annesi yapmasın. "
Şunu biliyoruz ki dünyada en çok acı çeken anneler Karadenizli anneler. Allah hiç kimseyi Karadeniz çocuğunun annesi yapmasın.
Çünkü Karadenizli annelerin, 17-18 yaşındaki çocuklarının hırtoluklarıyla, serserilikleriyle bütün bunlarla başı ağrır. Her ailedeki erkek çocuk o aile için bela durumuna gelir ve aile onun derdiyle yaşlanır. Onun için o çocukları o ailelere bela yapmayalım. Ülkeye katkılarıyla övünecekleri, iftihar edecekleri çocuklar haline getirelim. Belediyeler, üniversiteler ve yazarlar bu konuda aileleri yalnız bırakıyor. Çocuk ne yapsın, bir anne bir çocuğuna ne yapabilir ki. Çocuğunun sokağına hakim olamaz. Ama biz sokağa hakim olabiliriz. Çocuğa yön verebiliriz. Çocukların önünden özendikleri örnekleri (Şenol Güneş, Fuat Saka, Kazım Koyuncu, Sunay Akın) alırsan tetikçiye özenir, mafyaya özenir, hapçıya özenir. Zaten öyle bir ortamın içindedir, müsaittir.
Allah bu çocukların yardımcısı olsun. Bizde ailelerimize büyük perişanlıklar yarattık zamanında. Toparlanmamız, kuluçka dönemimiz uzun sürdü. O yüzden en iyi kendimden biliyorum.
BU ŞEHİRDEN ÇIKMAM BANKA USULSÜZLÜĞÜYLE OLDU
Sizin Trabzon'dan çıkışınız nasıl oldu?
"...bir otobüs param bile yoktu. Bu şehirden çıkmak için önce bir otobüs parası lazım. Zorlandık para bulmakta. Bu şehirden çıkmam bir banka usulsüzlüğüyle oldu, yanlışlığıyla oldu"
Bizim hayatımız Trabzon'da top oynayarak geçti. Hatta günde 3 maç yapıyorduk. Bugün kendime soruyorum neden bu kadar enerji üstümüzde taşıyoruz. 14 yaşlarında günde 3 maç yapmanın getirdiği yüksek volume metabolizmamızı fazla zorladı gibi geliyor bana. Yemek de yemiyorduk. Sadece su içiyorduk. Çıkmaya gelince, Orman Okulu'nda Ahmet Suat Özyazıcı'nın seçmeleri vardı, ondan sonraki yıllarda Özkan Sümer'in seçmeleri vardı. Benim arkadaşlarım, Sarı Yaşar, Sadi, Serdar Bali, Hüsnü Özkara, yaşları müsaitti ve topa kanalize oldular. Ben biraz daha büyük olduğum için (1956'lıyım) arkadaşlarım gibi olamadım. Kaçtım gittim İstanbul'a okumaya. Ancak bu şehre bir sitemimi dile getireyim. Bu şehirden okumaya gideceğim, bir otobüs param bile yoktu. Bu şehirden çıkmak için önce bir otobüs parası lazım. Zorlandık para bulmakta. Bu şehirden çıkmam bir banka usulsüzlüğüyle oldu, yanlışlığıyla oldu.
DOSTOYEVSKİ'NİN SUÇ VE CEZA'SI GİBİ BİR SAHNE YAŞADIM.
Nasıl yani? (gülüyor)
Maraş Caddesi'nde yanılmıyorsam Garanti Bankasıydı, ben oraya fındıktan 500 lira yatırdım. Bugüne göre hesaplarsak 5 YTL para yatırdım. Sonra İstanbul'a geleceğim 5 YTL'de yetmiyor. 20 YTL lazım ama yatırdığım 5 YTL'yi de çekmem lazım. Bankadaki kadın bana yanlışlıkla 50 YTL para verdi.
Orada Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı gibi bir sahne yaşadım. Ulan kadının bana fazla para verdiğini gördüm. Bu parayı iade edebilirim. Vicdanen iade etmem lazım. Ama iade edersem Trabzon'da bir çakal çocuğu olarak kalacağım. Garsonluktan başka bir şansım yok. 'En iyisi ben bu parayı alayım. Otobüs parası olarak kullanayım ve çok ilerde büyük adam olurum, çok ilerde ben bu memlekete bu borcumu öderim' dedim ve parayı aldım. (Kahkahalar Ganita'da yankılanıyor)
Şimdi Türkiye'de bir ismim var. O parayı ödemeye çalışıyorum.
Allah razı olsun diyoruz o zaman o bankacıdan (gülüşmeler)
Yoooo Hayır Hiç kimseye tavsiye etmem. Aşırı vicdancı bir insanımdır. Şimdiki kafamla o işi yapmam tabi. 17 yaşında vicdan ve ahlak konusunda bu kadar süzülmüş ve incelmiş bir insan değildim. Hasta değildim yani. O zamanlar bir çakal bir tarafımda vardı. Demek ki insanların bu dönüşünde hafif bir serserilik lazım. Zamanında lazım çünkü şuanda yapmam bunu.
"17 yaşında vicdan ve ahlak konusunda bu kadar süzülmüş ve incelmiş bir insan değildim. Hasta değildim yani. "
Sohbetimizi burada keserek Ganita'nın o eşsiz manzarası karşısında bir çay molası veriyoruz.
Ülke gündemiyle alakalı sorularımız da oluyor Genç'e. Ergenekon Operasyonu ile ilgili çıkışlarını hatırlatıyoruz ve soruyoruz;
Ergenekon Operasyonu karmakarışık bir halde. Ben şunu sormak istiyorum; biz dışarıdan nasıl yorumlamalıyız bu operasyonu?
Siz dışarıdan da ben içeriden miyim yani. (Gülüyoruz)
Hayır öyle demek istemedim. Sağlıklı olarak nasıl değerlendirmemiz gerekir olan biteni?
Ben bu toprakta doğdum. Bir bayrağım var. Bir tarihim var. Bağımsız bir Cumhuriyetim var. Sosyalizmi okudum, dünyadaki gelişmeleri izledim. Benim fikrim şudur; Bağımsız Cumhuriyet'ten yanayım. Olmazsa olmazdır. Dünyada en değerli şeyin bağımsızlık olduğunu düşünüyorum. Kurtuluş Savaşı, Çanakkale, bu toprağı bize emanet edenlere son derece saygılı olma taraftarıyım. Ve gücüm yettiği kadar bunun bayraktarlığını yapmaya çalışıyorum. Bunun hemen yanında Müslüman geleneklerimizin bizi şekillendirdiğini, bu toprakların bu dinle, bu ezanlarla, bu türbelerle, dualarla, bu kandil, bu bayramlarla ayakta durduğuna inanıyorum. O yüzden Müslüman geleneklerimiz bu cumhuriyetle iç içe yaşayacaktır, yan yana değil. Buna da imanım tamdır. Hem Müslüman geleneklerimiz, hem de bağımsız Cumhuriyetimiz iç içe yaşayabilir iddiasında, düşüncesinde bir yazarım. Bütün yazılarımda da bunu anlatıyorum.
Ne cumhuriyetin bağımsız tarafına geçip bana birisinin sadece 'laik' demesini beklerim, ne de Müslüman bir tarafa geçip birisinin bana 'Bunlar Cumhuriyetçi değil, Müslümandır' demesini isterim. İkisini de desin isterim.
"..Bağımsız Cumhuriyet'ten yanayım. Olmazsa olmazdır. Dünyada en değerli şeyin bağımsızlık olduğunu düşünüyorum"
Ergenekon olayına gelince, ben Susurluk başladığı zaman Leman Dergisinde ışıkları söndürerek burada büyük mücadele verdik. Ben çok sert yazılar yazdım. Mahkemelik oldum ve ceza aldım. O süreçten beri bunun ne olduğunu derinliğini anlamaya çalışıyorum ve anlayanlardan biriyim. Benim şahsi düşüncem bu derin devlet dönemi yani Susurluk döneminde büyük kazalar oldu güneydoğuda. Devlet hukuksuz faili meçhul, bir sürü işler yaptı. Bunların çoğu sorgulandı, çoğu sorgulanmadı, çoğu kaldı. Bir sürü yara da kapanmadı. O yaraların oluşturduğu sivilceler ve çıban başlarının da Türkiye'de olduğuna inanıyorum. Bunlara yakın isimleri de Ergenekon soruşturmasının ilk partisinde görüyorum. Ne kadar doğru bilmiyorum ama hissediyorum. Ama bir de bunlar için büyük bir mahkeme açılır ve her şey yapılır ve yapılmalı. Başka türlü hukuk devleti olamayız. Ancak bu Ergenekon işi bir sarmal, bir örümcek ağı gibi, aklı yeten yetmeyen, temiz, düzgün, Erbakancı, öbürü öbürü herkesi sarmaya başladı. Herkeste bunlar iftira mıdır, iddia mıdır çözemez hale geldi. Türkiye halkı gibi bizim de kafamız karıştı.
Taraf Gazetesi, Nihat Genç için El-Kaide'in üstadı dedi. Sempatizanı dese anlarsın ama 'üstadı' diyor. Bizde kendi kısmetimize düşeni aldık. Belki bir çok insanda alacak. Burada ister istemez insan şöyle düşünüyor. Bu bütün dünyada Sovyetlere karşı oluşturulmuş gladio, Türkiye'de de ayakları vardı ve bunlar ortadadır. Kontrgerilla dedi Ecevit bunlara. Fakat Amerika bunları 1990'da tasfiye etti. Bunlar Güneydoğu'ya bulaştı, başka türlü bulaştı ama NATO o güçleri tasfiye etti. Ben şimdi yeni Ergenekon'un Taraf Gazetesi olduğunu ve Amerika ile ilişki içindeki bir Fetullahçı anlayışın olduğunu düşünüyorum. Çünkü Amerika artık kendinden başka bir devlet istemiyor ve kendine yeni yandaşlar istiyor. Bu yandaşları özgürlük, demokrasi gibi kavramların yanında devşirmeye çalışıyor. Bu Taraf Gazetesi, ATV, Sabah bunlar çok yakın.
1990'dan önce Amerikancı eşekler sağcılardı, şimdiki Amerikancı eşekler ise Taraf Gazetesi ve Fetuhlaçılar, çok açık çok net.
"1990'dan önce Amerikancı eşekler sağcılardı, şimdiki Amerikancı eşekler ise Taraf Gazetesi ve Fetuhlaçılar, çok açık çok net "
Şimdi şöyle düşünüyorum Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Muammer Aksoy bir seri arkası belli olmayan cinayetleri temize çekmek istiyorlar. Bu cinayetler olurken Türkiye 2 şey söyledi; 'bunları ya İslamcılar vurdu, ya İsrail vurdu'. Benim görüşüm 'İsrail vurdu'dan yanadır. İspatlayacak bir durumda değilim. Çünkü İsrail, Suriye'de Irak'ta bütün Ortadoğu'da laik-şeriat tartışmasının çıkmasını istiyordu, kızıştırmaya çalışıyordu.
Şimdi arkası boş kalmış bütün cinayetleri de 'bir çamaşır yıkıyoruz hadi komşular getirin çamaşırları, bir arada yıkayalım' diyerek bütün bu cinayetleri temizleme girişimi var. Çok alakasız, bütün cinayetler bir davada yargılanıyor. Ucu bucağı olmayan, masalsı, akıl almayacak yerlere doğru gidiyor.
Burada bir de şöyle bir soru soruyorum kendime; diyorum ki bu insanlar bu kadar aptalca iddianame hazırlar mı? Hazırlayamazlar. Çünkü bu kadar aptalca hazırlanırsa karşı tarafın mağduriyeti yarın bunları yakar. O yüzden çok akıllı hazırlanması lazım.
Fakat arkasında Amerika olan bir proje, bir çalışma ki Destek Yayınları'ndan çıkan Yeni Soğuk Savaş kitabında Ukrayna'da, Sırbistan'da, Gürcistan'da, Kuzey Kıbrıs'ta, Özbekistan'da, Beyaz Rusya'da yapılan siyasi olarak Amerikan'ın Soros Vakıflarla yapılan çalışmalarda bir benzerlik görüyorum. Türkiye'de bir sivil mücadelenin verilmesi, ortak akıl diye bir şeyin meydanlara dökülüşü, Türkiye'de demokrasi ve demokrasi düşmanları, laik-şeriat gibi, Amerikancı ve değil gibi, ulusal güçler ve özgürlükçüler gibi bir takım ayrımların yapılması, bütün bunlar bende şüphe oluşturuyor. Sanki bu bir proje. Bu projede bütün bu cinayetleri temizleyelim ve milli güçler dediğimiz delisi, akıllısı, esrar çekmişi dahil, aklı başında Atatürkçüler, temiz kadın dernekleri hepsini bir çamaşırda yıkayalım misali.
"..Mesela darbelerden sıyrılmak istiyorsak, çok aleni bir darbeci var. On binlerce insana işkence yaptı. 200-300 adamı da emniyetin damına attı. Hiç soruşturmaya gerek yok, orda duruyor gider ondan başlarsın."
Bu düşüncemde ısrar ediyorum. Irak savaşından sonra Amerika'nın Türkiye'yi bir cezalandırmak isteyişi tezkere ve çok sonraki Cumhuriyet Mitinglerinden dolayı.
Graham E. Fuller, son kitabında ki Fetullah Gülen'in yardımıyla yazıldığı belli olan bu kitapta Irak'ta bile Amerikan düşmanlarının sayısı yüzde 60, Türkiye'de yüzde 90 diyor. Anti Amerikan anlayış son 5 yılda oluştu.
Bütün bunlar karşısında Amerika cezalandıralım dedi. Türkiye'ye 3-4 tane yeni kavram geldi. 15 yıldır tartışılıyor. Özelleştirme, özgürlük, demokrasi, bütün bunları halkımızda ne olduğunu bilmiyordu.
Mesela darbelerden sıyrılmak istiyorsak, çok aleni bir darbeci var. On binlerce insana işkence yaptı. 200-300 adamı da emniyetin damına attı. Hiç soruşturmaya gerek yok, orda duruyor gider ondan başlarsın. Yani bir takım adamlar kaydırılıyor. Özden Örnek'in günlükleri çok önemliydi, adam yok ortada. Yani bu herkesin kafasını karıştıracak tutarlı olmayan bir tarafa kaydı. Sanki Amerika'nın Türkiye'deki milli güçleri, ulusal güçleri geriletme ve cezalandırma süreci olduğunu bizde kuvvetlendirdi. Bütün bunlara rağmen arkasında Amerika dahi olsa hukuk dışı, meczup dışı, ona buna bomba atmış, kişilerinde cezalandırılması Türk adalet sisteminin boynunun borcudur. Çünkü bunlar zamanında cezalandırılmadığı içinde onlardan çıkartılan töhmeti başkaların üstüne yıkmaya çalışıyorlar. Biz Uğur Mumcu öldürüldüğünde bağırdık, 'bunun arkasında kim var bulun' diye. Bulmadılar. Bütün bu cinayetleri gelip buraya yıkmaya çalışıyorlar. Demokrasi isteği ile şuanda bağıran bizleriz.
Biz demokrasi ve hukuk istiyoruz.
Bu iftiraların arkasında ABD mi var.
Bu iftiralar Türkiye'deki ulusal güçleri yıldırma iftiraları mı?
Bu Tüm Türkiye'de bir kafa karışıklığı mı, yani insanlarımızın askere, sivil insanlara, çok güvendikleri insanlara inançları bitsin, kafaları karışsın insanların ve Türkiye'de her şey alabora olsun.
Türkiye alabora olursa ne olacak, sadece ABD'nin moda ettiği özelleştirme, onların özgürlük kavramları, gelip bu ülkede yeni bir devlet inşa edecek.
Bu baştan başa yalan.
Amerika yüz binlerce Çerkez'in çeçen savaşında öldürülmesine ses çıkarmadı. Bosna savaşında 200 bin insanın öldürülmesine ses çıkarmadı. Gırtlaklarından kesildi Müslümanlar. Ve bugün Amerika, İngiltere ve Avrupa bu özgürlükçüler, bu demokratlar bir buçuk milyon Müslüman'ın öldürülmesine ses çıkartmıyorlar.
Bunların özgürlük ve demokrasi anlayışına tepeden inanmıyorum. Önce beni insanlık vicdanında tatmin etmeleri lazım. Davanın sürecinde dahi Okkır denilen adam kanserden ölüyor, sahip çıkılmıyor. Tutuklamanın ve gözaltıların şekilleri biçimleri dahi bunların hukuk sürecinde bile nasıl vahşi bir özgürlükten yana olduklarını gösteriyor. Benim için bunlar tutarlı değil.
Şüphesiz bu ülkede faili meçhul kalmış cinayetin aydınlatılmasını da ben istiyorum. Ben bu Trabzon'un çocuğu olarak, bu memleketin çocuğu olarak Hrant'ın katilini bulun diyorum, Uğur Mumcu'nun katilini bulun diyorum. Ama polis bunları bulmuyor, kayıtları karartıyor. Sonra bütün bu arkası boş kalmış cinayetleri birilerine yıkmaya çalışıyorsunuz.
Bunları büyük bir oyunun parçası olarak görüyorum.
Biz burada ne yapabiliriz. Biz bu oyunu görmeliyiz ve bu projenin bizi bölmemesi için ne Cumhuriyetimizden, ne toprak bütünlüğümüzden, ne de Müslüman değerlerimizden taviz vereceğiz. Burada taraf olmayacağız.
Biz toprağımızın, türbelerimizin ve bağımsızlığımızın tarafına geçeceğiz.
Biz bu son 5 yılda Irak ve Kuzey Kıbrıs sorununun, Ermenistan sorununun, Avrupa'ya ve İran'a karşı politikalarımızdan rahatsızlık duyulduğunu ve bunları topyekun değiştirmenin bir projesi olduğuna inanıyoruz.
Yani Türkiye'nin, Ermenistan'la, İran'la Kuzey Kıbrıs'ta tavizkar politikalar vermesi bekleniyor. Bu büyük ulusal güçler bu politikaların önlendiğini düşünüyorlar ve Türkiye'nin üzerine gidiyorlar. Türkiye'nin temel politikaları değiştirilmeye çalışılıyor.
Ayrıca askerinde Susurluk zamanında askerden bu işe karışmış Veli Küçük gibi insanlardan askerinde çok rahatsız olduğunu ve bunlardan kurtulmak istediğini ve bir nevi safra attığını düşündüm. Şimdi de böyle düşünüyorum. Kendisine kuvai milliye diyen, piskopat, hastalıklı insanların ben Kemalist'im diye deli dana gibi ekranlardaki şeklinden, ya da çalışmalarından çok rahatsız oldukları için en az iddianameyi hazırlayan kadar bundan rahatsız olduğunu ben biliyorum.
Ama bütününe baktığım zaman projenin inandırıcılığı olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca bu proje iddianamenin başka bir şeyi hedeflediğini düşünüyorum. Bunu hedefleyenler Türkiye'de bir iç karışıklık, siyasi karışıklık, bilgi kirliliği hedeflediğini düşünüyorum. Bizi birbirimize düşman yapmak, toprağımızda heyelanlar oluşturmak, trajediler oluşturmak, Güngören'deki saldırılar, buna benzer saldırıların çoğalarak bir kaos ortamını özleyenlere hizmet edeceğini düşünüyorum. Ama şunu da söylemek istiyorum; Türkiye'de çok badireler atlattı, Türkiye halkı akıldan, gelenekten ve bağlılıktan yanadır. Bu oyunları çok iyi görüyor ve ayrışmayacaktır asla. Bu büyük bir rüzgardır, siyasi bir yalan rüzgarıdır. Bu siyasi yalan rüzgarı da 2-3 yıl sonra açılacaktır. Hani bizim dağlarımıza sis vurur sonra açılır, bu sis dağılacaktır ve hepimiz birbirimizin yüzünü göreceğiz. Sis dağıldığında bizim bu halkın yüzüne bakabilmemiz için bu iddianamede iftiraya uğrayanlar, kurban olanlar yada onlar bizim yüzümüze bakarken, birbirimizin yüzünü daha net görmek istiyorsak, bugün gözaltı süreçlerine, tutuklama süreçlerine, insan hakları süreçlerine, hepsine son derece vicdani noktadan bakmak zorundayız ve böyle değerlendirmeliyiz. Eğer bu davanın fırtınası geçtikten sonra 'bu davadan da bir şey çıkmadı' diyerek bir birimizin yüzüne bakamazsak işte o zaman bir ideolajik kesim Türkiye'yi ikiye böler. Biz onlara 'ulan kahpeler ne pislikler yaptın' ve boş bir düşmanlık boş bir kin kalır ortada. Biz tam tersini kullanalım, bu davadan sonra kardeşliğimiz nasıl güçlenir onun yolunu arayalım.
Arkasında Soros olan, arkasında ne olduğu belli olmayan Taraf Gazetesi, yine kaynaklarının ne olduğunu bilmediğimiz Sabah ve ATV projelerine çok şüpheli bakalım.
AKP'nin kapatılma davası (henüz açıklanmamıştı) sürecine nasıl bakıyorsunuz?
Ben Türkiye'de AKP gibi büyük bir partinin asla kapatılmasından yana değilim. Bunun demokrasimize çok zarar vereceğini düşünüyorum. Ve ben AKP'nin kapatılmasına kayıtsız şartsız karşıyım.
Ama belediyelerde yolsuzluk varsa, Erdoğan'ın nerden geldiği belli olmayan kaynakları varsa bu kaynaklar karşısında siyasetçilerinde, Türkiye halkının da kafasının net olması için dokunulmazlığın kaldırılması veya başka türlü yollardan bunların netliğe kavuşturulması lazım. Bir insan çıkıyor ve 'Ben sünnetten 1 milyar dolar aldım' diyor. O da bu ülkenin Başbakanı. Bu insanların kuşkularının dağıtılması lazım. Parti içinde bakanların yolsuzlukları varsa bunlar mahkeme edilsin ama asla kapatılmasını istiyorum.
Kapatma davasında ön plana çıkan velevki diye başlayan bir cümlenin ardın gelen sözler oldu. Türkiye türban konusunda da bir sınav verdi. Sizinde bahsettiğiniz gibi laik-şeriat tartışmaları yoğun yaşandı. Türban meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anadolu'nun Müslüman geleneklerinden yana bir insanım. İnsanlar başörtüsünün Allah'ın bir emri olarak inanıyorsa ondan yana bir tavır alan insanım. Şeriat tartışmasında türban ülkemizi çok yordu. 20 yıllık bir geçmişi var. Bu tartışma bize fayda getirmez. Ülkemizin bağımsızlığına zeval vermeyelim. Müslüman geleneklerine zeval vermeyelim. İkisini nasıl götürelim? Bu ciddi bir sorudur. Gelin ikisini birlikte götürelim.
Nihat Genç, Trabzon'da takım elbise ile değil, Trabzonspor formasıyla geziyor.
Röportajımıza da Trabzonspor formasıyla olması ayrıca bir renk kattı.
İyi bir Trabzonspor taraftarı olan Nihat Genç ile Trabzonspor'un durumunu da değerlendirdik.
"İnşallah Trabzonspor belli bir beklentiye cevap verir. Ama çok büyük bir beklentiye cevap vermeyeceği de açıktır. Ona da biz hazır olalım."
Erkenden bizi de havaya soktular. Herkes bana Trabzonspor'u sordu.
İnşallah Trabzonspor belli bir beklentiye cevap verir. Ama çok büyük bir beklentiye cevap vermeyeceği de açıktır. Ona da biz hazır olalım. Abartmayalım. Trabzonlu insanların bir tabiat aşkı var.
Trabzonspor'u da insanlar böyle seviyor. Trabzonspor başarısız olsa da bu sevgi devam edecek. 20 yıldır başarısız ve hala bu sevgi sürüyor. Trabzonspor'un yöneticilerinin en büyük sermayesi de nasıl olsa bu taraftar bu Trabzonspor'dan vazgeçmez düşüncesidir. Biz vazgeçmeyeceğiz.
Takımı desteklemeye devam edeceğiz. Benim beklentim takımım şampiyonluk getirsin değil. Ama olursa da iyi olur. Ama benim beklentim Trabzon'da yenilmesinler. 3 büyüklere yenilmesinler. Bizi utandırmasınlar.
Trabzon'dan Trabzonspor'u alırsak nasıl bir tablo çıkar ortaya?
Bunu en çok isteyen benim. Bu konuda yazılarımda var. Trabzonspor'un buradaki bütün enerjiyi kanalize ettiğini ve buradaki projeci, tasarımcı insanın yetişmediğini düşünüyorum.
Trabzon'un çok zengin bitki örtüsü var. Bu bitki örtüsünü ne turizmde, ne üretimde kullanabiliyor. Biz hala tereyağını 15 ytl'ye satıyoruz. 100 ytl ye satmamız gerekir. Hamsiyi hala salamura yapıp her aileye 5 ytl'ye satamıyoruz. Bir bardağa su dolduruyorsun 50 kuruşa satıyorsun, bir bardağa fındık dolduruyorsun 50 kuruş etmiyor. Bu da Trabzon'un kazıklandığını gösteriyor. Niçin kazıklanıyoruz. Bu ülkede herkes heyecanlarını, gururunu Trabzonspor'la gidermek istiyor. Trabzonspor bir nevi bütün bu yanlışları da örtüyor. Karayolu faciasını herkes Trabzonspor rüyası gördüğü için görmedi. Kazıklanıyoruz ama bu görülmüyor. Kardan çok zararı olduğunu düşünüyorum.
Ama tabi işin birde romantik kısmı vardır. Bizim çocuklarımızdır. Bunların dünyanın en büyük takımlarını yendiği zaman gece sabaha kadar sevinçten ağlıyoruz bu da ayrı bir şey.
Ama Trabzonspor yendikleri gece bu soruyu bana sor, fındığının da , tereyağın da .. derim yani. Fikrim o gün değişir. (gülüyoruz)
Çok keyifli bir sohbet oldu, teşekkür ediyorum okurlarımız adına. Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
"Trabzon esnafı beni gördüğünde başka türlü sarıldı. Gözümün içine baktı ağladı. Bende gizli gizli ağladım. Trabzon insanının bana gösterdiği ilgiye çok teşekkür ediyorum. "
Trabzon'un dağını taşını gezdim. Yaylalarımızı gezdim. Bin bir çiçek gördüm, her birini okşamak istedim. Binlerce ayrı türkü dinledim. Yaylalardaki küçük kızlarımızın yanaklarındaki patlayan kılcal damarları gördüm. Tonyalı kızları gördüm. Hamsiköylü küçük çocukları gördüm hepsini öpmek değil, yiyesim geldi. Onları yemek için zaten buraya geldik. Trabzon esnafı beni gördüğünde başka türlü sarıldı. Gözümün içine baktı ağladı. Bende gizli gizli ağladım. Trabzon insanının bana gösterdiği ilgiye çok teşekkür ediyorum. İyi ki bu toprağın çocuğuyum. Onları utandırmamak için çalıştım ve başım dik olsun istedim. Trabzon'un dağları gibi başım dik. Heyelanı vardır ama dağın eteğini alır. Heyelan olur çünkü dağlar daha dik dursun diye. Biz vurgunlar yedikçe daha dik durmayı bilen bir karakterimiz olur. Allah bizi utandırmadı.
Ben teşekkür ediyorum.