Suriye'de rejim güçleri ve Rusya'nın ülkenin güneyindeki Dera'yı ele geçirmesiyle birlikte İdlib'e yönelik operasyon için adeta geri sayım başlamıştı. Bugün artık İdlib'e yönelik bir operasyonun ne zaman ve nasıl yapılacağı konuşulmaya başladı. Fakat İdlib meselesi sadece askeri bir operasyon olarak ele alınmamalı. Operasyonun zamanlaması, gerçekleşme biçimi, kimlerin katılacağı, çatışmanın ne kadar süreceği, muhaliflerin direnme kapasitesi, operasyon öncesi, sırası veya sonrasında yeni çatışmaların ortaya çıkıp çıkmayacağı ve çatışma sonrası yeni düzenin nasıl oluşacağı, taktik bağlamda ele alınması gerektiği kadar stratejik bağlamda da değerlendirilmelidir. Çünkü İdlib muhtemelen Suriye'deki iç savaşın son büyük çatışması olacaktır. Bundan sonra meydana gelebilecek küçük çaplı operasyonlar, gerçekleşmesi ihtimali bulunsa bile, olağanüstü bir durum olmadığı sürece ülkenin kaderini etkileyecek diğer konular, çatışmadan ziyade karşılıklı pazarlık süreçleri ve bölgesel güçlerle büyük devletlerin stratejik manevralarına göre şekillenecektir. Bu nedenle İdlib'de yaklaşan çatışmayı hem taktik ve operasyonel boyutları hem de neden olabileceği stratejik sonuçlar çerçevesinde ele almalıyız.
İdlib'de yaklaşan çatışma
Pek çok analiste göre İdlib'de çatışmanın başlamasına artık günler kaldı. Özellikle bölgedeki askeri konuşlanmayı izleyenler, operasyonun kısa sürede başlayacağına inanıyor. Rejim güçlerinin müttefikleriyle birlikte İdlib'in çevresindeki üç ana noktaya konuşlandırdığı asker ve milis sayısı nerdeyse Halep operasyonunda kullandığı miktarlara dayandı. Hatta rejime destek olacak diğer unsurlar da hesaba katıldığında, Halep kuşatmasını dahi geçebilir. Ancak sahadaki askeri hareketliliğe fazlasıyla odaklanmak operasyonun başlamasına ilişkin asıl faktörün gözden kaçırılmasına neden olabilir. İdlib Suriye'deki iç çatışmalar açısından herhangi bir düğümün çözülmesi değil, sonrasında düzenin sağlanabilmesi açısından bir dönüm noktası olduğu için, operasyonun ne zaman başlayacağını asıl belirleyecek olan Rusya ile Türkiye arasında İdlib'deki durum ve sonrası için nasıl bir uzlaşıya varılacağıdır. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkiler her ne kadar stratejik başlıklar içeriyor ve özellikle Suriye'de son iki yıldır iki ülkenin işbirliği önemli bir denge aracı haline gelmiş olsa da, henüz İdlib konusunda taraflar arasındaki fikir ayrılıkları tam olarak aşılmış görünmüyor.
Türkiye İdlib'de yaklaşan çatışmaya temelde iki perspektiften bakmaktadır: Bunlardan birincisi olası bir operasyonun Türkiye açısından yaratabileceği kısa vadeli güvenlik riskleriyken, ikincisi de Suriye'de uzun vadede Türkiye'ye yönelik bir tehdit arz etmeyecek bir düzenin oluşmasıdır. Olası bir operasyonun kısa vadede Türkiye'ye yönelik yaratabileceği ilk tehdit, sayıları yüzbinleri aşacak Suriyelinin çatışmalardan kaçarak Türkiye'ye sınırlarına yığılmasıdır. Yaklaşan kış şartları ve Türkiye'nin bu insani dram karşısında sessiz kalamayacağı dikkate alındığında, olası bir nüfus akışının son derece ciddi bir soruna neden olabileceği söylenebilir. Üstelik az sonra ele alınacağı gibi, çatışmanın süresi, yeri ve biçimine bağlı olarak bu sayının asgari rakamlar (yani 250 bin) değil, azami rakamlar (1 milyonun üstü) üzerinden değerlendirilmesi de gerekebilir. Bu göçmen akışı içinde insanların belki çok büyük bir kısmı savaştan kaçan sivillerden ibaret olsa da, terör örgütlerinin üyeleri de bu fırsattan yararlanabilir ki bu da kısa vadede ele alınması gereken bir başka risktir. Kısa vadede ortaya çıkabilecek üçüncü risk ise PKK/YPG’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyon bölgelerinde bombalı saldırılar, suikastlar ve diğer saldırıları içeren bir girişime kalkışmasıdır. Son olarak, kısa vadeli riskler arasında, bölgede bulunan gözlem noktalarındaki Türk askerlerinin, özellikle provokasyon amaçlı olarak hedef alınması ve hayatlarının tehlikeye girmesi, bu durumun çatışmanın gidişatını değiştirecek etkiler yaratması da düşünülmelidir.
Uzun vadeli risk ise Suriye’de oluşacak yeni düzenin Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturacak bir hal almasıdır. Suriye'de iç savaşın neticesi ne olursa olsun, sonuçta bu ülkeden kendisine yönelik tehdit yaratacak bir düzen kurulmasına izin vermemek için, Türkiye askeri alanda olduğu kadar, siyasi ve diplomatik alanlarda da çabalarını sürdürmektedir. Suriye'nin özellikle kuzeydoğusunda PKK/YPG'nin denetiminde bir bölgenin ortaya çıkması Türkiye için hayati bir tehdit yaratacağından, İdlib sonrası denkleme bu çerçevede bakacaktır.
Operasyonun zamanlaması bu çerçevede ele alındığında, her ne kadar askeri konuşlanmalar ve hazırlıklar tamamlanmış gibi görünse de siyasi uzlaşıya göre şekillenecektir. Bu çerçevede Rusya’nın Türkiye'nin endişelerini de göz önüne alacağı varsayıldığından, 7 Eylül'de Tahran'da gerçekleşecek toplantıdan önce operasyonun başlaması büyük sürpriz olacaktır. Hatta operasyonun bu tarihten önce başlaması, Astana sürecini oluşturan ülkeler arasında operasyona dair bir mutabakatın olmadığı anlamına gelir ki bu da muhtemelen İdlib’de epey uzun süreli bir çatışma yaşanacağının habercisi olacaktır. Tahran’da yapılacak toplantıdan çıkacak sonuçlara ve önümüzdeki on gün içinde muhalifler arasındaki iç dengelerin değişimine göre, operasyonun Eylül’ün sonlarında ya da en geç Ekim’in başında başlayacağı söylenebilir. Ancak ABD ve müttefiklerinin Suriye’de rejim güçlerine yönelik, olası bir kimyasal saldırıya “yanıt” olarak bir operasyon gerçekleştirebileceği öngörülerek operasyon erkene çekilebilir. Bu durum Suriye rejimi-Rusya işbirliğinde İdlib’e yönelik operasyonun takviminde değişikliklere neden olabilir.
Operasyonun gerçekleşme biçimi
İdlib'deki silahlı grupların toplam sayısı ve buna karşılık rejime bağlı birlikler ve müttefiklerinin askeri yığınağı, imkan ve kabiliyetleri dikkate alınırsa, İdlib'de bir çatışma başladığında, bunun kısa sürede bir topyekûn çatışmaya dönüşmesi beklenmemelidir. Eğer Rusya Türkiye'yi doğrudan karşısına almak bahasına, daha önce Guta, Humus ve operasyon yaptığı diğer bölgelerde uyguladığı gibi doğrudan sivillere yönelik hava operasyonları gerçekleştirerek bölgedeki sivil nüfusu doğrudan Türkiye sınırına sürmek ve muhalifleri açıkta bırakmak yoluna gitmezse, karşımızda aşamalı ve birkaç ay sürecek bir çatışma süreci bulabiliriz. Şu ana kadar tarafların konuşlanmalarına bakıldığında, olası bir çatışmada temelde üç cephe bulunacaktır. Lazkiye'nin doğusunda kalan Türkmen dağı ile Kürt dağı arasındaki bölge ve bunun uzantısı olarak Cisr eş-Şuğur, kuzey Hama kırsalını kuzeye ve kuzey batıya doğru kesen Gab düzlükleri ile Kuzey Hama arasında kalan yerler, Ebu Duhur merkez olmak üzere batı Halep kırsalı.
Halihazırda, söz konusu üç temel hatta Suriye Ordusu, Lübnan Hizbullahı'na bağlı milisler, İran'a doğrudan bağlı olan ve Irak, Afganistan ve İran’dan getirilen milisler, PKK/PYD’ye bağlı teröristler ve Rus askeri unsurları bulunmaktadır. Sayılanlardan her biri cephelere eşit olarak dağılmış durumda değildir ve bu yazının içinde hangisinin nerede olduğuna dair detaylara girilmeyecektir. Ancak olası bir operasyonda ilk çatışma hattının yukarıda, Hama’nın kuzey kırsalı olarak tanımlanacak bölgeden başlayacağı, fakat zaman içinde taktik gelişmelere ve sahadaki çatışmaların askeri olarak değişimine ve bazı grupların çatışmayı tercih edip etmemesine göre değişecektir. Özellikle İdlib’de teröristler ile muhalifler arasında önceden bir ayrım yapılmamasına dayalı olarak bir operasyon başlarsa, sahada uzun süreye yayılacak çok sert bir çatışma süreci yaşanacaktır.
Rejim güçleriyle müttefiklerinin karşısında ise muhalifler ve Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) çeşitli bölgelere konuşlandığı söylenebilir. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken bir husus var: Her ne kadar operasyonda HTŞ ve/veya El Kaide’yle ilişkili diğer grupların hedef alınacağı belirtiliyor olsa da, nerdeyse tüm olası cephelerde HTŞ dışındaki silahlı muhalif grupların konuşlanması daha güçlüdür. Özellikle Hama kırsalındaki ilk hatta veya Lazkiye’deki olası çatışma alanlarına bakıldığında, binlerce silahlı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensubunun çatışmaya hazırlandığı, tüneller kazdığı ve milisleri kaydırdığı görülmektedir. Yani bir uzlaşı olmaksızın başlayacak bir operasyonda, en azından ilk etapta, HTŞ’den fazla diğer grupların ön plana çıkacağı bir kenara not edilmelidir.
Operasyonun gerçekleşme biçimi sadece çatışan taraflar açısından değerlendirilemez. Suriye rejiminin kimyasal silaha başvurması kitlesel göçlere neden olabilirken, bazı kasabalardaki ya da köylerdeki grupların rejimle anlaşması, böylece çatışmadan rejime yol açması da mümkündür. Yani bir yanıyla çatışma beklenenden daha fazla göç üretebilecekken, diğer yanıyla bazı kasabalar ve köylerde yerleşim merkezlerine çatışmanın uğramaması, rejimin bu bölgelere doğrudan girmeden çevresini kontrol ederek ilerleme sağlaması da mümkün olacaktır. Ayrıca Rusya’nın yerleşim birimlerini doğrudan hedef alıp sivillerin yerleşim bölgelerini boşaltmak zorunda bırakılmasına yönelik bir strateji izlemesi, yaşanabilecek göç sorununu azami seviyeye çıkaracaktır.
Özetle, halihazırda çatışmanın biçimi, çatışan tarafların kimler olacağını ve süresini, ortaya çıkabilecek göç olgusunu yakından etkileyecektir. Büyük bir olasılıkla İdlib’deki çatışma, bölgenin bir anda tamamen Rusya-rejim ittifakının eline geçmesine değil, kademeli olarak ana yol güzergahlarına göre belirlenmiş bazı kasaba ve köylerin çatışarak ya da uzlaşarak el değiştirmesine sahne olacaktır. Çatışma yavaş ama sert bir biçimde zamana yayılacaktır. Eğer doğrudan sivil yerleşim merkezlerini ağır bombardımanla hedef alan bir çatışma ortaya çıkarsa, ortaya büyük bir göç, sert bir direniş ve daha uzun süreli bir kriz durumu çıkabilir.
Muhaliflerin kapasitesi ve operasyon sırasındaki tercihler
Suriye rejimi ve müttefiklerinin askeri olarak üstün bir durumda olduğu açıktır. Ancak bu üstünlük sayısal değildir ve Rusya’nın hava üstünlüğüne dayanmaktadır. Çünkü özellikle ÖSO’ya bağlı unsurların çatışmaya dahil olması halinde, kullanabileceği militan sayısı, rejim ve müttefiklerinin sahadaki sayısını aşabilecek durumdadır. Bunlara HTŞ ve bağlantılı diğer grupların da eklenmesiyle sayısal üstünlük rejim karşıtı gruplarda bile olabilir. Fakat her iki tarafın da tamamen birbirine güvenen ve koordineli hareket eden yapılar olduğu düşünülmemelidir. Son dönemde ABD ve İsrail’in baskısıyla, İran ve İran’a doğrudan bağlı milislerin operasyona katılmaması tartışmalarının ortaya çıktığı görülmektedir. Keza PKK/YPG’nin varlığı da farklı sonuçlara yol açabilecektir.
Öte yandan, çatışmanın Tahran’daki çatışmanın sonrasına kalması, İdlib operasyonu başlamadan önce, İdlib’deki silahlı gruplar arasında kısa süreli bir iç çatışmanın yaşandığı bir durumu görmemiz sonucunu bile doğruabilir. Özetle, kimin kimle çatışacağının önümüzdeki günlerde değişebileceği, hatta operasyon başladıktan sonra bile farklılaşabileceği bir sürece sürüklenebiliriz.
Son olarak, ABD ve müttefiklerinin kimyasal silah kullanıldığından hareketle yapabileceği bir operasyon İdlib’deki çatışmanın dinamiklerini değiştirebilir.
- İdlib’e odaklanırken Suriye’nin kuzeydoğusu gözden kaçırılmamalı
Son dönemde Suriye’de bütün gözler İdlib’e dönmüş durumdayken, ABD sessiz sedasız PYD’ye bir güvenli bölge oluşturma sürecini başlatmıştır. DEAŞ’la mücadele çerçevesinde yardımların devam ettiği ileri sürülse de, gerek ABD’nin gerekse başta Suudi Arabistan olmak üzere müttefiklerinin yürüttüğü askeri ve ekonomik faaliyetler, tüm dikkatler İdlib’e yönelmişken Suriye’nin kuzeydoğusunda önce fiili bir “uçuşa yasak bölge”, sonra da genel anlamda ABD’nin koruması altında bir bölge oluşturulma çabasının arttığını düşündürmektedir. Bu nedenle İdlib operasyonu devam ederken Suriye’nin kuzeydoğusu da unutulmamalıdır.