Fethullah Gülen, Almanya'da Türkçe-Almanca yayın yapan Deutsch Türkische Nachrichten (DTN) haber sitesinin sorularını yanıtladı.
'Türkiye'de Kemalistlerle, Müslümanlar arasında derin uçurumlar var' tezine katılmadığını ve Türkiye'de imparatorluk geleneğinden gelen bir toplum yapısı olduğuna işaret eden Gülen, Türkiye'de dinler ve milletler mozaiği olduğunu söyledi. Toplumda sürekli ileri doğru bir hareketin olduğunun da altını çizen Gülen, "statükocular ve değişimden korkanlar tarafından defalarca önü kesilmiş olsa da değişim devam edecektir" dedi.
Fethullah Gülen 'in röportajından satırbaşları şu şekilde:
GİZLİ BİR AJANDASI OLDUĞU İDDİALARI
Eğer yaptığınız işler, sizin bunların karşısında dünya adına hiçbir beklentiniz olmasa da, bazılarının menfaatlerine, menfaatleri istikametinde kullanmaya alıştıkları ideolojilerine dokunuyorsa, hele bu bazıları bir takım hileler ve düzenlerle "devlet teşkilatlarına sızıp nüfuz etmiş ve bu teşkilatları ele geçirmiş" de herkesi kendileri gibi bilme illetine maruzsa, ayrıca, bazılarının da kıskançlığını çekiyorsa, elbette sizi suçlayacak bazı şeyler ileri süreceklerdir.
Şahsen dinî bir kimliğim olduğu, Türkiye'de uzun yıllar bir devlet memuru olarak imamlık ve vaizlik yaptığım için fakire karşı yöneltecekleri suçlama da, gündeme en uygun düşecek bir suçlama olacaktır. 1958 yılından beri resmî vazifelerimle, yazdıklarımla, konuştuklarımla, yaptıklarımla halkın içindeyim. Bahsini ettiğiniz suçlamalar karşısında hakkımda bilhassa askerî darbeler dönemlerinde davalar da açılmış. Fakat 50 yılı aşkın bir zamandır bu suçlamaları haklı çıkaracak tek bir delil ortaya konamamış; hakkımda açılan davalar hep beraatla neticelenmiş, hattâ Türkiye'de 28 Şubat sürecinde açılan davada, davaya temyizde bakan Yargıtay 9. Dairesi, oy birliğiyle beraatımı tasdik etmiş. Daha da ötede, "hareket"e mensup olduğu iddia edilen milyonlarca insandan hiçbiri, dünyanın herhangi bir yerinde bahis mevzuu suçlamayla mahkûm edilememiş. Öyleyse, bu nev'i suçlamaların ne kadar tutarsız olduğu ortada değil midir?
TÜRKİYE'DEKİ DEĞİŞİM
Türk toplumu da, sadece bugün değil, birkaç asırdır değişiyor. Üç asır önce başlayan Batılılaşma istikametinde nihayet Meşrutiyet'ten sonra Cumhuriyet'e geçmiş, Cumhuriyet döneminde belli devrimler gerçekleştirmiş, 61 yıl önce çok partili hayata geçip, cumhuriyeti demokrasiyle bir ileri seviyeye taşımış bir toplumuz. Toplumumuzun bu sürekli ileri doğru hareketi, onu belli bir statükoya hapsetmek isteyenler, bunun için de toplumun tekâmülünden ve değişmesinden korkanlar tarafından -ki bu gerçek, önceki sorunuza cevabın bir boyutunu, yani fakire karşı yöneltilen suçlamaların bir sebebini de teşkil etmektedir- defalarca önü kesilmiş de olsa, elbette devam edecektir. Dolayısıyla, 1980'den sonra Türkiye, artık hem kendi içindeki, hem de dünyadaki şartların da zorlamasıyla iki hamle yapmaya mecbur kalmış, bu hamlelerden serbest piyasa ekonomisi Türkiye'de temel bulmuş ve devam ederken, özgürlükçü demokrasi ve hukuk hakimiyeti hamlesi ise son on yılda belli bir mesafe almıştır denebilir. Bu değişimden şahsıma atfedilen "hareket"e, daha doğru bir tabirle, gönüllüler örfanesine düşen payın ne olduğu, doğrusu benim cevaplayabileceğim bir soru değildir.
KEMALİSTLER - MÜSLÜMANLAR
Kemalistler içinde Müslümanların, Müslümanlar içinde ise Kemalistlerin olmadığı veya bu iki kesimin birbirinin tamamen zıttı olduğu gibi bir düşünceyi barındırmaktadır. Bunu, soruyu tashih etmek gibi bir gaye için söylemiyorum, işte sözünü ettiğiniz problemin asıl sebebini ortaya koymak adına söylüyorum. Yani, ne Türkiye'de Müslümanlar ve Kemalistler olarak her bakımdan ayrışmış iki gruptan söz edilebilir, ne de bu iki grup arasında kapanmaz uçurumların varlığı söz konusu edilebilir.
Biz, kaynaşmış bir mozaik niteliğine sahip bir "İmparatorluk" toplumunun mirasçılarıyız. Asırlarca Müslüman, Hıristiyan, Musevî, Sünnî, Alevî, Türk, Kürt, Çerkez, hattâ Yunan, Bulgar, Boşnak, Sırp, Arap, yani bir milletler, dinler, ırklar ve diller mozaiği olarak yaşadık. Türk toplumu, işte bu mozaiğin mirasçısı ve hangi din, ırk ve etnisiteye mensup olursa olsun bir arada kardeşçe yaşamayı bilen bir toplumdur. Fakat ne yazık ki Türkiye'de, kısmen bir takım haricî tesirlerle de, birlikte kardeşçe yaşamadan rahatsız olan ve bunu menfaatlerine aykırı bulan çok küçük fakat tesirli grup veya gruplar var. Yoksa ayrışmış Müslümanlar ve Kemalistler diye iki grup yok. Şahsen, sözünü ettiğim küçük grubun da bir gün gerçeği göreceğini, onların da menfaatlerinin, hayrına olanın, farklılıkları zenginliği olan Türk toplum mozaiği içinde kaynaşmaktan geçtiğini göreceklerini ümit ediyorum.
TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ
Elbette "kerîme-i tarih" olan güzel yurdumun hasreti içindeyim. Daüssıla (yurt özlemi), her garibin çektiği bir ağrıdır ve onu ancak vuslat giderir. Fakat bu mevzuda diyebilirim ki, bir bakıma Kader'in gönüllü mahkûmuyum.
11 EYLÜL VE İSLAM
İslâm'ın bir terör dini olduğu gibi en asılsız bir iddiayı sürekli gündemde tutmak isteyenler ve bunun için terör ihaleleri yapanlar, bazı sadece adları itibariyle Müslümanları kullanarak, bazılarını da kandırarak iddialarına destek üretmeye çalışanlar olacaktır ve vardır da. Ne var ki, icat edilen ve yaygınlaştırılan bu önyargıyı yıkmak da evveliyetle Müslümanlara düşmektedir. Bir yandan bıkmadan, usanmadan İslâm'ı özüyle, aslıyla, gerçek mahiyetiyle anlatmak, bu mevzuda yayınlar yapmak gerekirken, diğer yandan İslâm'ı yine özü, aslı ve gerçek mahiyetiyle temsil ve tatbik etmek elzemdir. Bunlar yapılabildiği zaman, en azından insanların büyük çoğunluğu, "Demek ki gerçekten İslâm bu imiş. Diğerleri, yani İslâm ile terörün yan yana anılmasına zemin hazırlayanlar ve sebebiyet verenler ise büyük bir yanlışın içinde!" diyeceklerdir.