CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu. Konuşmasının başında 'dehşet verici bir belge açıklayacağım' diyen Kılıçdaroğlu, İzmir'deki operasyonla ile ilgili bir tutanak açıklayarak yolsuzluğun örtüldüğünü söyledi.
Tutanakta soruşmadan sorumlu Başsavcı'nın Adalet Bakanlığı müsteşarı Kenan İpek tarafından operasyonun durdurulması ve savcının değiştirilmesi yönünde baskı gördüğü ifadeleri yer alıyor.
İşte Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları:
Ben beklerdim ki Sayın Başbakan çıkıp şunu söylesin. Biz 3Y ile mücadele için iktidar olduk. Kim yolsuzluk yaparsa üzerine gideceğiz, isterse babam olsun. Yolsuzlukları nasıl örteriz bunun mücadelesini verdiler.
"DEHŞET VERİCİ BİR BELGE AÇIKLAYACAĞIM"
Dehşet verici bir belge açıklayacağım arkadaşlar. Yolsuzluğun boyutu o kadar büyük ki… Bu ülke sömürülmeye layık bir ülke mi? Yazık günah değil mi? Siz sabah akşam kul hakkı yemek haramdır diye söylüyorsunuz. Nedir bu paralar? Öyle bir noktaya geldik ki yolsuzluğu savunan bir başbakan portresi çıktı karşımıza. Yolsuzlukla mücadele değil. bunu anlamak mümkün değil. bu olay nedir biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, Türkiye Cumhuriyeti devletini soymasıdır.
İşte Kılıçdaroğlu'nun açıkladığı o belge
"İZMİR'DE DE BİR OPERASYON YAPILDI"
İzmir'de de bir operasyon yapıldı. Operasyon çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, örgüte üye olmak, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, nitelikli dolandırıcılık. Deliller toplanıyor, önce bilirkişiye gönderiliyor, raporunu veriyor. Bunun üzerine savcılık 6 Ocak 2014'te bir karar alıyor, arama yapılacak yerler belirleniyor, şüphelilerin de yakalanması isteniyor. Aynı tarihte, bu mahkeme kararı gereği yapılmak üzere emniyete gönderiliyor. Çünkü emniyet bu işi yapacak.
Başsavcının tuttuğu tutanaktan okuyorum size:
"Mahkeme tarafından verilen kararlar mesai sonrasına karmış, emniyete gönderilmesinden sonra 6 Ocak 2014 tarihinde saat 19:38'de evimde bulunduğum sırada, müsteşarlık makamından, adalet bakanlığı, telefonu veriyor, arayan sekreter, sayın müsteşar Kenan İpek'in benimle görüşmek istediğini iletti. Sayın müsteşar, hal hatır sorduktan sonra, sözü yürütülen evraka getirip içeriğini sordu. Kendisine kısaca soruşturmayla ilgil bilgi verdim. Bunun üzerine, soruşturmanın derhal durdurulmasını, cumhuriyet savcısının değiştirilmesini istedi. Makamda beklediğini, sonucun kendisine bildirilmesini istedi. Cevaben kendisine, hukuk ve aykırı bir işlem olmadığını izah etmeme rağmen ısrarcı oldu. dört dakika süren görüşme sonrası, tekrar soruşturmayı durdurmamı, mahkeme kararlarını kolluktan geri istememi ve savcıyı değiştirmemi ısrarla istedi. Cevap beklediğini belirterek telefonu kapattı"
Bitmiyor.
"Daha sonra beni tekrar 22:31'de. Aynı şekilde müsteşar bey arayarak ne yaptığımı sordu. Ben de yapılan işlemin hukuk içinde olduğunu, herhangi bir müdahaleyi gerektirir bir durumu nezaketle anlatmama rağmen, bana hitaben, su saatte git cumhuriyet savcısını değiştir, bu soruşturmayı durdur. Bunu yapmazsanız sonuçlarına katlanırsınız diyerek telefonu kapattı"
Tutanağın son bölümünde şöyle diyor:
"Cumhuriyet başsavcılığımızca yapılan işlemlerde hukuka aykırı bir işlem görmediğimden bu taleplerine yeri getirmedim"
"'YOLSUZLUKLAR KAPATILSIN' DİYORSANIZ DİYECEK BİR ŞEYİM YOK"
Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy veren bütün yurttaşlarıma sesleniyorum. Sizin vicdanınız el veriyorsa, bir yolsuzluk davasının soruşturmasının kapatılmasına evet, varsın kul hakkı da yensin diyorsanız söyleyecek bir lafım yok. Ama demiyorsanız 30 Mart'ta sandık önünüze gelecek. Elinize vicdanınıza koyun, hırsızlığa hep beraber dur diyelim.
"ADALET BAKANI'NA SESLENİYORUM: O MÜSTEŞARI YERİNDE TUTACAK MISIN?"
Buradan Adalet Bakanı'na sesleniyorum. Sen o müsteşarı yerinde tutacak mısın? Yerinde tutuyorsan o işin sorumlusu sensin. Zaten bir müsteşar Bakan'dan talimat almadan 'Bir dosyayı kapat savcıyı al sonuçtan bana bilgi ver, sonucuna katlanırsın' diyemez zaten. Şimdi HSYK'nın kanun teklifi görüşülüyor. O geçerse, bunların tamamı gerçek olacak. Bir talimatla yargı şekillendirilmiş olacak.
"KOMPLO MOMPLO HEPSİ HİKAYE"
Dört bakan istifa etti. Bazılarının çocukları içeride. Bazıları aranıyor, kimileri kaçtı. Olay büyük. Efendim bize komplo momplo bunların hepsi hikaye.
Olay çok büyük, bunu örtecek bez yok. Getirdikleri her torba yasa içinde yolsuzluklara ilişkin bir yama var.
"BU KADAR BÜYÜK BİR YOLSUZLUĞU ÖRTMENİN YOLU DEVLETİ ÇÖKERTMEKTİR"
Bu kadar büyük bir yolsuzluğu örtmenin yolu nedir? Devleti çökertmektir. Devleti çökertmek nedir? Yasama yargı yürütme. Birisi çökertirseniz devlet çökmüş olur. İlk kim farkına vardı bunun? TBMM Başkanı, anayasanın 138'nci maddesi çökmüştür dedi, bitti. Yargıya hiçbir organ talimat veremez diyor. Bu çöktü diyor. Devletin çöktüğünü görüyoruz. Devlet kiriz görüyoruz. Yönetmeliği apar topar değiştirdiler, polisi savcının değil hırsızın emrine vermeye çalıştılar. Gitti Danıştay iptal etti. Apar topar parlamentoya HSYK ile ilgili bir kanun teklifi geldi. Başta sayın cumhurbaşkanı kaygılarını dile getirdi.
"SAYIN CUMHURBAŞKANI ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞUNU HERHALDE GÖRMÜŞTÜR"
Biz her yerde doğruları savunduk. Anayasa görüşmelerine de oturduk. Dedik ki Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş bir anayasaya ihtiyacı vardır. Demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Örgütlü toplumu ayağa kaldıran bir anayasa ihtiyaç vardır. Oturduk, maddelerden birisi HSYK'ydı. Üç arkadaşımız görev yaptı. Bakın şu HSYK ile ilgili anayasa uzlaşma komisyonunun metni. Hakimler Yüksek Kurulu, savcılar Yüksek kurulu oluşturuluyor. Yeşiller dört partinin uzlaştığı metindir. Kırmızı, sadece ve sadece iki parti tereddütlerini ifade ediyor. Biz dedik ki, 60 maddede uzlaşma sağlandı, çekin başkanlık teklifini. Hayır dediler biz başkanlık teklifini çekmiyoruz. Biz savunduk onlar ortadan kaldırdılar. Olay gündeme gelince, sayın cumhurbaşkanı teklifin anayasaya aykırı olduğunu herhalde görmüştür. Görmemek mümkün değil çünkü.
"BİRİLERİ HALA UTANMADAN YALAN SÖYLÜYOR"
Sayın cumhurbaşkanına gitmeden önce gazeteciler ve anayasa hukukçusuyla beraberdik. HSYK'nın yeniden yapılanması için görüşümüzü sordular. Biz Türkiye'nin demokratik bir anayasaya sahip olmasını isteriz. Ortada bir devlet krizi var. Krizi fırsata döndürmek de mümkün. Bizim iki koşulumuz var dedik. Bir HSYK teklifini geri çekin. İki, yolsuzluk davalarına müdahale etmeyin, o kendi mecralarında yürüsün. Biz o zaman otururuz her türlü desteği veririz. Böylece çıkan krizi fırsata dönüştürürüz. Aynı söylemi ben sayın cumhurbaşkanına da ifade ettim. Bunları anlatmamın nedeni şu. Bir tarihe not düşmek, birileri hala utanmadan yalan söylüyor, onun yalanını aydınlatmak.
"SİZİN GENEL BAŞKANINIZ SİZE YALAN SÖYLÜYOR"
Diyorlar ki, siz gelmediniz. Anayasa değişikliği olacaktı, CHP kabul etmedi. Az önce söyledim gelişmeleri. Geçen salı günü gruptan hemen sonra, Muharrem Bey'i AKP grubuna gönderdik, telefonda konuştu. Sayın Nurettin Canikli ile, sayın Adalet Bakanı ile. Bakın sayın Cumhurbaşkanı da bu konuda çok duyarlı. HSYK ile ilgili anayasada düzenleme yapalım diyor, lütfen teklifi geri çekin sizin samimiyetinizi görelim. Masaya oturup gerçekten çağdaş bir anayasa yapacağız. Bir görüşüp döneyim, verilen ilk yanıt bu. Sonra dönüldü, biz teklifimizi geri çekmiyoruz.
Şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi'nin milletvekillerine sesleniyorum, sizin genel başkanınız size yalan söylüyor, doğruları söylemiyor. Bunları tarihe not düşmek için söylüyorum. Biz samimiyiz, onlar samimi değiller.
"ONLARIN SAMİMİ OLMADIĞINI BİZ ÇOK İYİ BİLİYORUZ"
Onların samimi olmadığını CHP milletvekilleri çok iyi biliyor. Söz verip, bazı maddeleri geri çekiyorlar, bu maddeyi geri getirmeyeceğiz diyorlar. Genel Kurul'da, aynı maddeyi tekrar getiriyorlar. Biz bunu biliyoruz. Bu bir AKP klasiği. O nedenle dediler ki bir şey yapmamız lazım. Ne yapmamız lazım? Tek yolu var, devleti çökertmek. HSYK yasa teklifinin geliş nedeni de budur. Mahkemeleri adalet bakanına bağlamak.
"BU OLAYLAR ÇOK BÜYÜK, ÖRTECEK BEZ YOK"
Bir açıklama yaptı. Anayasa değişikliği konusunda oturalım konuşalım. RTÜK benzeri bir model getirelim dedi. İtiraz ettik, dedik ki bir hakimin yakasında siyasi partinin rozeti olmaz, hakim olmaz o zaman. RTÜK benzeri bir şey olmaz.
"BAŞBAKAN DEĞİL BAŞ ÇALAN"
Neden bu olaylar bu kadar çok büyük? Bu olaylar kapanmaz arkadaşlar, HSYK yasası da çıksa bu olay kapatılmaz. Olay büyük, neresini örteceksiniz. Bunu örtecek bez yok, bu kadar açık bu kadar büyük. Bizzat Başbakan bu olayların içinde, baş aktör. O nedenle kendisine 'baş çalan' dedim, Başbakan değil baş çalan. Bunu da her ortamda ispat etmek mümkün. Telefonla konuşuyor, Beykoz'daki özel orman arazilerini imara açmak için. İş adamı açıyor başbakana telefon, abi bu şey çıkmayacak mı diyor. Başbakan'a abi diyor. Tabi tabi diyor, çıkacak diyor.
"SİZİ ALET EDİYOR KENDİ YOLSUZLUĞUNA"
AKP milletvekillerine sesleniyorum. Yasama organı yerine siz değil, Başbakan konuşuyor. Sizi alet ediyor kendi yolsuzluğuna farkında mısınız bunun?
Yine İBB'ye bağlı bir genel müdür ile, çok büyük bir inşaat şirketinin sahibi konuşuyor. Diyor ki bu Beykoz'daki özel orman arazilerini satın alayım mı? Alabilirsin diyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin saygı değer milletvekillerine sesleniyorum. Yolsuzluklarda sizi kullanıyorlar, alet ediyorlar. Siz yasama organının üyesisiniz, yürütme organının değil. torba yasa getiriyorlar, her torba yasasının içinde yolsuzluğa yönelik madde var. Hala el kaldırıyorsunuz. Çocuklarınıza hesap vereceksiniz yarın. Bu yolsuzluk dosyalarını aklama konusunda duyarlı olun.
"YA DEVLETİN DİBİNE DİNAMİT KOYACAKSINIZ YA DA..."
HSYK teklifi görüşülecek biraz sonra, getiriyorlar. Ya devletin dibine dinamit koyacaksınız, ya bu ülke aydınlığa kavuşmuş olacak. Adalet bakanına mahkemeleri bağlıyorsunuz, anayasa mahkemesini de başbakana bağlayın, aynı şey. Böyle bir şey olabilir mi?
"HALA 'DELİLİ VAR MI?' DİYOR"
Merak ettiğim bir şey daha var. Olay bu kadar açıkken, hala bakanlar çıkıp 'bunun delili yoktur' diyorlar. Sağlık Bakanı gitmiş, Trakya Birlik'in mali genel kurulunda konuşuyor. 'Delili var mı?' diyor. Birisi var var demiş, kutu kutu demiş. Hala delili var mı diyor yahu. Başbakanın konuşmaları var, oğlunun konuşmaları var, genel müdürlerin konuşmaları var, milyon dolarları var, haram parayla umre var, 700 bin liralık saat var, yahu gözünüz doymadı mı daha? Ne olacak?
"YAHU ARKADAŞ SEN KİME SECDE EDİYORSUN?"
İş öyle bir noktaya geldi ki, gerçekten oturup kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Bu ülke bu hale nasıl geldi diye. Din iman edebiyatıyla bu hale nasıl geldi diye. Bunların bir milletvekili var kalktı bir laf etti. Allah'ın bütün vasıflarını Tayyip Erdoğan üzerine almış diye. Milletvekili bakın. Yahu arkadaş sen nasıl ibadet ediyorsun, kime secde ediyorsun, din anlayışın ne ben anlamıyorum. Sözde bunu söyleyerek yolsuzlukların üstünü kapatacak. Yahu sen kul hakkı yemenin en büyük günah olduğunu nasıl bilmezsin.
"BATSIN SİZİN AKLIĞINIZ"
Bunlar biliyorsunuz bir de peygambere nüfus cüzdanı çıkarmışlardı. Söylerken utanıyorum ama, altında da AK Parti yazıyor. Batsın sizin aklığınız.
Halkın en temiz duygularını sömürüyorlar, inançlarını sömürüyorlar, bir dikta rejimi yarattılar. Bu nokta bizim için iç açıcı bir nokta değil. Oysa bizim tarihimiz yolsuzluklarla mücadele tarihidir. Arkadaşlarım iki örnek getirdiler. Türkiye Cumhuriyeti'nin üçüncü hükümetinde iki bakanın adı yolsuzluğa bulaşıyor. Hemen yüce divana gönderiliyorlar. Bize komplo kuruldu demiyorlar. Suat Hayri Ürgüplü, bir yolsuzluk söylemi çıkıyor ortaya. Kendi iradesiyle "ben Yüce Divan'a gidip aklanmak istiyorum" diyor. Gidiyor ve aklanıyor.
"AYAKKABI KUTUSUNUN PARALEL DEVLETLE NE İLGİLİSİ VAR"
Geldiğimiz nokta ne? Yolsuzluk var, dört bakan istifa etmiş, fezlekeler daha gelmiyor. Peki benim merak ettiğim, bu ayakkabı kutusundan çıkan paranın paralel devletle ne ilgisi var? Başbakan bu sorulara nasıl cevap verecek. Sormazlarsa ayıp ederler, bu soruları Sayın Başbakan'a mutlaka sorun.
"DIŞ MİHRAK ÜÇKAĞITÇILIĞINA KANMAYIN"
İtalya'da yürekli bir savcı Antonio di Pietro çıktı ben yolsuzluklarla mücadele edeceğim dedi. Onunla röportaj yapılıyor. Türkiye'deki yolsuzluklarla ilgili diyor ki, savcılar sonuna kadar gitmeli demokrasiye darbe söz konusu. E savcılar görevden alındı. Birinci çözülme buradan. Dış mihrak üçkağıtçılığına kanmayın. 'Bana da ABD ajanı dediler' diyor. "İtalya'da yolsuzluk soruşturması yapıyorum, bu ABD ajanı dediler. Sonuna kadar gittim mücadele ettim" diyor. Ama onun bir güvencesi vardı, hukukun üstünlüğü. Hükümet bütün baskılara rağmen yargıya müdahale edemedi. O kararlılıkla yolsuzlukların üzerine gitti. Türkiye'deki soruşturmalar ciddi hasar aldı diyor. Oysa diyor, soruşturmayı başlatan savcı en derin bilgilere sahip olan kişidir diyor. Şöyle bir cümlesi var, "Türkiye'deki bu yer değiştirmeler, soruşturmaya müthiş zarar veriyor. Soruşturmaları durdurmak amacıyla yapılıyor. Bütün bunları emredenler yüksek suçlu zihinlerdir" diyor.
"DI PIETRO 'HSYK DÜZENLEMESİ ÖLÜM VURUŞU OLUR' DİYOR
Yine diyor ki, İtalya'da da kutulardan para çıktı diyor, bunu önlemek için polisin hırsızdan daha hızlı hareket etmesi gerek diyor. Biz de ne oldu, yönetmelik değişikliği yaptık. Ve HSYK ile ilgili düzenlemeye şunu söylüyor "HSYK düzenlemesi ölüm vuruşu olur, hırsız kendi hakimini seçemez" diyor. Ve umarım bunu canlarıyla ödemezler diyor. Çünkü İtalya'da bazı savcılar öldürüldü yolsuzluk soruşturmasını yaparken.
"HER BAŞBAKAN YOLSUZLUĞUN ÜZERİNE YÜRÜDÜ, ŞİMDİ BUNUN TAM TERSİ"
Her başbakan istisnasız yolsuzlukların üstüne yürüdü. Hiçbir siyasi açıkça yolsuzlukların yanında yer almadı. Yolsuzluk yapanlar siyasi hayattan çekildiler. Şimdi tam bunun tersi yapılıyor. O nedenle bizim sorumluluğumuz var. İktidar partisinin de sorumluluğu var. Adaleti ayaklar altına aldığınız zaman, toplumda çürümeye zemin hazırlarsınız. Hırsızların gözde, namusluların saklandığı bir rejimi yaratmış olursunuz. Hiçbir ülkenin yasasında rüşvet yolsuzluk suç değildir diye bir hüküm yoktur. Bu gerçeği bilerek karar vermemiz gerekiyor. Onların da sorumluluğu var, onlar da milletin önüne çıkacaklar.
"İLK KEZ AKP KENDİSİNİ DEVLET OLARAK GÖRMEYE BAŞLADI"
Siyasi partilerin bir özelliği daha var. Siyasi partiler halktan yetki alırlar, devleti yönetmek üzere gelirler, süresi anayasada bellidir. Sonra bir daha halka giderler, halk memnunsa bir daha çeker. Ama siyasi partiler devlet olmazlar. İlk kez AKP kendisini devlet olarak görmeye başladı. Her şeyi ben yaparım, ben bilirim diyor. Hele benim oğluma asla dokunamazsın diyor.
Sokaktaki vatandaş benim oğlumla başbakanın oğlunun arasında ne fark var diyor. Yasalar onun oğluna neden uygulanmıyor diyor. Dokunamazsınız benim çocuğuma diyor, gidip ifade vermeyecek diyor. Geçen gün diyor ki, 'çok açık net söylüyorum, yolsuzluğa karışsın bir saniye yanımda tutmam evlatlıktan reddederim' diyor.
"OĞLUNU EVLATLIKTAN REDDETME, YARGIYA GÖNDER"
Evlatlıktan reddetmeni istemiyoruz. Çünkü böyle bir ceza yoktur, bu ayrı bir şey. Ama sen kendini devletin yerine koyuyorsun, oğlumu ben yargılarım diyorsun. Senin oğlunun rüşvet ve yolsuzluğa bulaştığına sen değil, bağımsız yargı karar verir. Sen oğlunu oraya göndermiyorsan, onun için ben başçalan diyorum.
Evlatlıktan reddederim diyor. Bilal çıkıp şunu söylese, "sen bana helal haram öğretmedin. Beni harama teşvik ettin, suça teşvik ettin. Benim üzerimden pazarlık yaptın. Senin gibi baba olur mu desem ben haklı değil miyim"
'Ben bugüne kadar evladından hırsızlık öğrenen baba görmedim. Duymadım. Hırsızlık babadan evlada geçer' diyor, kendisini tanımlıyor aslında.
"TIR'LAR HABİRE YAKALANIYOR SİLAH YÜKLÜ, MÜHİMMAT YÜKLÜ"
Adana'da TIR'lar habire yakalanıyor, silah yüklü TIR'lar. Diyorlardı ki, bunlar insani yardım malzemesi götürüyor. Yahu bir devlet düşünün, bunu saklar mı? Sen Somali'ye yardım götürürken gazetecileri götürmedin mi? Aç kapısını, makarna elbise çıkacak. Dünyaya da gösterirsin. Ama olay o olay da değil. TIR'lar silah yüklü, mühimmat yüklü. Bunu eleştirdiğimde, doğru değil dediğimde, benim vatanseverliğimden şüphe ettiğini söylemiş. Edebilir, kimin vatansever olup olmadığına bu millet karar verir.
"MİT'İN KANUNDA SİLAH KAÇAKÇILIĞI YAPMA GÖREVİ YOK"
Ben bir gün cebimi doldurup Amerika'ya falan kaçmayacağım, ama senden şüpheleniyorum. Ayrıca senin yatacak yerin de yok. Onun için söyledim, vatandaş elini cebine atarken başka bir el görürse, o el Recep'in elidir. MİT'in böyle bir görevi yok, silah kaçakçılığı yapma görevi yok. MİT kanunun 26'ncı maddesini okusun demiş.
Ne diyor 26'nci maddesi "MİT mensuplarının görevlerini yerine getirirken görevin niteliğinden doğan, ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında soruşturma açılması Başbakan'ın iznine bağlıdır" deniyor. Neden ötürü? Görevlerini yaparken.
MİT Kanunu'nun 4'ncü maddesine geçiyoruz, görevleri nedir?
A maddesi, milli güvenlik istihbaratını devlet çapında oluşturmak, gerekli kuruluşlara ulaştırmak. Silah kaçakçılığı var mı? Yok. Devletin milli güvenlik siyasetiyle ilgili planların hazırlanması, bakanların istihbarat isteklerini karşılamak. Sonra kamu kurum ve kuruluşlarını istihbarat faaliyetlerinin yönlendirilmesi için tavsiyelerde bulunmak. Sonra, kamu kurum ve kuruluşlarının, teknik konularda müşavirlik yapmak ve yardımcı olmak. Bir sorun yok. Genelkurmay başkanlığınca lüzum görülecek haber ve istihbaratı toplamak. MGK'da belirlenecek diğer görevleri yapmak. Son fıkra, istihbarata karşı koymak.
"MİT'İN OPERASYONEL GÖREVİ YOKTUR"
Ama bir madde daha var.
Şöyle diyor "MİT'e bu görevler dışında görev verilemez ve bu teşkilat devletin güvenliğiyle ilgili istihbarattan başka hizmet istikametlerine yöneltilemez" bu kadar açık. Başka bir görev verilemez deniyor. MİT'in operasyonel görevi yoktur.
Şimdi TIR, benden habersiz aranamaz. Diyelim ki sen eroin kaçakçısısın, üç tane de MİT'çi buldun. Arayamazsınız denecek. Böyle bir saçmalık olur mu? Savcıya ihbar geldiğinde savcı gider, durumu öğrenir, belgelendirir, varsa suç konusu rapora bağlar, Başbakan'a gönderir, soruşturma açmak istiyorum. Neden? Şu şu şu belgeler vardır diye, sen izin verip vermemekte o zaman serbestsin. Ya onun içinde insan kaçırsalar ne yapacağız? Eroin kaçırsalar ne yapacağız? Silah kaçırıyorlar, sen Türkiye Cumhuriyeti'nin saygınlığını uluslararası alanda tartışmaya açtın. Hala ısrar ediyor, TIR'ın içinde ne olup olmadığını kimse bilmeyecek.
Ne demek kimse bilmeyecek? Eğer suç ve suçla ilgili bir olay varsa savcının görevi zaten. Bakın 1970'da BM bir bildiri yayınladı. Türkiye'de bunu kabul etmiş durumda. Devletler arasında dosya ilişkileri hakkında uluslararası hukukun ilkeleri. Okuyorum şimdi "hiçbir devlet başka bir devletin rejimini yıkmayı hedefleyen silahlı hedeflere yardım etmeyecek, para yardımı sağlamayacaktır" bizim de kabul ettiğimiz bildiri. Bu TIR'la bu uzlaşıyor mu?