Trabzon Barosu Başkanı Avukat Sibel Suiçmez, İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile iptal edilemeyeceğini söyledi.
Haber61 TV’de her hafta Çarşamba günleri ekranlara gelen “Aleni Sorular” programında Atakan Kadıoğlu’nun konuğu Trabzon Barosu Başkanı Avukat Sibel Suiçmez oldu.
Gündeme oturan İstanbul sözleşmesinden çıkılması kararını değerlendiren Suiçmez, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hak gaspına yol açması nedeniyle anayasaya aykırı olduğunu belirterek kararnamenin bu nedenle geçerli olmadığını vurguladı.
Suiçmez, “Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin de bir hak gaspına yol açtığı için anayasamıza aykırı olduğu için baştan beri söylüyorum. Bu sözleşme temek hak ve özgürlükler üzerine konumlanmış bir sözleşme. Temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya kısıtlamayacak sözleşmelere tek başına cumhurbaşkanı bir kararname ile imza atmasıyla, çekilemeyeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla yoklukla maluldür bu cumhurbaşkanlığı kararnamesi diyoruz ve yok hükmünde olduğunun tespiti talebimiz de var” dedi.
Sibel Suiçmez açıklamalarını şöyle sürdürdü;
“Hiçbir zaman şunu düşünmemek lazım. Biz bunu yapıyoruz ama acaba gerici mi düşünüyoruz. Veya bunun bize sunulması bir çağdaşlaşma modeli değil yani. Burada çok ince bir sınır var ve bizler hala çekirdek aileler olarak yaşayan, aile ilişkilerine önem veren bir toplumuz ve bu özelliğimizi de kaybetmememiz gerekir diye düşünüyorum, bu çok önemli. Eminim şimdi bu İstanbul sözleşmesinin bu şekilde bir cumhurbaşkanı kararıyla birlikte feshedildiğinin ilan edilmesiyle birlikte aslında İstanbul sözleşmesinden haberi olmayan birçok kesim de İstanbul sözleşmesinden haberdar oldu. Bunu böyle olumlu yan olarak gördüğümü belirteyim.
Ama şimdi İstanbul sözleşmesi aslında bir insan hakları sözleşmesi. Bunu böyle bir tarafa koyalım. Ve bizler Türkiye olarak Avrupa insan hakları sözleşmesine de tarafız. Avrupa konseyine de tarafız. Dolayısıyla bunlar sadece kağıt üstünde yazılmış sözleşmeler değil bir değerler mazlumesi de aynı zamanda. Siz bunları kabul ettiğiniz zaman temel hak ve hürriyetlerin, insan hak ve özgürlüklerinin en değerli şey olduğunu, bir insan için, kabul edersiniz. Mesele buradan çıkıyor şimdi bakıyoruz, basit bir sözleşme midir? Basit bir uluslararası söyleşme midir İstanbul sözleşmesi? değildir. Yani temelinde tamamen bizim imzasını attığımız, kabul ettiğimiz Avrupa insan hakları sözleşmesi gibi bir insan hakları sözleşmesidir. Dolayısıyla bu açıdan da baktığımızda bunun çıkmaya karar verilmesi fes edilmesi aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerinden, temel hak ve özgürlüklerden bir geriye gidişi de kabul etmek anlamına geldiği endişesi var hepimizde. Şimdi bu Avrupa konseyi üyesiyiz, Avrupa konseyi sözleşmesi bu aynı zamanda şimdi baktığınız zaman bu sözleşme sadece devletlerin iki yıl üç yıl beş yıl üzerinde çalışıp da ortaya koyduğu herhangi bir sözleşme değil. Bir kere temek hal ve özgürlükleri ele aldığınız bir sözleşme olduğunu söyleyelim, niye bu kadar karşı çıkıyoruz. O bir yerde dursun. Yıllardan beri süren bir kadın mücadelesini, bir kadının eşitsizliğini ortadan kaldırmasına yönelik verilen bir mücadelenin sonucunda ortaya çıkmış bir sözleşme bu. Ve ilk sözleşmedir kadına karşı şiddeti bu şekilde tanımlayan ve devletlere de bunu önlemek için yükümlülükler veren. Bu sözleşme kadın karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak kabul eder. O yüzden bakarsak Avrupa insan hakları sözleşmesi, İstanbul sözleşmesi, bir silsile halinde gelmiştir. Yılların hatta yüzyılların mücadelesinin sonucunda gelmiştir. Peki İstanbul sözleşmesi ne diyor. İstanbul sözleşmesi kadına karşı şiddetin aslında nedeni kadının ve erkeğin eşit olmaması, kadınlara karşı bir ayrımcılığın uygulanmasıdır diyor. Bunu nasıl ortadan kaldıracaksın diyor devlete. Diyorlar kanunlarımız var, o zaman neden İstanbul sözleşmesi var? Bunlar var ama hiçbir zaman eşitsizlik ortadan kaldırılmamış, ayrımcılık, şiddet ortadan kaldırılmamış. Dolayısıyla bu üst sözleşme tespitler yapıyor, sonra da bunun çözümü için mekanizmaları söylüyor. Görev dağılımı yapıyor.
Acaba kaç kişi, bizi izleyenlerden, insanlar eşit doğmaz diye düşünür. İlla kadın erkek olarak bakmayalım. Doğan dünya vatandaşı herkes eşit doğmaz mı? Eşit haklara sahip olmamalılar mı? Bunlar dünyanın belli bir yerinde doğduğu için, belli bir dine mensup doğduğu için, belli bir ırka mensup doğduğu için farklı muamelelere mi tabi tutulmalı? Hayır. Zaten insan hakları evrensel beyannamesi de söylüyor. İnsan doğuştan bu haklara sahiptir diyor. Her insan eşittir, kadın erkek de eşittir. İzleyicilerden kaç kişi der ki kadın erkek eşit değildir. Der mi? Bu eşitliği güç anlamında demediğimizi herhâlde açıklamaya gerek yok. Fiziki güç anlamında demiyoruz.
Haklar anlamında diyoruz. Dolayısıyla haklar ve ödevler, elbette hak veriyoruz ama onun da her vatandaşta olduğu gibi hakkında vardır ödevin de vardır. Ve bunlarda da kadın erkek eşittir. Sözleşme bunu söylüyor. Kadın erkek eşit olmalıdır ama öyle midir? Değildir. Eşitliği sağlamak için devletler bir şey yapmalıdır. Diyor. Ayrımcılık yasağı getiriyor. Diyor ki sen kadına eşit oranda istihdam, eğitimde fırsat eşitliği sağlayacaksın. Sosyal hayatı paylaşmada eşitlik sağlayacaksın dolayısıyla ve ayrımcılığa da tabi tutmayacaksın. Yani o meşhur tartışılan maddede söylenen sadece şu kadınlar ırkından dininden cinsel eğiliminden ve birkaç şey daha var, bunlardan dolayı ayrımcılığa tabi tutulmamalıdır. Yani şiddete tabi tutulmamalıdır. Biz bunu diyebilir miyiz, bizim kabul etmeyip doğru bulmadığımız, değerlerimize tamamen ayrı olabilir. Bu ister dini, ister düşünce ister ahlak yapınıza uymayabilir. Ama şunu diyebilir miyiz? Siyahlar köle olmuş zamanında hala var. Amerika dediğimiz ülkede köleliğin ne zaman kalktığını biliyoruz. Otobüslere zenciler siyahlar giremiyordu. Bu çok geçmişte olan bir şey değildi. Bunlar doğru mudur? Diyelim ki bir zenci vatandaş gelmiş biz buna diyebilir miyiz seni eğitime almayacağız, ya da eğitime alacağız ama başkasını on yıl seni iki yıl. Anca eğitilirsin çünkü senin rengin böyle. İki yıl eğitileceksin ama sonra sen hamal olabilirsin. Sen hiçbir zaman avukat olamazsın. Diyebilir miyiz? Demeli miyiz yoksa herkes bu dünya vatandaşı, dini açıdan bakarsak herkesi Allah yarattı. Herkes bu dünyada eşit vatandaş olarak bu dünyaya geliyor. Eşit insan hakkıyla doğuyor. Hani çok şey kopardılar ya, dediği o. Sadece bunlar nedeniyle kimse şiddet görmesin diyor sözleşme. Ayrımcılık yapma yapanı da engelle diyor. Bunu derken de devlete görevler yüklüyor. Zaten mesele burada.
Bizim ceza yasalarımız var ama o ceza yasaları yerine getirmezse devlet şöyle olur böyle olur yok. Zaten görüyorsunuz ülkemizde adalete duyulan güven ne halde. Zaten o cezalara güven olsa, bugün bu adalete halkın duyduğu güven bu kadar azalır mı? Dolayısıyla bu sözleşme bunu söylüyor. Sen kadına karşı çocuğa karşı, ki bu sözleşme 18 yaşından küçük her çocuğu çocuk kabul ediyor. Ondan da rahatsız olanlar olabilir ama evet 18 yaşından önce herkes çocuktur. Sen bunu ergen olmuş diye eğer bu artık kadın olabilir diye düşünürsen yapacak bir şey yok o noktada. Sen o zaman İstanbul sözleşmesine karşı çıkabilirsin. Biz öyle düşünmüyoruz. Cezalar o anlamda var ama çözüm üretmiyor cezalar. Cezalar sadece cezalandırır, çok iyi biliyoruz ki Türkiye’de ceza yönünde bir eksiğimiz yok, eksiğimiz uygulamadan kaynaklanıyor. Hatta birçok ülkeden daha fazla cezamız var. Hatta bu cezanın fazlası olması nedeniyle birçok yerde hakimler ceza vermektense ceza vermemeye çalışıyorlar. Cezalarda bir problemimiz yok. Asında bu sözleşme şöyle diyor. Kadın karşı çocuğa karşı çocuğa karşı şiddeti ve ayrımcılığı engelle önce. Önleyecek tedbirler al. Önleyemedin başına bir iş geldi koruyacaksın diyor. Koru diyor. Sığınma evine al kimliğini değiştir, verilerini gizle hatta yüzünü bile değişir, ameliyat oluyor bazı kadınlar ondan sonra diyor faili de soruştur ve yargıla. Nasıl yargıla. Bir gözün kaplı yargılama, etkin bir biçimde yargıla ve mağdurları da tekrar tekrar mahkemeler vasıtası ile mağdur etme diyor. Ondan sonra devlete diyor ki devlete sen bir politika izle bu ayrımcılığı engelleyecek şiddeti önleyecek politikalar oluştur. Bu politikaları üret ve bunu üretirken sivil toplum örgütleri ile birlikte hazırla. İşbirliği içinde ol. İstatistiklerini paylaş.
Şimdi paylaşabiliyor muyuz istatistikleri? Canımız çıkıyor istatistik bulma için. Tam tersi, istatistik kararmaları ile karşı karşıya geliyoruz. Dolayısıyla sözleşmenin dediği bu kadar aslında dört madde diyoruz ya. Ama bu dört madde de devlete yükümlülükler yürüyor. Ceza kanunu yüklemiyor. Medeni kanun da yüklemiyor. Yap diyor ceza ver diyor. Bir de diyor ki biz seni değerlendireceğiz, raporlayacağız diyor. Dolayısıyla çözüm üret politika yap dediğimde koru diyor.
Mesela bir KADES uygulaması var. Güzel bir şey oldu emniyet müdürlüğünün. Bu konunun çabuk ulaşmanın yöntemi de bu. Elektronik kelepçe sistemi var. Tecavüz kriz merkezleri oluştur diyor. İşte devlete bunları oluştur iş birliği içinde diyor. Kötü bir şey mi diyor devlete? Şiddeti önle diyor.
İstanbul sözleşmesi sadece kadına yönelik değil. Evde meydana gelen her türlü şiddeti der. Aile içi. Aslında asıl şeyi ev içidir o. Ama aileye sokularak kol kırılır yen içinde kalır olgusu da orda işlesin diye onu hep aileye çeviriyoruz. Aile bakanlığı. Kadın bakanlığı istiyoruz aile bakanlığına dönüşüyor, orada da erkeği de korur bu sözleşme. Sadece kadını koruyan bir sözleşme değil, aile temel alınmış.
Burada sözleşmenin dediği tek şey bu, şiddet eşitsizlikten kaynaklanır, eşitsizlik nedeniyle kimse ayrımcılığa tabi olmamalıdır. Ve sen bu ayrımcılığı yok edecek politikaları üret. Diyor ki önleyemezsen sen ekonomik yönden tazminat davası açarlar sana.
Biliyorsunuz Türkiye, Nahide Opuz davasında koruyamadığı için ceza almış tek ülkedir. Ondan sonra yasaları değişme süreci gündeme geldi. Bir devlet sana 20 kere 30 kere kadını koru diye müracaat ediyor ve o kadın öldürülüyor. O zaman diyor senin bu koruma görevini nasıl yerine getirdin söyle bakalım? Bakıyorlar ki hiçbir şey yapmamış. Sadece koruma kararı alıp tebliğ etmiş. E olmuyor. Başka bir yöntem bulacaksın. Aslında hem bu sözleşmenin hem de bizim 6284 sayılı yasamızın temelindeki değişikliğin nedeni budur. Devlete diyor ki sen koruyamadın, korumak için gerekeni yap. Bu nedenle insanlar neden bundan rahatsız olur, açıkçası anlamakta da güçlük çekiyorum. Öyle görünüyor. Yasalarımızla halledemiyoruz işte gördük yaşıyoruz. Üstelik son günlerde yaşadığımız tam da o söylediğimiz şey. Tehdit ediliyor müvekkillerimiz, bak şimdi daha yasan da yok, sözleşme de ortadan kalktı sana neler yapacağım diyor.
Geçenlerde 93 yaşında bir kadın öldürüldü, tecavüze uğradı. Yani şimdi bunun neresinden bakarsanız bakın, güldü mü? Kısa etek mi giydi? Eşini aldattı mı? Boşanmak mı istedi? Ne yaptı bu evinde oturan 93 yaşındaki kadın. E o zaman herhalde problem kadınlardan kaynaklanmıyor. Problem gerçekten kadını sadece cinsel bir kimlik olarak gören, kadını eşit bir birey olarak görmeyen, kabule etmeyen bir zihniyetten geçiyor. İşte bu İstanbul sözleşmesinin belirli kesimleri rahatsız etmesinin nedenlerinden biri bu. Diyor ki bu eşitsizliğe yol açan ortamları yaratan bir durum varsa, bunu ortadan kaldır. Bir toplumsal zihniyet değişikliği politikasını uygula. Gelenek ve göreneklerinde de buna meyilli geleneklerimiz varsa, eşitsizliğe ayrımcılığa yol açan geleneklerimiz varsa, kadını bir mal olarak görme, kadını sadece cinsel bir kimlik olarak görme gibi bir zihinsel oluşumlara neden olan geleneklerin varsa bunları da değiş diyor. Bu kötü bir şey mi?
Kadına ve çocuğa karşı şiddet ve istismar vakalarında zaten en zor alan bu alan istatistik bilgiler gösteriyor ki bir insanın tanımadığı biri tarafından tecavüze uğraması ya da öldürülmesi çok az olan bir şey. Çoğunlukla bu tanımlanan eylemler aile içinden geliyor. Buradaki paradoksu görüyor musun?
Hem bir yandan korumaya kollayama çalıştığımız bir aile yapısı ama ailenin içinde gerçekleşenlere bakmak istemiyorlar. Bu noktada diyor ki koruyalım aileyi ama içinde ne oluyor. Bu kadın bu çocuk burada ne olmuş senelerdir tecavüze uğruyorsa bu çocuk buna biz ailedir, deyip ses çıkarmayacak mıyız? Aileyi koruyalım diye bunu söylemeyecek miyiz? Bu açıdan üzerinde çalışılması zor bir konu. Yani o aileyi açıp içine bakmamız ve oraya elimizi uzatmamız gerekiyor. Oradan yardım etmek için yani ben yolsa gidiyordum tecavüze uğradım. Ya da yolda giderken şiddete maruz kaldım, bunlar çok ender olan şeyler. Birkaç olayda oldu bunlar.
Mesela Özgecan olayında oldu. Pınar olayında oldu, Ordu’da oldu. Ama onun dışında meydana gelen olayların çoğunda aile ilişkisi var ya da sevgili, eski eş ilişkisi var. Ya da kendinin sevgili olduğunu düşünüp karşılık vermeyene karşı bir öldürme olay, şiddet gerçekleşiyor. Şimdi bunların hepsi niye böyle diye düşünüyoruz. On yıl önce evlendiği eşinin bir başkası ile evlenmesini kabul etmiyor kendi hayatını kurmuştur mesela erkek evlenir çoluğu olur çocuğu olur ama o eski esi yeni bir hayat kurmaya kalktığında öldürüyor. Öldürmenin çok büyük sebebi de bu oluyor. Çünkü onu bir birey olarak görmemiş onu malı olarak kabul etmiş. Bu benim malım, onun hakkı yok ama benim onun üzerinde hakkım var. Diye düşünüyor. O kişi değil ki o özgür bir varlı değil. Dolayısıyla bu şiddete yol açıyor. Bu nedenle kadının özgürlüğünün, bireyin özgürlüğünün sağlanması çok önemli. Siz şimdi burada eşit olarak görmediğinizde, kadın boşanmak istiyor, tamam olabilir hiddetlenirsin, istemeyebilirsin, sen hala sevebilirsin ama yok diyor. İstemiyor. İstemedikten sonra bir insanı bu kadar sahiplenme sağlıksızdır.
Esas üzücü olanda bazı kesimlerin ailedir, buraya girmeyin dediğini görüyoruz. Bu sözleşmeden de o yüzden rahatsız oluyorlar. Çünkü hepimiz biliyoruz ki esas şiddet aile bireylerinde geliyor. Dolayısıyla o kapalı kutudan birinin yardım istemesi çok önemli. KADES uygulaması da tehlikedeysen bas, basıyorsun. Gelen şeylere baktığımızda çoğu o aileden kendi ailesinden geliyor. Bu sözleşmede de bunların hepsini saymış, şu durumda şunu yapmalısın diye.
Ben siyasetçi değilim o yönden bir cevap versem siyasete çekileceğini de düşünüyorum ama bir hukukçu olarak hak temelli olarak baktığımda söylemek istediğim şu bazı kesimler kadını eşit bir birey olarak görmüyor. O zaman kadını bir mal olarak görüyor. Mal olarak gördükleri zaman da kendilerine göre belirli bir yaştan sonra kız çocukları ile birlikte olabilirler, evlenebilirler, kız çocukları ona buna verilebilir. Satılabilir. Bu şekilde düşünüyorlar. Bu şekilde baktığımız zaman kadınlar erkeklere hizmet etmek için var gibi görünüyor. Kadınlar onların istediği şeyleri yapabilirler. Diye düşünüyorlar.
Şimdi yapılan araştırmalara bakarsak, İstanbul sözleşmesinin kalmasını %97 bu toplum istedi. Hani birileri millet millet diyor da biz o milleti görmedik. %93 ü bu sözleşmenin kalmasından yana oldu, tüm siyasi partileri kapsayan bir araştırmaydı. Sadece %7’lik bir kesim İstanbul sözleşmesine karşı olduğunu söyledi. Karşı olan bu kesim de maalesef kadının hakkı olduğunu düşünmüyor. Ben haklar bölümünden bakarak cevap vereyim İstanbul sözleşmesinden geri adım atılmasını biz kadının temel hak ve özgürlükleri bakımından geri adım atmak olarak görüyoruz. Bu nedenle çok tehlikeli buluyoruz. Bunun da aslında demokrasinin kadın ve erkek eşitliğinden oluştuğunu düşünüyoruz. Bir demokrasi bu ülkeye gelecekse kadını ve erkeği ile eşit bir toplum sonucunda demokrasi gerçekleşebilir. Dolayısıyla bunun ülke demokrasisini de tehdit edeceğini düşünüyorum. Ülkemiz demokratik laik bir hukuk devletidir. Bunun cumhuriyetimizin temel niteliklerini de ortadan kaldıracak bir hak ihlallerine yol açacağını düşünüyoruz. O nedenle maalesef siyasi iktidarda kendine yapılan bu baskıdan, bu değişiklik lafından ne kadar rahatsız olduklarını biliyoruz, hissediyoruz. Aklın yolu birdir. Eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması yasağı zerine kurulmuş bir metin var buna hangimiz hayır deriz?
Bu noktada çok az bir kesimin taleplerine yenildiğini düşünüyorum iktidarın. Ama bu çok önemli bir hak kaybına yol açacaktır. Ülkemize sanıldığı gibi seksen maddelik bir sözleşme değil, özgürlükler ve hak kayıplarına neden olacak bir uygulamadır. Biz hala İstanbul sözleşmesinin yürürlükte olduğunu düşünüyoruz. İptal edilmediğini söylüyoruz. Dolayısıyla Trabzon barosu olarak da biz bu davayı hemen açtık ve cumhurbaşkanı kararıyla böyle bir kararın alınamayacağını, cumhurbaşkanlığı kararnamesinin de bir hak gaspına yol açtığı için anayasamıza aykırı olduğu için baştan beri söylüyorum. Bu sözleşme temek hak ve özgürlükler üzerine konumlanmış bir sözleşme. Temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya kısıtlamayacak sözleşmelere tek başına cumhurbaşkanı bir kararname ile imza atmasıyla, çekilemeyeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla yoklukla maluldür bu cumhurbaşkanlığı kararnamesi diyoruz ve yok hükmünde olduğunun tespiti talebimiz de var açtığımız davada. Yani şöyle bir şey diyebilir mi bir gün uyandığımız zaman bir kararname ben vatandaşlarımın veya mavi gözlü vatandaşlarımın Türkiye de eğitim hakkından yararlanmasını istemiyorum, pat bir imza. Diyebilir mi? Deniyor. Bu denen de onu gibi bir şey aslında. Bizim burada itirazımız hangi noktada olabilir eğitim hakkı temel insan hakkıdır. Temel insan hak ve özgürlüklerini düzenleyen bir konumda sen tek başına karar alamazsın aslında hiç kimde alamaz. Temel hakları ortadan kaldıracak, dolayısıyla bu alamazsın yok hükmündedir diyoruz biz. Yine anayasanın 90, 104. Maddelerine aykırı bir şekildedir bu cumhurbaşkanı kararı.”