Tonya Devlet Hastanesi hekimlerinden ve Eski İHH Trabzon Şube Başkanı Dr. Murat Kadir Topçu’nun gönüllü olarak Güneydoğu’ya gittmişti. Sağlık Bakanlığı, sağlık görevlisi açığı bulunduğu için hizmet puanı düşük personeli Güneydoğu’da görevlendirme kararı aldı. Bakanlığın kararı üzerine Dr. Murat Kadir Topçu gönüllü olarak Güneydoğu’ya gitme kararı almıştı. 24 yıllık hekim olan Dr. Topçu’nun Şırnak a giden tek gönüllü Dr olarak Cizre de yaşadıklarını anlattı.
CİZRE’DE İKİ HAFTA
“Başhekim arayıp “tüm hastanelerin başhekimlerinin arandığını, terör olayları sebebiyle sıkıntılı olan yerlere doktor gönderileceğini, gönüllü varsa o gidecek, gönüllü yoksa yeni mezun doktorlardan hizmet puanı en düşük olan gönderilecek. Herkesi arayıp durumu bildiriyorum. Ne dersin?” diye sordu. Düşünmek ve ailemle istişare etmek için zaman istedim. Eşimle ve büyük 2 oğlumla konuştuk. O şartlarda yeni mezun birinin çalışmasında ki zorlukları düşünüp “Gitmeye” karar verdim. İlgili kişileri aradım ve gideceğimi söyledim.
Allah biliyor, nerede çalışacağım konusunda kimseye tek söz etmedim. Ama Diyarbakır’da çalışmak istemiyordum. Olacaksa Cizre veya Silopi olsa iyi olur diyordum. Rabbim Cizre’de çalışmayı nasip etti.
Gönüllü olarak, orada “Canlarını” ortaya koyan asker ve polise hizmet etmek istiyordum. Bölgede kalan yöre halkına hizmet vermem istenirse hiç gocunmadan bu hizmeti yerine getirmeyi düşünüyordum. Bu işi vatana millete hizmet olarak görüyordum. Devletin bu bölgede çalışacak hekime ihtiyacı vardı. Ya gönüllü ya da zorunlu olarak elbette devlet buraya istediği sayıda hekim gönderirdi. Ama gönüllü çalışmakla zorunlu olarak gidip çalışmanın aynı şey olmayacağı açıktı. Ben, “Gönüllü” olarak oraya gidip çalışmayı nasip etmesini Allah’ın bana bir nimeti olarak görüpşükrediyorum.
31 Ocak Pazar günü ailemle helalleşip Ankara’ya gittim. Hekimevinde kalmamız istendi. Pazartesi sabah saat 6 gibi havaalanına topluca hareket edeceğimiz söylendi. 20 kişi olacaktık. Tanıdık biri var mı diye merak ediyordum. Sabah ekibi görünce kimseyi tanımadığımı gördüm. Arkadaşların elinde görev yerlerini gösteren liste vardı. Şırnak merkez, İdil, Silopi ve Cizre’de çalışılacaktı. Cizre ekibinde olduğumu görünce Allah’a hamd ettim. Rabbim gönlüme göre vermişti.
Ankara’dan Mardin’e uçtuk. Havaalanında Mardin Sağlık Müdürlüğünün 2 aracı bizi bekliyordu. Bunlara binip hareket ettik. Midyat’ta öğle yemeği için durduk. Canım yemek istemiyordu. En yakın camiyi gidip namaz kılıp bu görevi hakkımızda hayırlı kılması için Rabbime dua ettim. Özellikle annemin ve eşimin çok üzülüp çok endişelendiğini biliyordum. Arkada bıraktıklarıma sabır ve metanet vermesini istedim. Zaten anneme söyleyip söylememe konusunda kararsızdım. Eşimin “Söyle, ana baba duası alarak git, iyi olur” demesi üzerine söylemiştim zaten. Ve tabii en küçük oğlumun ispiyonlaması ile zorunlu olarak söylemiştim. Onlarla konuşurken Şırnak demiştim gideceğim yere. “Olaylar yok orası sakin demiştim” Cizre olunca bunu söylemedim. Yine Şırnak’tayım dedim. Zaten Cizre Şırnak’ta değil miydi?
Midyat’tan hareket edip Cizre’ye doğru yola çıktık tekrar. Şırnak il sınırından geçtikten sonra ilk arama noktasına geldik. Ekipte ki diğer arkadaşların çoğu endişelense de ben bu aramaların normal olduğunu biliyordum. Gerçekten son derece sakindim. Cizre’ye ulaşana kadar belki 7-8 yerde durdurulup “Kimsiniz, nereye gidiyorsunuz, kimliklere bakalım” sözlerine muhatap olmuştuk. Bazen 5 dakika bazen yarım saat bekletildik. İdil girişinde biz gelmeden önce yola döşenen bombanın patlaması sonucu polis aracı kaza yapmıştı. Silahlı çatışma ihtimalinin olması sebebiyle epeyce bekletildik. Sonra ön ve arkamıza iki zırhlı araç verdiler. Şoförlere “Polis araçlarına saldırı ihtimali yüksek. Hızla yola çıkıp öndeki aracı takip edin. Sakın fazla yaklaşmayın.” demeleri ekipte huzursuzluğu artırdı. Hızla yola çıkıp İdil Devlet Hastanesine ulaştık. Orada çalışacak arkadaşları bırakıp beklemeden tekrar Cizre’ye yollandık. Yine birkaç arama noktasından geçtikten sonra Cizre Devlet Hastanesine ulaştık. Hastane avlusunda belki onlarca zırhlı araç vardı. Ellerinde uzun namlulu silah olan pek çok kişi vardı. Yerlerde uzun namlulu silahlara ait binlerce boş kovan vardı. Etrafta çok sayıda ağzı kapalı çöp poşetleri vardı. Hastane girişinden çok askeri bir tesis havası vardı. Başhekim karşıladı bizi. Hastane girişinde üstlerimizi ve bavullarımızı açtırıp içlerini dikkatlice aradılar. Ben de şaşırmıştım buna. Doktor grubu niye aranıyor diye sordu bazı arkadaşlar. Başhekim “Ben başhekim olduğum halde her gelişte beni de arıyorlar. Durum hassas. Bu arama bizim güvenliğimiz için. Yapacak bir şey yok” demesi pek çok arkadaşta var olan endişeyi azaltmaya yetmemişti ama durum buydu.
Bavulları bir odaya bırakıp yemekhaneye geçtik. Beraber yemek yedik. Başhekim hastanenin 25 roket yediğini bu sebeple acilin yerinin birkaç defa değiştiğini söyledi. Hastane dış kapısının hemen önlerinde, ilk günlerde tabiri caizse “göğüs göğüse” çatışmalar olmuş. Daha sonra konuştuğumuz polisler sokağa çıkma yasağı ilan edilince hastanenin karşısında ki binalardan keskin nişancı ateşi sebebiyle bir gün dışarı adım atamadıklarını söylediler. Ateş edilen yeri uzun süre bulamamışlar. Daha sonra hastane etrafında “Drone” uçurtup bir noktadan namlu ve ateş çıktığını görüp oraya yönelince orada ki keskin nişancıyı halledip hem derin nefes alıp hem de dışarı çıkabildiklerini söylediler. Öldürülen keskin nişancı Hollandalıydı dediklerinde bayağı şaşırmıştık.
Hastanede sadece kadın doğum servisinde hasta kabulü yapılıyordu. Doğum için sadece. Diğer servisler kapalıydı.Hastanede asker polis ve çalışan personel kalıyordu.
Çalışma şeklimiz belli olmuştu. Acilde gün aşırı 24 saat nöbet tutacaktık. Nöbetçi olmadığımız günde sokağa çıkma yasağı olduğundan hastane dışına çıkamadığımız için yine acilin etrafından ayrılmıyordum. Haberleşmemiz kurulan “Whatsapp” grubu üzerinden oluyordu. “Yaralı geliyor” şeklinde mesaj atılınca herkes acil önünde hazır halde bekliyordu. Yaralı sayısı birden fazla ise o kadar sayıda oda hemen en kötü senaryo için hazır hale getiriliyordu. Yaralı geldiğinde hemen hızlıca müdahale ediliyordu. Bu organizasyon orada kaldığım süre içinde saat gibi işledi çok şükür. Yaralı asker ve polislere hızlı ve etkili tedavi yapıldı.
Orada kaldığımız 14 gün boyunca 3 şehidimiz oldu. İlk nöbetimde 6 yaralımız oldu. En ağır yaralımız karnından kurşun yiyen bir polisimizdi. (Asker polis ayırımını kıyafete bakıp yapamadığımdan ve gelenlerin çoğu polis olduğundan herkes için “Polis” diyeceğim ) Kurşun karına girmeden önce koluna çarpıp ön kol kemiğini parçalayıp hızı azalmıştı. Doğrudan karına gelse burayı paramparça ederdi. Bu haliyle bile ameliyata alındığında bağırsaklarının yarıdan fazlasının alınmasına sebep olmuştu. 6 yaralımız olsa da “Şehidimiz” olmamıştı. Buna şükrediyordum.
Nöbet ertesi odama gidip birkaç saat uyuyup tekrar acilin önüne indim. Polislerle muhabbet ederken birden “Kafadan ağır yaralı geliyor” mesajı geldi. Hemen acile girdik. Eldivenleri giyip 2. bir odayı da olası diğer yaralılar için hazır hale getirdik. Gergin bekleyiş uzun sürmedi. Sedye üzerinde etrafında en az 5-6 kişi tarafından hızla ve bağırmalar eşliğinde yaralımız getirilip acil müdahale odasına alındı. Kardeşimiz aslında “Şehid” olarak getirilmişti. Kafası sadece göz kapağına kadardı. Kaşları ve kaşların üst kısmı kafanın arka tarafına kadar “yoktu”. Sanki biri uçları düzensiz bir kılıçla göz kapaklarının üstünden kafatasını biçmişti. Ne yapsak geri gelmeyecekti ama çok uğraştık ekip olarak. Sonra biz de kabullendik şehadetini. Odama çıkıp hüngür hüngür ağladım. Trabzon’da çalıştığım Tonya Devlet Hastanesinde ki whatsapp grubumuza zorlukla “ŞEHİDİMİZ var Tonya” diye yazabildim ve ağlamaya devam ettim. Biraz sakinleşince tekrar acile indim. Şehidimiz yan olaya alındı, “Hazırlanacak” dendi. Neye hazırlanacak anlamadım ve soramadım. Biraz sonra tekbirler eşliğinde sedye üstünde bayrağa sarılı tabutu gördüm. Hastane dışına kadar tekbirlerle götürüldü. Ağlayarak bende tekbirlere eşlik etmeye çalışarak gidenlerle beraber yürüdüm. 24 yaşında ki bu Gaziantepli genci Şırnak’a, oradan ailesine ve İnşaallah Cennete uğurlamıştık.
O andan sonra Cizre’de kaldığımız günler süresince tekerlekli sedye sesi bizim için kötü bir uyarıcıydı. Tekerlekli sedye sesi her duyduğumuzda hemen sesin geldiği tarafa bakıp nerdeyse ayağa fırlıyorduk. Çünkü bu ses şehid veya yaralı taşıyan aracın sesiydi.
Her gün yaralı geliyordu. Kaldığımız süre içinde alnından vurulan ve Frontal kemiği (alın kemiği) ve beynin Frontal lobu parçalanan kardeşimiz en ağır yaralımızdı. Ameliyata alındı, kanama durdurulup beyinde gerekli işlemler yapılıp Şırnak Askeri Hastaneye helikopterle sevk edildi. Orada da ameliyat edildi ama sonra ki günlerde GATA’dan şehadet haberi geldi. Tam kalbinden yaralanan bir kardeşimiz ve kafadan vurulan bir kardeşimiz de şehadet şerbeti içti. Benim Cizre’de kaldığım süre içinde toplam 4 yiğit kardeşimiz Şehid olmuştu.
Toplam 40 civarı yaralımız oldu. Birkaçını anlatayım. Bomba patlaması sonucu savrulup sırt üstü düşen ve getirilen bir polis vardı. Geldiğinde uyanıktı. Oturdu. Elinin içi daha önce yaralanmış ama kimseye dememiş, etrafta bulduğu bezlerle bağlamıştı. Oturunca “Beni bırakın, ben de bir şey yok, ben görev yerime gideyim” diye tutturdu. Düşme sonucu sağ tarafta kaburgaların olduğu bölgeye dokundurtmuyordu. Eline pansuman yaptık. Akciğer ve kaburgalar için röntgene gönderecektik. Bırakın beni, gideyim, ben de bir şey yok diye tutturdu. Sakın rapor falan da vermeyin diye ekledi. Odanın içi zaten ana baba günü gibi, bir dünya adam var. Ortam gergin, havanın yumuşaması lazım.Yaralıya” Abi sen Trabzonlu musun diye sordum. Herkes bir anda sustu. Bana dikkat kesildi. Amacıma ulaşmıştım. “Abi senin gibi rahatsızlar ancak Trabzon’dan çıkar, Allah aşkına bir sus bir dur da işimizi yapalım” dedim. Gergin hava dağıldı, yüzlerde tebessüm oldu. “Ben Antepliyim hocam. Haritayı katlayınca Trabzon’a denk geliyor yeri, ondandır” deyince hepimiz güldük. Neyse ki röntgen sonucu akciğerde hasar ve kırığı yoktu. İstemese de ilaç verip 5 gün istirahata zorla ikna edip gönderdik.
Bir başka gün “3 yaralı geliyor” mesajı üzerine 3 oda hazırlayıp beklemeye başladık. Peş peşe 3 yaralı geldi. İlk ikisi kol ve bacaktan hafif yaralıydı ve gençtiler. Daha yaşlı olan 3. yaralı sırtından yaralıydı. Daha acil kapısından girmeden “Ben de bir şey yok, diğerlerine bakın, diğerlerine bakın, beni bırakın” diye bağırıyordu. Kurşun kürek kemiği bölgesindeydi. Kanamayı durdurup akciğerde bir hasar var mı diye röntgene gönderecektik. Diğer 2 arkadaşını görüp iyi olduklarını anlayıncaya kadar röntgene gitmeye razı olmadı.
Ayağı burkulup yürüyemeyen bir asker geldi. Kırık çıkık yoktu ama atele (yarım alçı ) alıp beş gün istirahat verdik. 4. gün baktım tam teçhizat göreve gidiyor. Beni görünce “ Hocam iyiyim, zaten kaç gündür dinleniyorum. Takımım göreve gidiyor, onları nasıl yalnız bırakayım. Artık duramıyorum “diye mahcup gözlerle bana bakıp kafayı öne eğdi. Ağlamamak için kendimi zor tutup “Hadi Aslanım, Allah kolaylık versin” deyip sırtını sıvazlayıp gönderdim.
En az şehidlerimiz kadar beni üzen bir başka kaybımız daha oldu. “Hamile kadın arrest (solunum ve dolaşımı durmuş) halde geliyor” mesajı geldi. Hemen odayı hazırladık, anestezi ekibini çağırdık. Yaklaşık 8 aylık hamile 21 yaşında hamile kadın getirildi. Daha önce de bayılıyormuş. Getirilmeden önce banyoya girmiş, bir saat sonra yokluğunu hissedip bakmışlar, baygınmış. Bir saate yakın canhıraş bir uğraşla 2 anestezi uzmanı doktor arkadaşla beraber uğraştık. Ama zaten ölü gelen bu kadını kurtaramadık. Bari çocuğu kurtaralım, hemen ameliyathaneye alıp sezaryen ile çocuğu çıkaralım dedim. Ancak çocuğunda anne karnında öldüğünü USG ile anlayınca üzüntümüz iki kat arttı.
Orada olduğum sürede 200 civarı terörist öldürüldü. 120 civarı kişiye otopsi yapıldı. Bunların 30 tanesinin Otopsisini bizzat ben yaptım. Bu 30 otopside genel olarak şunları gördüm. Bir tanesi 18-20 yaşlarında, bir tanesi 35-40 yaşlarında diğerleri 20-30 yaş aralığında idi. 5 veya 6 tanesi kadındı. Tamamen yanmış halde ve cinsiyeti tahmin edilemeyecek şekilde 5-6 ceset vardı. Bir kişi “Sünnetsiz” idi. Yan tarafta yapılan otopsilerde iki kişi daha sünnetsiz çıktı. Yaklaşık 80 otopsiye giren birine sormuştum “sünnetsiz var mı aralarında” diye. “6 veya 7 tanesi sünnetsizdi” demişti. Ben de kendi gözlerimle Türk veya Kürte benzemeyen sünnetsiz cesetleri görmüş oldum.
“Bu yanmış bedenler nasıl oldu, tank atışı sonucu mu?” diye savcıya sordum. Tank atışı yapılmadığını, zaten tank mermisi isabet etse yakıp geçeceğinden ortada ceset falan kalmayacağını söyledi. Bu yanmış cesetlerin teröristler tarafından kendilerince yakıldığını, bunların muhtemelen kendi “Lider” kadrolarına ve “yabancı ülke vatandaşlarına” ait olduğunu söyledi. Bu kişilerin tanınmaması için böyle yaptıklarını belirtti. Yani yabancı savaşçılar söylemi şehir efsanesi değildi.
Sağlık Bakanı bir sabah hastaneye ziyaretimize geldi. Beraber kahvaltı yaptık. Daha sonra hastanede çalışanlarla yaklaşık bir saat süren sorulu cevaplı bir toplantı yaptı. Bakanın gelmesi ve sağlık çalışanları ile toplantı yapması ekip üzerinde olumlu etki yaptı.
Daha sonraki günlerde GATA’nın Dekanı Tümgeneralde acili ziyaret etti. Kısa bir konuşma sonrası acilden ayrıldı. Bu ziyaret de çalışanları olumlu etkiledi.
Operasyon süresince sivillere zarar vermeme konusunda çok dikkatli davranıldı. Öyle ki bir evden ateş açılmaktadır. Mermisi bitene kadar ateş eden kişi, mermi bitince silahını evin dışına atar. Sesler kesilince güvenlik güçleri eve girer. Evde olan kişi terörist olmadığını, ateş eden kişinin başkası olduğunu söyler. Seni buradan çıkartalım önerisine “Evden çıkarsam örgüt ailemi infaz eder, beni bırakın” der. Bu kişiye bile dokunulmaz. Evde bırakılan bu adam daha sonraki günlerde çatışma esnasında silahı ile beraber ele geçirilir.
Güvenlik güçlerinin moral düzeyini değerlendirmeye çalıştım kendimce. Zor şartlarda yaşıyor ve çalışıyor olmalarından dolayı abartılı bir şikayetleri yoktu. Bir kısmı gayet neşeli idi, bir kısmı da çökkün idi. Ama bu iki grup sayıca fazla değildi. Geride kalan çoğunluk idare eder bir durumdaydı. Uzun süreden beri olan yorgunluk dışında genel anlamda herkes iyi durumdaydı.
Operasyonlar bittiğinde operasyondan dönen asker ve polisin yüz ifadelerini merak ettim. Zaten acilin önünden geçip odalarına çıkacaklardı. Beklemeye başladım. Dönenlerin hiç birinin yüzünde “Bak işte, biz hallettik, hepsini geberttik, zafer kazandık…” vb bir algıya sebep olacak bir yüz ifadesi yoktu. Görevini yapmış olmanın verdiği huzuru okudum geçen kişilerin yüzlerinde.
14 gün Cizre’de yaşadıklarımdan kesitler anlatmaya çalıştım. Yaşam şartlarımızın ağırlığını, o eksik, bu yetersiz, şu yanlış gibi şeyleri konuşmaya gerek yok. Yaklaşık 2 aydır her gün ölümle kol kola gezen asker – polisin yaşadıkları yanında bizim “sorun” olarak bunları konuşmamız yakışık almaz. Bu süre içinde üzüldüğüm konuları madde madde özetleyerek yazıyı bitireyim.
1. Şırnak iline giden 20 doktor içinde tek “” bendim ve bu beni ziyadesiyle üzdü. Tek kişi ben olmamalıydım diye düşünüyorum. Memleketin yarısı Akpartiye oy verdi. Akpartinin bu memleket için çalışan tek parti olduğunu ve hatta liderleri için ölmeye hazır olduklarını meydanlarda kefen giyerek gösterdiler. CHP’liler Akpartinin memleketi sattığını, hükümettekilerin hain ve satılmış olduğunu ve gerçek vatanperverlerin kendileri olduğunu söylüyorlar. MHP ve Saadet Partili kardeşlerde, diğer partililerde ve herhangi bir cemaat mensubu olan insanlarda bu vatanı çok sevdiklerini hatta ölmeye hazır olduklarını söylüyorlar. Ama iş “Şırnak’ta (savaşmaya değil) hastanede sadece 14 gün çalışmaya “ bile gelince tek gönüllü benim öyle mi? Bu sorgulanması gereken acı bir gerçektir.
2. Bu sürede en çok üzüldüğüm olay şüphesiz Şehidlerimiz olmuştur. Bu operasyonlarda iki ayda Cizre’de 27 asker – polis kardeşimiz şehid olmuştur. Tüm şehidlerimize Allah rahmet eylesin. Ailelerine sabır versin.
3. Annem, babam ve eşim olmak üzere pek çok akrabam ve arkadaşım başıma bir şey gelecek diye korkup günleri zor tamamladılar. Üstelik annem babam ve kardeşlerim Cizre’de olduğumu bilmiyordu. Beni Şırnak’ta zannediyorlardı.
4. PKK’nın aşağılık bir terör örgütü olduğu açıktır. Dünyada ne kadar Türkiye düşmanı varsa hepsinin Türkiye’ye zarar vermek amacıyla PKK’yı desteklediği ve PKK’nın bu yabancı örgüt ve devletlerin maşası olduğu da açıktır. PKK saflarında öldürülen insanların bilerek veya bilmeyerek bu yabancı örgüt ve ülkelere piyonluk yaptığı da açıktır. PKK yabancılara hizmet etse de öldürülen bu insanlar yabancı değildiler. Öldürülen bu insanlar Amerikadan, Almanyadan veya Japonyadan gelmediler. Çoğu 1985-95 yıllarında bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda büyümüş ama daha sonra örgüte kaptırdığımız aslında “bu ülkenin” insanlarıydı. Biz bu insanları kaybettik. Karşımıza iflah olmaz bir Türk ve Türkiye düşmanı olarak çıktılar. Silaha sarılıp aldıkları yanlış kararın neticesini canlarıyla ödediler. Yanlış anlaşılmasın, bu insanları savunmuyorum ve asla savunmam da. Silahı eline alıp bize saldıran bu insanlar elbette teröristtir ve gereken cezaları verilmiştir. Ama bu insanlar “bu toprakların” kaybettiği
nsanlardır. Onları kaybetmemeliydik, bu topraklarda huzur ve barış içinde yaşamalıydık. Bunu başaramadık. Onlar kandırıldı ve gittiler
5. Öldürülen teröristlere “leş” diyorum. Bu tanımı onlar “Kürt” olduğu için yapmıyorum. Giresunlu olup DHKP-C saflarında ölen “Türk” de benim için “leş” tanımını hak etmişti. Güvenlik güçlerine ve sivil halka meşru bir gerekçe olmadan silah çekip kurşun sıkanlar öldürülürse benim gözümde Türk de olsa Kürt de olsa “leş”tir. Bunu anlayamayan kişileri görmek de üzüntü verici.
6. Güvenlik güçlerimiz bu kadar açık ve temiz bir mücadele yaparken HDP’nin bu mücadeleyi karalamaya çalışmasını anlarım. Ama ülkemizde yaşayan pek çok kişinin HDP’nin açık yalanlarına inanıp bu mücadeleyi kötülemesini, basitleştirmesini, olumsuzlaştırmasını anlayamıyorum. Farklı partilere oy verilse de söz konusu olan “Memleket meselesi” ise niçin tek yürek olamadığımızı algılayamıyorum.
7. Kıytırık bir parti olan HDP’nin bu mücadelede medyayı devletten iyi kullanmasını, medya sayesinde güvenlik güçlerini ve Türk Devletini küçük düşürmeye çalışmasını, suçlamasını üzülerek izliyorum. Bunda görece başarılı olması ise canımı yakıyor. Bu anlamda hükümetin yaşananları anlatmada başarılı olmadığını düşünüyor ve üzülüyorum.
8. “Gönüllü gitmem” Trabzon medyasında yer aldı. Konuyu işleyenlere teşekkür ederim. Bu haberler ailemi ve sevenlerimi mutlu etti, gururlandırdı. Ama yaptığım şeyin abartılacak bir şey olmadığını biliyorum. Aslında sıradan olması gereken bu göreve pek çok gönüllü çıkması gerekirken sadece benim çıkmam ve bunun “çok önemli” bir şeymiş gibi algılanması beni üzdü.
Son söz olarak: Bu vatan hepimizindir. Her şeyimizi önce Allah’a sonra vatanımıza borçluyuz. Bizim gidecek başka bir vatanımız olmadığı gibi bu vatandan verecek tek bir karış toprağımızda yoktur.