AK Parti Ankara Milletvekili Trabzonlu Cevdet Erdöl, Milat Gazetesi'ndeki köşe yazısında ölüm yıldönümünde Ali Şükrü Bey hakkında yazı kaleme aldı.
İşte Erdöl'ün "Bugün tarih Ali Şükrü Bey!" başlıklı yazısı;
Ali Şükrü Bey, hayatını devletine ve devletin istikbali gençliğe ve gençlere adanmış siyasi bir mücadele ruhunun ismidir. Trabzon’un ve Birinci Meclis’in ilk Mebuslarından olan Ali Şükrü Bey’in siyasi hayatı ve mücadele ruhu vatanın ve milletin geleceği için cephede kendini siper eden şüheda ruhunun Meclis’teki yansımasıdır… Bu yönüyle Meclis’teki yasama faaliyetlerinde büyük bir kararlılık ve erdemli bir duruş sergileyerek “milletin mebusu” olma vazifesini hakkıyla ifa eden mümtaz bir şahsiyettir… Bilhassa tarihe not olarak düşülen “Meni Müskirat” kanunu vardır ki; bu husus Ali Şükrü Beyin sathı müdafaa anlayışının mecliste nasıl tezahür ettiğinin apaçık bir kanıtıdır. Özellikle istikbalimiz olan gençlerimizi alkol ve onun türevlerine karşı korumak için verdiği mücadele neticesinde kanunlaşan Men’i Müskirat Kanunu, Ali Şükrü Bey’in gövdesini siper ettiği müdafaalarındandır.
Tarih 27 Mart 1923, günlerden Salı…
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey gönlünde Hakk nidası, dilinde Allah sadası ile ikametgâhından Allah’a ısmarladık diyerek adeta hane-i saadetinden diyar-ı saadete bir yolculuğa çıkmışçasına helalleşir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gitmek üzere çıkar…
Dönemin İkdam Gazetesi muhabirinin nakli üzere; “Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Mustafa Kaptan’la birlikte oturdukları kahveden kalkıp gitmişler. Ali Şükrü Bey bir daha akşam Tan matbaasına avdet etmemiştir. Şimdi anlaşıldığına göre Ali Şükrü Bey zaten o akşam Osman Ağa’nın evine davetli imiş. Ve yarım saat tehir ettiğini görünce Mustafa Kaptan kendisini bulmaya gelmiş, kahveden alıp götürmüştür.”
İşte Ali Şükrü Bey tanıkların ve tanıdıklarının da beyanatı üzere en son 27 Mart Salı günü akşam görülmüş ve kendisinden bu vakitten sonra bir daha haber alınamamıştır…
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in ortadan kayboluşu nedeniyle ikametgâhına gelmeyişi başta aile fertleri olmak üzere herkesi endişeye sevk eder. Bu nedenle aynı zamanda kardeşi olan Deniz Yarbayı Şevket Bey Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvurarak Başvekil Rauf Bey’e, Ali Şükrü Bey’in en son olarak 27 Mart Salı günü Karaoğlan Çarşısı’nda Kuyulu Kahvehane’de otururken görüldüğü ve bu tarihten sonra 29 Mart Perşembe günü de dahil olmak üzere kendisinden hiçbir havadis alamadıklarından ve söz konusu bu durumun kendilerini endişeye sevk ettiğinden bahisle yardım talep ederek hissiyatını aktarır.
Bu hal üzere Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in ortadan kayboluşu hakkında bir müzakere 29 Mart 1923 tarihli olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülür.
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey müzakere nedeniyle söz istediğini belirterek yüce Meclis’te yaptığı konuşmada mebuslara şöyle seslenir:
“Efendiler; bu şerefli kürsü bugün elîm bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin mebusları bugün kalpleri kan bağlamış bir zavallı, biçare gibi birbirlerine bakıyorlar.
Ey Kâbe-i millet sana da mı taarruz?
Ey arayı millet sana da mı taarruz?
Ey milletin mukaddesatı sana da mı taarruz?” şeklinde serzenişte bulununca bu heyecan mebuslarda can bulur ve lanet sesleriyle yankılanan Genel Kurul salonunda “bu millet ölmez, zihniyet ölmez, fikir ölmez” sesleri yankılanır…
Heyecanlı olduğu hitabından ve hitabına yansıyan ifadelerden de anlaşılan Hüseyin Avnî Bey’in yüreği yanıktır, ciğeri yanmıştır…
Bu dağlanmayla konuşmasına devam eden Hüseyin Avni Bey duygularına hakim olamaz ve “sözümü kesmeyin, beni serbest bırakın, heyecanımı zapt edemiyorum” diyerek özetle şöyle seslenir:
“Efendiler!
Muvaffakiyeti onun hakimiyetidir!
Hakimiyeti demek onun reyini memleket dâhilinde serbest istimal etmesi demektir. Bir millet namusundan bir mebusu koparır. O mebusun ağzı, kalemi o milletin namusudur. Bu namusa tecavüz eden eller kırılsın. Mebus bu milletin ismetidir. Hüseyin Avni murdar bir katra kan değildir. Tecavüz arkadaşlarımıza değil, bir milletin namusunadır.
Efendiler!
Ali Şükrü Bey iki günden beri kayıptır.
Efendiler!
Memleketin sahibi, azametli bir tarih sahibi, namusuna hakim bir milletin mebusu kayboluyor. Hükümet bulamıyor, iki gündür kayıptır bulunamıyor!”...
Mesele hakkında derin şüphelerini büyük bir cesaretle de haykıran Hüseyin Avni Bey kuşku duyduğu siyasi hususlara da dikkat çekerek “Allah’tan çok isterim ki; memleketin elim zamanlarında bu hal bir cürmü âdi neticesi zuhur etsin. Evet âdiyen zuhur etsin. Ya siyasi ise, efendiler! Ya siyasi ise! Demek ki; bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı ölecektir. Hiç bir zaman ölmez…“
Hüseyin Avnî Bey’in konuşması bu yönüyle değerlendirildiğinde Ali Şükrü Bey vakası Türkiye Siyasi Tarihinin ilk suikasti olarak da telakki edilebilir…
Hüseyin Avni Bey’in bu meyanda yaptığı konuşma Ali Şükrü Bey’e duyduğu vefanın çok net bir yansımasıdır ve Hüseyin Avni Bey: “Efendiler! Bu elîm sahneye, bu şeni cinayete içinizde titremeyen bir fert tasavvur etmem. Öyle bir fert varsa alçaktır ve meydana çıksın” diye adeta kükrer!”
Aslında bu konuşmada geçtiği üzere henüz üç günlük bir namevcudiyetin; kaçırma, alıkoyma olarak değil de “elim bir cinayet” olarak haykırılması Ali Şükrü Bey’e dair gizli gizli beslenen art niyetlerin ve tehditlerin yakîn çevresi tarafından bilindiği yahut sezinlendiği hissiyatını uyandırmaktadır!
Bu yönde içinde düşmanlık besleyenlere de açık açık mesajlar veren Hüseyin Avni Bey, Ali Şükrü Bey’in kararlığını ve emanetini devralarak “bu kalem kırılmaz, bu fikir ölmez, biz de azmetmişiz! Türk Milleti bir sancak çekmiş. Onu namus telakki etmiş ve onun altında kanunlar neşretmiş. Bu kanunun fevkine çıkan alçaklar kahrolsun, kendini gayrimesul, kanun fevkinde telakki edenler namussuzdur. Kahrolsun bin defa” diyerek meydan okur ve “esrarengiz bir mahiyeti haiz olan cürüm inşallah meydana çıksın da bütün cihan bizi, siyasetten, fikri içtihattan, serbesti efkardan mahrum heyula görmesin, hayvan sürüsü görmesin. Temennim budur” diyerek adeta can kardeşi, candaşı, sırdaşı Ali Şükrü Bey olur bir an ve haykırır: Hüseyin Avni bu sancağın uğruna bin kere feda olsun, bu milletin istiklalinin uğruna, bayrağın şerefine yüz bin paşa, yüz bin Ahmed, yüz bin hoca ölsün. Yalnız tek bir şey yaşasın! O da istiklali millet, Hakimiyet-i Milliye…
Hüseyin Avni Bey bu meyanda sanki bir konuşma yapmaz da, Ali Şükrü Bey’den bir ruh, bir emanet bir dava, bir kutsal devralırcasına sözünü çekinmeden, gözünü sakınmadan konuşur…
İçine düşen yangını söndüremeyeceğini bilir ama Ali Şükrü Beyin yaklaşık altmış saattir yokluğunu adeta yaşar ki; vuslat baharı saadete kalmıştır!
Konuşmasında sadece Genel Kurula hitap etmez!
Adeta Ali Şükrü Bey ile de konuşur, sanki beraber baş koyduğu yola dair sözünü ve özünü tekrar eder ve bu sancak dinmez, bu ruh ölmez der, adeta!
“Çok arzu ediyorum ki, bin tane Ali Şükrü cürmü adi ile ölsün. Fakat siyaset ve kanaatinden, hürriyeti efkârdan dolayı, bir fikrin mücahidi bulunmak dolayısıyla medeniyetten gayri bir şekilde, vahşiyane ve caniyane bir surette tecavüze uğrarsa onun hesabını bu millet soracaktır. Bunun tahakkuk etmesini talep ederim ve bu tahakkuk ettiği günde ölecek çok adam vardır, öldürecek çok eller vardır…”
Ali Şükrü Bey’e dair özlem öyle kabarmış, hasret ciğeri öyle dağlamıştır ki; Hüseyin Avni Bey Genel Kurul’da bir mebus konuşmasından ziyade cephede savaşan bir komutanın vatanın kutsiyetine denk düşecek bir işgaldeki feryadıyla haykırmaktadır. Zira Ali Şükrü Bey’in mücadelesi onlar için vatan gibi kutsaldır… Çünkü onların kutsalları zaten vatandır!
Vuslatın saadet diyarına kaldığına inanarak yaptığı konuşmasında “Biz bu cinayeti meydana çıkaracağız. Müsebbibi her hangi bir şahıs olursa olsun onları kahredeceğiz, kanun kudreti önünde diz çöktürecek, geberteceğiz demelidir. Bunu söylemezlerse namussuzdurlar efendiler. Bunu söylemezlerse bu milletin vekili meşru değildir efendiler. Biz masuniyet isteriz. Bize masuniyet vermezlerse, bunu almaya eğer sizin de kudretiniz yoksa ve o surette burada oturursanız siz de namussuzsunuz… Oturulmaz efendiler… Hiçbir vicdanının bunu kabul etmeyeceğine kaniim. Cihanla mücadele etmeliyiz.”
Hüseyin Avni Bey bu sözleriyle, Ali Şükrü Beyin sıradan bir mebus olmadığını, inandığı değerler uğruna baş koyduğunu ve adeta bir mücahid şuuruyla siyaseten memlekete ve millete hizmet ettiğini ve emanetini teslim ettiğini vurgular!
Ali Şükrü Bey’in vakasına dair “Cihanla mücadele etmeliyiz” beyanatı merhumun mücadelesinin çapını ve çevresini ifade etmektedir.
Zira Ali Şükrü Bey’in ortaya koyduğu idealler sadece devlet için değil aynı zamanda “millet yaşasın” içindir…
Bu konuşmalar Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923 tarihinden, 29 Mart 1923 tarihine kadar yokluğu nedeniyle yapılmış bir kayıp konuşmasından ziyade bir anlam taşımaktadır.
Zira kayıp sadece millete ve devlete dair değildir…
Zira cürüm sadece millete ve devlete karşı işlenmemiştir…
Ali Şükrü Bey mebusluğu süresince Çanakkale’de göğsünü siper eden şehitler gibi mücadele vermiş, nasıl ki, düşman yurdu teslim almasın diye canlar verilmişse, Ali Şükrü Bey de adeta milletin gönlünü ve gözünü şer işgal etmesin diye canını seve seve vermiştir!
Bu nedenle tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi askerler cepheye gitmeden önce nasıl helalleşmişlerse, Ali Şükrü Bey de ailesiyle öyle helalleşmiştir…
Bu nedenle tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi şehit düşen askeri görmesine rağmen kendisini mermilere siper eden şühedanın bilinciyle mücadele etmiş ve adeta o gün o Ali Şükrü Bey kahvehaneden öyle kalkıp gitmiştir!
Bu nedenle tıpkı Çanakkale’de olduğu canların bu ezanlar dinmesin ve bu bayrak inmesin diye şehit olması gibi Ali Şükrü Bey de bu ulvi amaca hizmeti esas gaye bilmiştir…
İşte Hüseyin Avni Bey’i böylesine içli ve yanık bir konuşmaya sevk eden husus Ali Şükrü Bey gibi bir münevverin, bir cevherin yokluğuna ve kaybına dair yüreğinde hissettiği acıdır!
Ali Şükrü Bey’in şahsında bu mücadeleye gönül veren, can veren, canını veren tüm ecdadımızı rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum!
***
Bu yazı dizisi Ali Şükrü Beyin hayatı ve gençleri korumak için verdiği mücadeleyi anlatmak için bir giriştir, devam edecektir!
Yazıda kaynak olarak kullanılan Genel Kurul Konuşmaları TBMM Kütüphanesinden edinilmiştir.