Trabzonlu sanatçının isyanı!

Pandoranın kutusu. Size yabancı geliyor mu? Yunan mitolojisinden aklınıza gelebilir belki. O kadar geçmiş zamana gitmeyelim. Çok yakın bir tarihte hafızalarınıza kazınmış olabilir. Pandoranın kutusu ödüllü bir sinema filmi.

Pandoranın kutusu.

Size yabancı geliyor mu?

Yunan mitolojisinden aklınıza gelebilir belki.

O kadar geçmiş zamana gitmeyelim. Çok yakın bir tarihte hafızalarınıza kazınmış olabilir.

Pandoranın kutusu ödüllü bir sinema filmi.

Bu film Trabzon'a büyük bir gurur yaşattığını varsayıyoruz.

Neden?

Pandoranın kutusu, yönetmen Yeşim Ustaoğlu'na İspanyan'ın kuzeydoğusundaki Bask bölgesindeki San Sebastian kentinde düzenlenen 56. uluslararası film festivalinde “Altın İstiridye” ödülünü kazandıran film.

Yönetmen Yeşim Ustaoğlu Trabzonlu.

Filmin yapımcısı da Trabzonlu. Yazar Muhammet Çakıral. Ve Pandoranın kutusu Trabzon'da 27 Mart'ta (bugün) gösterime giriyor. İki Trabzonludan muhteşem bir yapıt.

Öğrendik ki Muhammet Çakıral, memleketi Trabzon'a gelmiş. Ne güzel. Hemşerileri ile birlikte aynı sinemada, yan yana yapımcılığını yaptığı Pandoranın kutusunu izleyecek. Filmin galasının Trabzon'da yapılmasını da çok istemiş Çakıral, ama olmamış ne yazıkki.

Doğu Anadolu başta olmak üzere Türkiye'nin dört bir köşesinden gördükleri ilgiyi Trabzon'dan, kendi memleketinden görememiş.

Trabzon Sanatevi'nde gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okuyunca sizlerde anlayacaksınız ki, “Trabzon bir sanat şehri, kültür şehri” diyerek övünürüz her seferinde, bir Trabzonlunun gösterdiği başarılar koltuklarımızı kabartır, gururlanırız, ancak sıra destek olmaya geldiğinde görüyoruz ki elimizi taşın altına koymaktan son derece aciziz.

Yoğun Trabzon gündeminden biraz sıyrılalım, sanata ve sanatçıya kulak verelim istedik. Bu keyifli sohbette verilen mesajlar umarım yerine ulaşır.

-Trabzon'dasınız kendi memleketinizde ve eliniz boş gelmediniz, ödüllü bir yapıtla geldiniz. Neler düşünüyorsunuz?

Trabzon'da dağlarda, yaylalarda hikayeler dinliyorum. Onlardan besleniyorum. Sinemayla ilgilendiğim için senaryo çalışmalarım var bir de mekan seçiyorum.
Çaykara doğumluyum. 7 yıl sadece Trabzon'da kaldım. Senede en az 4-5 kez geldiğim oluyor. Sanatla, edebiyatla ilgilendiğim için Trabzon'da dağlarda, yaylalarda hikayeler dinliyorum. Onlardan besleniyorum. Sinemayla ilgilendiğim için senaryo çalışmalarım var bir de mekan seçiyorum. Çünkü Yeşim Ustaoğlu ortağım. Onun da doğa ile iç içe bir kültür anlayışı vardır. 'Bulutları beklerken' filmi Doğu Karadeniz'de çekildi. Pandoranın kutusu için de Zonguldak ve Bartın'ı seçtik.

-Karadeniz sizin için önemli yani hem ilham açısından hem de mekan açısından…

Evet. Ben Trabzon'u çok seviyorum. Trabzon benim için bir kimliktir. Trabzon bana farklı duygular veriyor. Tarihsel ve kültürel zenginliğinden kaynaklanıyor belki. Doğası, insanının zekası etkiliyor. 20 yıldır İstanbul'dayım. Orada hep gurbetçi oldum. Fırsat buldukça mutlaka gelirim. İstanbul'da beni en çok mutlu eden bir durum da haber61.net'in olması. Uzun süredir takip ediyorum. Memlekette ne olup bittiğini öğreniyorum. Günde en az 6 kez giriyorum sitenize. Ayrıca İstanbul'da Trabzon Eğitim ve Sanat Derneği vardır Beşiktaş'ta. Burada da güzel çalışmalar yapıyoruz. Orada paneller düzenliyoruz. Kent kültürü üzerine, sorunları üzerine çalışmalar yürütüyoruz.

-İstanbul'da da Trabzon camiası oldukça etkin evet…

Tabi tabi. İki kanatlı görüyorum kendimi. İstanbul'da bir kültür kenti. Bana çok şeyler kattı. Hem Trabzonlu, hem İstanbullu olarak görüyorum kendimi. İstanbul'da sinema yapıyoruz. Trabzon'da olsaydık yapamayacaktık.

-Şimdi şöyle bir paradoks içindeyiz; Trabzonlunun, Trabzon'da alt yapıyı sağlam hazırlama şansı var.  Buranın kültürüyle harmanlaşan, Trabzon'dan bir şekilde sıyrılmış isimlerin bugün ülkenin hatta dünyanın hemen her yerinde büyük başarılara imza attıklarını görüyoruz. Ancak Trabzon'da insanların kendilerini ifade etme şansları az, yeteneklerinin farkında olmaları için yeterli zemin yok. Bu durumu siz nasıl yorumlarsınız? Trabzon'daki eksiklik ne?

''İdmanocağı, İdmanyurdu gündüz futbol oynarlardı, akşam aynı oyuncular tiyatro gösterisinde bulunuyordu. Mübadele ile birinci darbe yenildi. İkinci darbe ise 1980 sonrası Türkiye'nin politik olarak dışa açılmak istemesi, liberalizme daha yatkın olarak dünyaya entegre olma girişimi ile beraber artık kentli olabilme hevesi vardı.''


Trabzon hem sosyal, hem kültürel, hem de ekonomik anlamda Trabzon çok değişkenlikler yaşamıştır. 1924'te Trabzon'un ekonomik yapısı ters düz edilmişti. Kurtuluş savaşı sonrasında Lozan Anlaşması ile başlayan bir süreçti. Burada 1920'lerin başında gerçekten Osmanlı'nın en önemli kentlerinden birisi idi. İstanbul başkent olmasına rağmen Trabzon kadar etkin değildi. Çünkü orası bir ithalat ve ihracat kenti idi, sanat kenti idi. O dönemlerde birinci darbeyi yedi. Trabzon'da 3-4 tane İngilizce, Fransızca, Yunanca hatta Arapça gazete çıkıyordu. Tiyatrolar yine İngilizce, Fransızca ve Yunanca oyunlar oynanıyordu.

İdmanocağı, İdmanyurdu gündüz futbol oynarlardı, akşam aynı oyuncular tiyatro gösterisinde bulunuyordu. Mübadele ile birinci darbe yenildi. İkinci darbe ise 1980 sonrası Türkiye'nin politik olarak dışa açılmak istemesi, liberalizme daha yatkın olarak dünyaya entegre olma girişimi ile beraber artık kentli olabilme hevesi vardı. Türkiye'nin gelişmesi mutlaka kentsel bir yaşamdan olabileceği düşüncesi hakimdi. Köyler bir anda kente göç etmeye başladı.

Trabzon, Sigorta Hastanesi'nden sonra boştu ve Akçaabat'a kadar arazi idi. Değirmendere'den ötesi de boştu. Buralar imara açıldığı gibi hiçbir şekilde alt yapıya önem verilmeden yapılmıştı. Ucuz arsalar tahsis edildi.

Karadeniz köylüsü bütün kaynaklarını bankada tasarruf haline getiriyordu. İstihdam bir şekilde köylerde dönüşüyordu. Bu arsaların açılmasıyla beraber o paralarla insanlar arsa aldılar, ev yaptılar. Adam Almanya'da yıllarca çalışmış ancak bir yere konulmamıştı.

Bir kimlik yarışı da söz konusu oldu. Kocaman apartmanlarla Trabzon dolmaya başladı. Kente yabancı olan insanlar, kültürle entegre olmayan insanlar, çevre illerden gelenler merkeze yerleşmeye başladı. Yerleşik olan o eski Trabzon aristokrasisi, dağılmaya başladı. Ankara'ya, İstanbul'a ve Antalya'ya yerleşmeye başladılar ve boşalan yerleri dışarıdan gelen insanlar doldurdu. Bir araştırma yapılsın ve '250 bin merkez nüfusun ne kadarı Trabzonludur' diye bakılsın. 20 yi geçmez kanımca. Bu insanlar artık sanat üretemez hale geldiler. Bu insanlar işsizdir, eğitimsizdir. Buradaki insanlarda artık İstanbul'a gidiyor.

Birde bunun politik yanları var. Son yıllarda Trabzon farklı yönlere çekilmeye çalışıldı. Trabzon'da kimine göre milliyetçi, kimine göre faşizan, kimine göre de derin devletin bir takım yatırımlarının sonuçlarını gördük.

Kentin dışa karşı vizyonu bozulmaya çalışılmış. Bir çok insan 'Ben Trabzonluyum' diyemez hale gelmiştir açıkcası. Ben bunun mücadelesini çok verdim. Televizyon programlarında bu durumları anlatmaya çalıştım. Ben buralı olmaktan mutluyum ve gurur duyuyorum.

Özetle, dışarı giden insanlar, bugün Trabzon kentiyle kimlik çatışmasına girdiği için terk etmiştir Trabzon'u.

Benim hafızam burası, burayı yok saymak olanaksız, ben buradan besleniyorum.

Son dönemlerde bu bağlamda Trabzon'a yatırım yapıp, sahip çıkmaya çalışıyorum. En fazla sahip çıkanlardan birisi de Volkan Konak'tır. Fuat Saka da var, Sunay Akın ve Nihat Genç'te vardır.

-Trabzon'dan beslenen diyelim sizin tabirinizle bu isimlerin bir araya gelmesi çok zor bir olay mı?

Arz talep meselesi.

Ben şimdi bir örnek vereyim. Yeşim Ustaoğlu da buralı. Buranın hafızasıyla donanımlıdır. Bakın biz bir film yaptık, en önemli festivalde en iyi film seçilmiş.

Oyuncuları ödüller almış. Biz dedik neden hemşerilerimizle paylaşmayalım. Neticede ikimiz de Trabzonluyuz. Bekliyoruz bizi çağırsınlar. Ama hiç kimse çağırmadı. Samsun, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir'den çağırdılar. Ama Trabzon'dan ses yok. Kalktım ben geldim.

“Ben yapımcıyım, böyle bir şey yaptık, izler misiniz” demek doğru değil.

TRABZON'DAKİ FESTİVALLERE HER ZAMAN 4 İSİM ÇAĞIRILIYOR

Mesela Trabzon'da Festivaller yapılıyor, bu festivallerden hiç teklif aldınız mı?

''Trabzon insanı bencildir, bu insanımızın doğasında var, kıskanmak vardır, hayıflanmak ve alınganlıkta vardır. Ama bence vicdanlı insanlar olarak doğruya güzele inanıyorsak, sanata inanıyorsak, bu doğrultuda hareket etmemiz lazım"
Trabzon'un imajı aslında gayet sağlam duruyor aslında ancak,Trabzonluların buraya yaptığı festivaller gördüğüm kadarıyla popüler anlamda festivaller yapılıyor.

Oysa ben size bir liste versem, çok önemli Trabzonlu yazarlar, çizerler, oyuncular var. Ama hiç birisine çağırılmıyor bunlar. Festivallere her zaman 4 tane isim çağırılıyor.

Bundan şikayetçi değiliz ama her zaman onlar çağrılmamalı.

Trabzon Eğitim Kültür ve Sanat Derneği belki de en önemli derneklerden biridir İstanbul'da. Biz orada bir çok kişiyi arayıp buluyoruz. Ama bulmakla yetiniyoruz. Bu sanatçıların Trabzon'la entegre olması lazım.

Trabzon insanı bencildir, bu insanımızın doğasında var, kıskanmak vardır, hayıflanmak ve alınganlıkta vardır. Ama bence vicdanlı insanlar olarak doğruya güzele inanıyorsak, sanata inanıyorsak, bu doğrultuda hareket etmemiz lazım.

Ben söylüyorum İstanbul'da arkadaşlarımıza, “Gidelim 3 ay Trabzon'da kalalım”. Ama insanlar korkuyorlar. Adam şunu diyor, “Ramazanda acaba ben dışarıda yemek yiyebilecek miyim, kılık kıyafet konusunda bir ön yargı var mıdır” gibi bir baskı hissediyorlar.

Gerçekten Trabzon köylüleşti. Köylüyü aşağılamıyorum, ben de bir köylü çocuğuyum.

Bir şekilde o hoşgörü ortamı ortadan kalktı onu söylüyorum.

Bunları aşmamız lazım.

Ama eskisi kadar bir baskı ortamı olduğunu söyleyemeyiz Trabzon'da, insanlar bir takım ön yargılar olsa dahi rahatça yaşamlarını sürdürebiliyorlar aslında…

Elimden geleni yapmaya çalışıyorum. O insanları Trabzon'a çekmek için daha fazla özen göstermemiz gerektiğine inanıyorum.

'NEDEN RESİM ÇİZİYORSUN' DİYE DAYAK YİYORDUM

"Trabzon'un sorunlarını saatlerce konuşsak da çözemeyeceğiz.  3 kitabınız var bildiğim kadarıyla ve son yıllarda beyaz perdede isminizi duyuyoruz."


Birazda sizin çalışmalarınızdan bahsedelim. Trabzon'un sorunlarını saatlerce konuşsak da çözemeyeceğiz. (Gülüyor) 3 kitabınız var bildiğim kadarıyla ve son yıllarda beyaz perdede isminizi duyuyoruz. Neler yapıyorsunuz?

Bir arkadaşımla konuşuyorum da aslında ben de daha fazla işler başaracak potansiyel vardı. Mesela ilkokula başladığım zaman daha 1. sınıfta iken öğretmenim, “5. sınıftaki öğrenci böyle resimler yapamıyor” diyordu. Ama ben eve gittiğim zaman dayak yiyordum, “Neden resim çiziyorsun” diye.

YA FUTBOLCU YA DA YAZAR OLACAKTIM

Bıraktınız mı resim çizmeyi sonra?

Hayır 4. sınıfa kadar resim çizdim. Hem karakalemle karikatür çizebiliyordum, hem de doğa insan figürleri çizebiliyordum. Bu konuda ailem bilinçli olmadığı için, “Bu çocuk ileride ressam olacak, destek olalım denilmediğinden” okul derslerine çalışılacak ve camiye gidilim kuran okunacaktı. Böyle bir baskıyla çocukluğumuzu yaşadık.

Sonra futbol aşkımız vardı ve top peşindeydik. Kitap okuma sevdamızda vardı. 68 kuşağının etkisinden mi bilmiyorum çok ağır kitaplar okumaya başladım. Bu bizim ufkumuzu genişletti, bir felsefe bir düşünce, bir alt yapı oluşmaya başlamıştı.

O zaman düşünüyordum ne olabilirim diye, “ya futbolcu ya da  yazar olacağım” diyordum. Lisede bacağım kırıldı ve futbol oynamayı bıraktım. Ondan sonra küçük hikayeler ve şiirler yazmaya başladım. Ama mutlaka okuyorduk. Bu bizim alt yapımız çok önemli. Tiyatroyla iç içe olmaya başladım. Giresun Şehir Tiyatrosu'nu kurduk. 12 Eylül etkileri henüz silinmemişti, baskılar gelince dağıldık. Ondan sonra İstanbul geliyor. İstihdam olmadığı için İstanbul'a gittim.

İlk muhasebeciliğe başladım. Ama İstanbul'da her türlü sanat etkinliğinin içinde kendimizi buluyorduk. Öykülerimi okuyan bir yayıncı, 'bunları kitap yapalım' dedi. Ama ben kendime çok güvenmiyordum o zaman. İlk Şamiram'ın Ustaları kitabını çıkarttık. Olumlu tepkiler geldi. 'Her zaman griydi Karadeniz' kitabını çıkarttık daha sonra.

Ardından 'Toprak Kokan İnsanlar' kitabı geldi. Şimdi 'Hödük' adlı kitabımın hazırlığındayım.

'İstanbul İstanbul' diye başladığım bir roman vardı, yakın tanıdığım bir serserinin hayatını yazmaya çalıştım. Onun üzerinde çalışıyorum. 'Lanet Olası Musluk' adlı bir romanım var. Onun üzerinde de çalışmalarım sürüyor.

Sinemaya geçiş nasıl oldu? Yeşim Ustaoğlu ile başladınız yanılmıyorsam.

Yeşim hanımla bizi bir arkadaşım tanıştırdı. 'Bulutları beklerken' sinema filminde Rumca diyaloglarını başrol oyuncusunun konuşması gerekiyordu. Ben de Rumca bildiğim için beni önerdiler. 1 yıl Karadeniz Rumcasıyla diyalogları ezberlettim.

Ona öğretirken Yeşim bana filmde oynamamı teklif etti. Bana göre bir şey de yoktu. Kısa da olsa küçük bir rol aldım. Yeşim beni tanımaya başladı. Beni de senaryo çalışmalarım vardı.

“Bulutları beklerken” filminin çekimlerinin ardından, Yeşim 'Pandoranın kutusu' senaryosu üzerinde yoğunlaştı. 'Pandoranın kutusu' filmini 2007'nin sonlarına doğru çekmeye başladık.

    
"Rumca diyaloglarını başrol oyuncusunun konuşması gerekiyordu. Benim de anadilim Rumca olduğu için beni önerdiler. 1 yıl Karadeniz Rumcasıyla diyalogları ezberlettim"
'Pandora'nın kutusu' filminden biraz bahsedelim. Bir inanış olan Pandoranın kutusu ile   sinemadaki hikaye benzeşiyor mu?

Pandora'nın kutusu, gizli, örtülü kalan şeyleri açığa çıkarma çerçevesinde kullanılan bir metafordur. İnanışa göre, Yunan mitolojisinde kendini beğenmiş, kibirli ve güçlü erkekleri cezalandırmak için yaratılan genç bir kadın olan Pandora'ya, güzellik, beceriklilik, cazibe, kurnazlık, zeka, kıvraklık, belagat gibi bir dizi özellik bahşedilmiş ve ayrıca içinde kötülüklerin bulunduğu bir sandık/kutu verilmiştir.

Pandora, Prometeus'un kardeşi Epitemeus'la evlendikten sonra merakına dayanamayıp içi kötülüklerle dolu kutusunu açmış ve tüm kötülükler dünyaya yayılmıştır. Kutunun içinde sadece umut kalmıştır. Yunan tanrı ile ilgili herkesin bir şeyler okuması lazım. İnsana ve hayata dair çok şeyler anlatılır.

O kutunun içinde umut kaldığı için insanlar sıkıştıkları yerde umuda sarılıyorlar.

Film de böyle mi geçiyor?

Üç kardeşin buna benzer bir hikayesi vardı. Fakat daha sonra biz yazarlar, bununla ilgilenenler bilirler, bir şey yazmaya kalkarsın, fakat öyle bir hal alırki yazı, asıl yazmak istediklerinden uzaklaşırsın ve onu sevmeye başlarsın.

Şimdi Pandoranın Kutusu, böyle yola çıkmıştı, sonraki dönemlerde hikaye alzheimer hastası üzerine yoğunlaştığı gibi, isim değiştirmeye gerek kalmadı. Pandoranın kutusu ile bugün ki hikaye tam tamına örtüşmüyor artık. Ama yine de şöyle düşünebiliriz, annelerin kaybolması ile bir araya gelen kardeşlerin yavaş yavaş içerisindekileri açığa vurup yüzleşmeleri gibi bir şekilde temsil etmeye başlıyor.

VAHŞİ KAPİTALİZME KARŞI DURUŞ

'Pandoranın kutusu'nun hikayesinden bahsedersek…

Bir tavır var, bir karşı duruş var. Temeli olan bir hikayedir, döneme, sisteme, vahşi kapitalizme karşı bir duruş vardır.

Biz hayatın neresindeyiz, neler yapıyoruz ve bizleri neler bekliyor?

Vahşi kapitalizmin getirdiği o ayrışma, o soğuk insan ilişkileri,  o getirdiği yalnızlaşma, kendini ifade edememe, onları kapsayan bir hikaye.

BİZİ KİMSE ÇAĞIRMADI

Siz galanın Trabzon'da olmasını istiyordunuz galiba? Ne oldu?

Biz öyle söyledik ama bekledik olmadı. Biz gala yapmak istediğimizi söyledik ama talep gelmedi. İlla da burada yapacağız da demek doğru olmuyor o zaman.

Hem Yeşim Trabzonlu, hem ben. Biz istedik ki kendi kentimizden yola çıkalım. Buradan başlasın istedik. Seçimlerden dolayı bize vakit ayırılamadı diyorum.

Biz Karadenizli olarak Trabzon merkezli bir sinema yapalım. Burada senaryolar yazalım. Dünyaya burayı tanıtalım. Türk sinemasına baktığınız zaman beslendiği kaynak Doğu Anadolu'dur. Oysa burası daha zengin. Ama bu bir dayanışmayla olur. Eğer biz birbirimizi anlamıyorsak tek başına bir şey yapamazsın.

TRABZON'DA SİNEMA ATÖLYESİ KURMAK İSTEDİK AMA OLMADI

'Sonbahar' filminin başrol oyuncusu Özcan Alper, yine Serkan Acar ve ben Trabzon'da biz sinema atölyesi kurmak istedik. Buradaki gençlere yönetmenlik, oyunculuk, kameramanlık, senaristlik konusunda ders verelim dedik, ücretsiz. Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu'na bu projemizi sunduk. Canalioğlu, Trabzon Belediyesi'nin bütün imkanları bize sağlayacağını söyledi. Onun da çok hoşuna gitti. İstanbul'da hemşerilerimize gittik, bir bütçe çıkardık. 50 bin TL tuttu. Ama gerekli finansmanı bulamadık. İnsanlara derdimizi anlatamadık. Camiye yardım gibi oldu. Sonra yurtdışında destek aramaya çalıştık. Eğer gerekli finansmanı bulursak uygulamaya geçeceğiz. Benim en büyük hayallerimden birisi bu.

Bu çocukları eğitirsek bu kent öyle kazanılır. Oysa eleştirmekle, sırt çevirmekle olmuyor.

Birileri bir şeyler yapacak, ismini duyurduğu zaman, 'Ben de Trabzonluyum' diye övünülecek.

Bunu söylemek kolay ama elini taşın altına koymalı herkes.

RECEP İVEDİK GİBİ GİŞE FİLMİ DEĞİL, SANAT FİLMİ YAPIYORUZ

Sinema külfetli bir iş mi? Yani kazana biliyor musunuz?

Kısık bütçelerle sanat filmi yapıyoruz. Gişe filmi yapmıyoruz. Recep İvedik'i yapmıyoruz. Onu yapsak 20 milyon TL para kazanırız. Biz harcadığımızı hala alamadık, alacakta değiliz açıkçası.  Gerçekler bunlar. Ama bu kente bir şey yapılacaksa biz her zaman hazırız.

Yeşim Ustaoğlu, bir dünya markasıdır. Bunu son filminde kanıtladı. Tüm yabancılar, pervane gibi dönüyor Yeşim'in etrafında. Bu sokaklarda büyüdü bu arkadaşımız.

Bu kentin bu insanı çağırması lazımdı.

Okurlarımız adına teşekkür ediyorum bu sohbet için ve son olarak bir şey daha sormak isterim.

Trabzon'dan ülkeye yayılan bir akım var, kolbastı akımı.

Çok eski yıllara dayanan bu sokak oyununun son yıllarda tüm ülkeye hatta dünyaya yayılması nasıl algılanmalıdır?

Ben açık söyleyeyim, horonla hiçbir şeyi değiştirmem. Bir şeyde bir düzen olacak, bir felsefe olacak, bir incelik olacak, bir matematik olacak. Kolbastının kendine özgü bir oyun biçimi vardır. Trabzon'un kolbastıyla temsil edilmesi diye bir kaygısı yoktur. Böyle bir şeye ihtiyacı da yoktur. Ama böyle bir şey çıktıysa, kabul edildiyse her türlü coşkunun ve etkinliğin olmasından yanayım. Ama ben horonu değişmem. Horonu izlerken insanlar dehşete kapılıyor.

"...Çünkü kolbastının matematiği yok, bir uyumu yok. Herkes kolbastı yapabilir, enerjisi varsa oynar. Bir felsefesi yok. Horonun bir derinliği vardır. Onun yerini hiçbir şey alamaz.."


Horon sanki geri planda kaldı bu dönemde…

Evet ama yerini alamaz. Çünkü kolbastının matematiği yok, bir uyumu yok. Herkes kolbastı yapabilir, enerjisi varsa oynar. Bir felsefesi yok. Horonun bir derinliği vardır. Onun yerini hiçbir şey alamaz. Kıyaslama bile yapılmamalı bence.

Kolbastıyı bir rüzgar olarak görüyorum.

Not: Pandoranın kutusu bugün tüm sinemalarda gösterime giriyor.

İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür/sanat Haberleri