Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi'nin bir haftada iki kez Star başyazarı Mehmet Altan'ı hedef alan yazılar yazmasıyla başlayan polemiğe Taha Kıvanç da katıldı.
Konu hakkında iki yazı yazan Kıvanç özetle şu soruya cevap arıyor: Ekşi'nin bu iki yazısı kişisel mi, yoksa, Hürriyet'in kurumsal kimliğine dayanan bir politikanın ürünü mü?
Yeni Şafak'tan Taha Kıvanç'ın bugünkü ve dünkü yazıları
Başyazarlar meydan savaşı
Aklımda yanlış kalmadıysa, Oktay Ekşi'yi gazeteciliğe başlatan Çetin Altan'dı; Mehmet Altan'ın babası bir bakıma Oktay Ekşi'nin 'ustası' sayılabilir. Hürriyet başyazarının satırlarına sinen 'hıncı' anlamamı zorlaştıran bir durum bu...
Tek izah tarzı, dün değindiğim Oktay Ekşi'nin 'başyazar' tanımı... "Doğrusu şu ki" diye yazdı Oktay Bey, "Bir gazetenin başyazarı, sütununda, bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır." Demek, Hürriyet'in başyazı sütununa yansıyan 'hınç' kişisel değil, kurumsal...
Star başyazarı Mehmet Altan'ın kalemi sivri; anlatmak istediğini en keskin ifadelerle sunuyor okurun önüne. Herkes bayram yaparken, o, "Cumhuriyet ne işe yarar?" başlıklı yazısında bazı temel kabulleri sorguluyordu. İngiltere krallık, Suriye ise cumhuriyet, iki ülke karşılaştırıldığında "Cumhuriyet iyi, Krallık kötü" sonucu çıkmıyor. Mehmet Altan da "Türkiye bunlardan hangisine daha yakın?" diye soruyor...
Münasebetsiz bir soru mu? Öyle de olsa şu cümlelerin üzerinde düşünmeye değmez mi: "Türkiye'de cumhuriyet, Osmanlı Hanedanı'nın iktidarını yıkıyor ama egemenliği halka devretmiyor. / Otoriter bir cumhuriyet rejimi kuruluyor. / (...) İngiliz demokrasisine çok uzak, Suriye rejimine çok yakın bir noktada seyrediyoruz. / *** / Onun için... / Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının yaşam kalitesi bir türlü düzelemiyor. / Yaşam kalitesi sıralamasında dünyada 92. basamaktayız. / İngiltere ise ilk onda. / 85 yıllık cumhuriyet, demokrasiye hep şaşı baktı. / Halk egemenliğini hiç sevmedi. / Yöneteni kutsadı, yönetileni adam yerine koymadı. / Durum ortada..."
Ekonomi profesörü Mehmet Altan'ın uzmanlık alanına giren verilerden hareketle getirdiği eleştirilere cevap Oktay Ekşi'den geldi. Ama ne cevap!
Okuyalım: "Sayalım ki 'Cumhuriyet'i kuranlar çok yanlış yaptı. O yüzden halimiz çok kötü.' / Adama sormazlar mı, 'Sırtındaki unvanı alıncaya kadar sana hiç tarih okutmadılar mı?' diye! / Cumhuriyeti kuranlar her şeyi kötü, her şeyi yanlış yaptı ise, ona karşı zihniyetin 1950'den beri yani -birkaç yıl dışında- 57 yıldır iktidarda olduğunun farkında değil misin? / Durum kötü ise bu, Cumhuriyet'in ilk 27 senesinin yani Kemalizmin mi yoksa ülkeyi son 57 senedir yöneten ve Kemalizme karşı olduğu bilinen iktidarların mı suçudur? / O nedenle, eleştireceklerse, kınayacaklarsa, 'Türkiye hálá bir köylü toplumu olmaktan çıkamadı' diyeceklerse bunu yanlış adreslere değil, asıl sorumlulara söylemeleri gerekir. / Bir nokta daha var... Bunların derdi bireylerin refahı, demokrasi, hukukun üstünlüğü, saydam yönetim vs. olsa mesele yok. Çünkü hepsinde anlayış birliği sağlanır. / Sorun bunların 'ulusal değer' diye bir kavramı tanımamalarıdır. Cumhuriyet'i sevmemelerinin asıl nedeni budur." Okurken irkildiğim cümleler bunlar...
Kalem kavgası yapan başyazarların arasına girilmez, ama neyleyim ki, herkes her gazeteyi okumuyor, bu sebeple de kavgalardan çok az kişi haberdar oluyor. Mehmet Altan'dan zehir zemberek bir cevap geldi Oktay Ekşi'ye. Star başyazarı çekmecesinden eski bir dosya çıkarmış, Oktay Ekşi'nin herhalde unutmamızı tercih edeceği bir olayı hatırlatıyor.
Türk basın tarihinin en sert cevaplarından biri sayılabilecek yazının girişini sunuyorum: "Andıç ulağı ... / Babıali'nin baş arzuhalcisi... / Karışık zamanların en utanmaz kışkırtıcısı... / Baktım bana saldırıyor. / Tereddütte kaldım, cevap vermeye değer mi. / Aslında değmez. Ama sorun şu: Bu yazmaz ki... Buna yazdırırlar. / Nerden mi biliyorum, bende belgesi var çünkü. / *** / Çekmecemi açtım... / 1998 yılındaki Andıç'ı çıkardım. / 'Kullanılacak Yöntem' bölümünde, böyle aşağılık iftiraların nasıl gerçekleşeceği açıkça anlatılmış. / Basından 'seçilen birine' sahte ifadeler aktarılacak... / O da bunu yazacak. / İşte o 'sahte ifadeleri' gerçek gibi yazan 'seçilmiş kişi' şimdi bana saldıran. / Andıç'ın el ulaklığını yaparak insanların hayatını karartan, iftiraları gazete sütununa taşıyan ruhsuz kukla. / *** / Üstlendiği o iğrenç iftiracılık görevinin lekesi hala alnında... / Ama o gene yazıyor." Sert, çok sert cümleler...
"Oktay Ekşi buna ne cevap verdi?" diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Aktarıyorum: "Günümüzün Ali Kemal'lerinden biri olduğunu bildiğim için iftiralarına hayret etmedim. Seviyesiz üslubunu, terbiyesine verdim. Keşke suratına çarptığım gerçekleri de yanıtlasaydı dedim. Benim 'talimatla yazdığımı' söylemesine hayret ettim. Çünkü bana, ne yazacağıma ilişkin tek kelimelik talimat verebilen bir babayiğidin -pek korktuğu asker dahil- henüz doğmadığını, bundan 54 yıl önce birlikte çalıştığım babasına sorsa, ondan öğrenirdi diye düşündüm."
İyi de, hani başyazar 'bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır' idi? Acaba 'gazetenin yayın politikası' derken başka bir şeyi mi kast ediyor Oktay Bey?
*****
Bu da dünkü yazı
Başyazar dediğin farklı olur
Ülkemizde kendine özgü 'başyazı' uygulamasının sahibi bir başyazar Oktay Ekşi; "Temel kural şudur" diye altını çizdiği başyazarlık kuralını 'hazin bir itiraf' olarak görür ve her zaman içim ürpererek hatırlarım: "Doğrusu şu ki, bir gazetenin başyazarı, sütununda, bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır."
Önceki yazıları da muhakkak öyledir, ama özellikle bu tanımı bizlerle paylaştığı 2001 yılı haziran ayından beri, Hürriyet'in 'başyazı' sütununda çıkan değerlendirmeleri gazete sahibinin görüşlerini yansıttığı inancıyla okuyorum. Kendisini geriye çekip gazetesinin yayın çizgisini savunan yazara farklı bir 'hayranlık' duyarak...
Herkes hatırlamayabilir: 2002 seçimlerinden bir yıl kadar önce, parçalı hükümetin üzerinde estirilen baskıyla, RTÜK Yasası yenilenmişti. Ülkemizin en büyük medya grubu, bütün yayın organlarında, "Maskeler çıkarılsın, TV sahipleri belli olsun" çizgisini savunuyordu. Sonunda dediklerini hükümete yaptırdılar; hem de rahatsızlığı daha o günlerde kendini belli etmeye başlamış Başbakan Bülent Ecevit'i yasanın geçeceği gece Meclis'te sabahlatmaya kadar işi yakın takip altında götürerek...
DSP, MHP ve ANAP'tan fire gelmesin diye, Bülent Ecevit, o haliyle, koltuğundan kıpırdamayarak sabaha kadar Meclis'te bekledi; yasa çıktı, ondan sonra evine gitti...
O kargaşa içerisinde öğrendik 'bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtan yazılar yazan kişi' anlamına gelen 'başyazar' tanımını...
Malum, Oktay Bey aynı zamanda Basın Konseyi'nin kurucusu ve ebedi başkanı... O sıfatıyla Ecevit'in değişiklik teklifi arasında bulunan, "Medya patronları kamu ihalelerine girebilir" maddesine karşı çıkıyordu. Bir gün bunu Hürriyet'teki sütununda yazdı da. Okuyalım: "Sahiplikten ve saydamlıktan söz etmişken gördüğümüz, bununla ilgili bir yanlışa da değinelim: / Tasarı, yürürlükteki yasanın 'bir radyo veya televizyonda yüzde 10'dan fazla hissesi olanların kamu ihalelerine girmelerini yasaklayan' hükmünü yürürlükten kaldırmayı amaçlamaktadır. / Bu yanlıştır. Radyo, televizyon ve gazete gibi 'kitle iletişim organı' sahiplerinin elindeki güç o kadar büyüktür ki, kamusal yarar böyle bir yasağın sürdürülmesini gerektirir. Bu konuda daha diyeceklerimiz var." (22 Mayıs 2001)
Ne güzel, değil mi? Güzel değil; çünkü bu değininin çıktığı gün yazmak zorunda kaldığı ikinci yazıda görüşünü 'revize' etti Hürriyet başyazarı. Onu da okuyalım: "Biz dün bu sütunda, 'radyo ve TV'lerde yüzde 10'dan fazla hissesi olanların kamu ihalelerine girmelerinin yasaklanması doğrudur' dedik. Ama bu konuda iki görüş daha var. Onları da aktarmak borcumuzdur: / Biri, 'Neden sadece radyo ve TV'deki ortaklık esas alınıyor? Gazete (mevkute) ve (her gün belli sayıdan fazla ziyaretçisi olan) internet yayıncılarına da yasak konulsun' diyor. Bize ilginç gelen bir öneri. / İkincisi... 'Yasak koymak neden? Elindeki medya gücünü ihale almak veya çıkar sağlamak için kullananı devlet cezalandırmalı. Yani yasaklayarak değil, görevini yaparak çözüm getirmeli' diyor. Bu, belki daha da ilginç." (23 Mayıs 2001)
RTÜK Yasasındaki 'patron yanlısı' değişikliklere karşı çıkanlar, 24 saat içerisinde meydana gelen bu muazzam dönüşe dikkat çekince, işte o zaman, Oktay Ekşi, 'başyazar' denilen kişinin kendi kafasına göre takılamayacağını, bu işin kuralı olduğunu belirten yazısıyla çıktı okur karşısına. Bu sayede öğrendik o kuralı: "Doğrusu şu ki, bir gazetenin başyazarı, sütununda, bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır."
Hatta "Kendime ait görüşümü başyazı sütununa taşımamam gerekirdi, taşıdım, bunu bir kez yaptım, yaptığım 'profesyonel açıdan bir hatadır', aynı hatayı bir daha asla yapmam" anlamına gelen bir cümlesi de var konuyla ilgili bir başka yazısında (8 Haziran 2001) Oktay Ekşi'nin...
Uzun sözün kısası, sizin-benim, Hürriyet'te 'Oktay Ekşi' imzasıyla okuduğumuz yazılar bir başyazıdır ve öyle olduğu içindir ki, yazarının kişisel görüşünü değil, gazetenin yayın politikasını yansıtmaktadır. Bunu ben demiyorum, Oktay Ekşi'nin kendisi söylüyor.
Bugün bu konuya girmemin bir sebebi var elbette, aksi halde 2001 yılı ortalarında tartışıp bir kenara bıraktığımız konuyu buraya taşımamın bir anlamı olmazdı. Yıllardır okuduğunuz için biliyorsunuz, Kulis'te anlamsızlığa yer yoktur.
Oktay Ekşi'nin sütunu bu hafta tam iki kez çok sert ifadelerle Mehmet Altan'a ayrıldı; "Hürriyet'in yayın politikası Star gazetesi başyazarı ve onun kişiliğinde Altan Ailesi'ne saldırıyı mı öngörüyor, bu ne iş?" diye aldı mı beni bir merak...
Ne yapalım, yarını bekleyeceksiniz.