Gazetecilerin zarflama hikayesi

Haber kaynaklarına zarf atmak medya dünyasında çok eski bir numaradır. Pek çok acar muhabir bu yöntemle rakiplerine haber atlatmıştır. İşte literatüre giren zarflama olayları:Gazeteci, doğru haber vermek kadar, haberi usulüne uygun yöntemlerle yapmaktan d

Haber kaynaklarına zarf atmak medya dünyasında çok eski bir numaradır. Pek çok acar muhabir bu yöntemle rakiplerine haber atlatmıştır. İşte literatüre giren zarflama olayları:


Gazeteci, doğru haber vermek kadar, haberi usulüne uygun yöntemlerle yapmaktan da sorumludur. Ancak bazen olaylar istenildiği gibi gitmez. Kaynağa ulaşmak, ulaşıldığında ise doğru bilgiyi almak mümkün olmayabilir. İşte bu durumda devreye gerçek kimliğin veya amacın dışında başka yöntemler girer.

Gazetecilikte 'zarflama' adını verdiğimiz bu yöntemler, meslek etiği açısından sakıncalı olarak görülmekle beraber, kamu yararı söz konusu olduğunda ve başka bir yol kalmamışsa buna başvurulabileceğini savunanlar da bulunuyor. Biz de gazetecilerin klasik zarflama yöntemleri üzerine bir derleme hazırladık.

Tarihler 21 Ekim 2007'yi gösteriyordu. Hakkari'nin Yüksekova ilçesi Dağlıca kampında çıkan bir çatışmada 12 asker şehit oldu. Bundan sonra geçen bir aylık süreçte de gündemimizi terör belirledi. Olayların duyurulmasında, pek çok ince ayar ve hassasiyetler yaşandı, kimi zaman haberlere ambargo konuldu. Ancak bundan bir adım daha ötesi, kendisini 'Tümgeneral Yılmaz' olarak tanıtan bir gazetecinin, Dağlıca'dan bilgi almaya çalışmasıydı. Sonuçta, bunu yapan Vatan Gazetesi muhabiri işten çıkarıldı. Bu bilgiyi de bize gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu köşesinden haber veriyordu. Gazeteciler, Diyanet'in 'alo fetva' hattını vatandaş olarak arayıp haber almaktan, cinayet mahalline kendilerine polis süsü vererek girip bilgi almaya kadar pek çok yolu kullanıyorlar. Bununla ilgili, muhabirin kendisini ve çalıştığı kurumu doğru tanıtması yönündeki etik kural mutlak olarak kabul edilirken, konunun bazı uzmanları, doğru bilgi almanın önündeki engellerin bu genel kurala uymayacak yöntemlerle aşılabileceğini savunuyorlar.

Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu, “20 yıldır gazetecilik yapıyorum, 'haber kaynağını zarflamak' diye bir yöntem olduğunu ilk kez geçen yıl duydum.” dese de, haber kaynaklarına zarf atmak medya dünyasında çok eski bir numaradır. Pek çok acar muhabir bu yöntemi kullanarak meslektaşlarını atlatmış, gazeteler de bu yolla yapılan haberlerle rakiplerinin önüne geçmişlerdir. Peki nedir bu yöntemler? En masumane olanından en tehlikeli olanına kadar, haber kaynağını zarflamada pek çok yöntem ve teknikler kullanılıyor. Hemen hemen herkesin meslek hayatında bir kez denediği bir numara Diyanet'in 'alo fetva hattını' vatandaş gibi arayıp daha sonra da gelen cevabı gazeteci olarak haber yapmasıdır. Kapalı toplantılara teyp bırakmak, çiçek gönderme bahanesiyle önemli bir adresi ya da tarihi öğrenmek, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde yine vatandaş olarak kamu kurumlarından bilgi alarak haber yapmak, kendisini başka bir medya kuruluşunun muhabiri olarak tanıtmak en sık başvurulan numaralar arasında geliyor. Eğitimle ilgili bir konu olduğunda öğretim üyelerini YÖK kimliğiyle aramak, sağlık bakanı veya özel kalem müdürü olarak hastaneleri arayıp bilgi almak, adalet bakanı veya özel kalem müdürü sıfatıyla cezaevlerini veya savcıları aramak, resmî heyet üyesiymiş gibi uluslararası toplantılara girmek, basına açık toplantıya girip kapalı kısmında da kalmak da gazetecilerin başları sıkıştığında başvurdukları yöntemler arasında. Polis-adliye muhabirliğinde ise, intihar veya cinayet gibi olaylarda elinde telsizle kendisine polis süsü vererek bilgi almak yine en bilinir yöntemler arasında bulunuyor. Bir kurumun sekreterini patron gibi arayarak, istenen dosyanın dışarıda bekleyen araca bırakılmasını sağlamak da gözü açık acar muhabir numaralarından biri.

Gazeteciler başları sıkıştığında veya bilgiyi daha kolay elde edebildikleri için başvurdukları yöntemler ne kadar etik? Bunu da konu üzerinde kafa yoran uzmanlar cevaplandırıyor. Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, son yaşanan olayın basında bir kendini hesaba çekme, bir özeleştiri meydana getireceğini ümit ediyor. Eğer böyle olacaksa bir önemi var, yoksa bugün özür dileyip yarın aynı yöntemler kullanılacaksa bir ilerleme sağlanamaz. Prof. Dr. Ünsal Oskay da, kendi döneminde yapılan gazeteciliğe dikkat çekiyor ve ustalardan da gördükleri şekilde bu numaralara hiç ihtiyaç duymadıklarını anlatıyor. Gazeteci yazar Haluk Şahin ise Alman Gazeteci Günter Walraff'ın kendisini Türk olarak tanıtıp Türk işçilere yapılan ayrımcılığı ortaya çıkardığı haberine dikkat çekiyor ve “Elde edilecek kamusal çıkar büyük ve o kaynağa başka türlü ulaşmak mümkün değilse kimlik gizlemek uygun görülebilir.” diyor.

Ünlü zarflama hikâyeleri

Ankara muhabirlerinden Berat Yurdakul'dan meşhur 'Kesik baş' cinayeti ile ilgili fotoğraf isterler. Müdür, “Ya bu adamın fotoğrafını bana getirirsin ya da işten kovulursun.” der. Çaresizlik içinde kıvranırken telsizini alan muhabir, kendisini 'Komiser Kemal' olarak tanıtarak Adli Tıp'a girer. Kesik başı alır ve gazete kâğıdına sararak Uluç Gürkan'ın masasına koyar. Gürkan o dönemde Sabah Gazetesi Ankara temsilcisidir. Bundan sonra konu gazeteciler arasında, 'Komiser Kemal' numarası olarak kalır.

Günaydın Gazetesi muhabiri Mehmet Ali Çıtak, dönemin başbakanı Tansu Çiller ile Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in araç telefonundan yaptıkları görüşmeyi telsiz vasıtasıyla dinler. Bu illegal yoldan dinlemeye takılan konu Genelkurmay başkanının görev süresinin uzatılmasıdır. Tabii haber ertesi gün gazetenin manşetinden verilir.

Eski gazetecilerden Cüneyt Arcayürek, Cenova'da Kıbrıs görüşmelerini izlemektedir. Kendisi de BM heyetinin hemen yanındaki otelde konaklar. Gece saatlerin ilerlediği ve el etek çekildiği sırada çöpleri karıştırır ve Almanca bir metin bulur. Metni Ankara'ya fakslar ve içinde önemli bilgileri barındıran metin ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi'nin manşeti olur.

Ankara'da Danıştay saldırısının olduğu gün bir muhabir, saldırının yapıldığı kata ve ölen üyenin odasına girmeye çalışır. Bunu normal yollardan başaramayınca, 'foto filmden geliyorum' tekniğini kullanır. Polis gibi içeri girer, elindeki polislerin kullandığı küçük kamerayla çekime başlar. Ancak bir süre sonra polis olmadığı anlaşılınca emniyet güçleri tarafından yakalanarak gözaltına alınır.

Bir cinayette olay mahalline gelen muhabirler, polisiz diyerek aileden olayı dinlerler ve fotoğraf var mıydı diye sorarlar. Aile tüm fotoğrafların yer aldığı albümü getirir. Fotoğrafları incelememiz lazım diyerek albümü götürürler ve fotoğrafları da kendi aralarında paylaşırlar. Daha sonra eve asıl emniyet güçleri gelir. Olayı sorgular ve fotoğraf isterler. Ama uyanık muhabirler tüm fotoğrafları almıştır. Cinayeti çözmek durumunda olan polis de fotoğrafları alan muhabirleri tek tek arayarak yardım ister.

90'lı yıllarda geçen olayda bir cezaevinde PKK'lı mahkumlar kendisini yakar. Gazeteciler kaç kişinin kendisini yaktığını ve isimlerini bir türlü öğrenemez. Sonra aralarından tok sesli biri cezaevi müdürünü arar. Ben Adalet Bakanlığı'ndan arıyorum, özel kalem müdürüyüm, sayın bakanımız görüşecek der. Onlar da hemen cezaevi müdürüne bağlar. Muhabir olayın nasıl olduğunu anlatır mısınız, ölenler kimlerdir diye sorar. Cezaevi müdürü önce olayı anlatır, arkasından da isimleri sayar. Teşekkür eden gazeteci hemen oraya geliyoruz der ve telefonu kapatır.

Günaydın Gazetesi'ne bir istihbarat gelir. 'Anıtkabir'i âşıklar basmış' şeklindedir gelen istihbarat. Bekir Coşkun da gazetede yöneticidir. Bu görevi muhabirin birine verir. Muhabir gider bakar ki öyle bir şey yok. Ertesi gün gider yine yok. Şefi sorar, nerede bu fotoğraf der. Bu haberi getirmezsen seni atarım diye de tehdit eder. Bunun üzerine evini arayan muhabir, telefona cevap veren eşine tripodu alıp Anıtkabir'e gelmesini söyler. Bir çiftin arkası dönük resmi bankta otururken çekilir. Ertesi gün gazetede yayınlanır. Fakat o kadarla da kalmaz. Anıtkabir'in güvenliği ile ilgili bir soruşturma da başlatılır. e.dolmaci@zaman.com.tr



--------------------------------------------------------------------------------

Bize ders olarak geri dönsün

Alper Görmüş (Taraf Gazetesi yazarı): Bu çok açık olarak etik değil. Amaç aracı haklı kılar diye düşünemeyiz. Araç kötüyse, apaçık yanlışsa bu yoldan elde edilmiş nihai ürün de problemli demektir. Ben yazı işleri müdürü olsam bu yolla gelen bir bilgiyi kullanmazdım. Bu olay Genelkurmay Başkanı'nın olayı faş etmesiyle ortaya çıkabildi ve bu tür şeylerin bir yöntem olarak ahlak meselesini pas geçerek haber toplamanın aslında vakayı adiyeden olduğu anlaşılıyor. Benzer neler yapıldı, belki bu yönde çabalar, itiraflar gelirse bir faydası olabilir bu olayın. Çünkü bizim gazeteciliğimizin problemlerinden biri de şu: İnsanlar evet bir hata yaptık diyorlar, bunu itiraf ediyorlar, bunun yararlarından da faydalanıyorlar. Fakat sonra ertesi gün aynısını bir daha yapıyorlar. Hatadan ders çıkarmadıktan sonra itiraf neye yarar ki?.. Bu olay, birtakım olayların ortaya çıkmasına vesile olursa bir faydası olur. Biz onlara o zaman müteşekkir oluruz. Artık kaçınılmaz bir noktada Tayfun Devecioğlu'nun yaptığı gibi dürüstlük adına itiraf etmek mesele değil. Mesele daha öncekileri bilelim ve ders çıkaralım. Gazete ombudsmanları da bu yönde bir çaba içerisine girerlerse, yazı işleri ile bu tür bir çalışma yaparlarsa bu kötü olay bize iyi bir ders olarak dönebilir.

Eskiden kural dışına çıkmazdık

Prof. Dr. Ünsal Oskay (Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı): Muhabir haber ararken, meslek ahlakına ve gazetesinin genel yayın politikası anlayışına uymak zorundadır. Konuşacağı kişiyle, kurumla bağlantı kurduğu sırada kimliğini, gazetesini, amacının ne olduğunu belirtmek zorundadır. Konuştuğu kaynak ile dürüst bir ilişki içinde olmak zorundadır. Kaynak kişi bilgi verirken, 'Buraya kadar yazabilirsiniz ama bundan sonraki bilgileri off the record olarak size söylüyorum. Siz de genel yayın yönetmeninize söyleyebilirsiniz.' de diyebilir. Ben de gazetecilik yaptım. Rahmetli Abdi İpekçi döneminde değerli İzzet Sedes Ankara temsilcisi iken biz onlardan ve büromuzdaki Mehmet Ali Kışlalı, Nilüfer Yalçın ve Mustafa Ekmekçi'den böyle gördük, böyle öğrendik ve bunun, böyle davranmanın gazetecilik mesleğimizde hem kaynak kişi ya da kurum için hem de gazeteci ve gazete için çok daha verimli olduğunu yaşayarak gördük. O zamanki basın bu kuralın dışına pek çıkmazdı. Bu kuralın dışına çıkarak haber bulunmuşsa onun sağlayacağı prim ağır bir maliyet olarak muhabiri de gazeteyi de bu yolda vazgeçirecek şekilde sonuçlanırdı.

İstisnai durumda gizlenebilir

Prof. Dr. Haluk Şahin (Gazeteci-yazar): O konudaki genel kuralı söyleyebilirim. Genel kural olarak gazeteci kendi kimliğini saklamadan ve gerçek kimliğini açıklayarak haber almakla yükümlüdür. Temel kural budur. Ancak bazı durumlarda halkın gerçekleri öğrenme hakkını engellemek isteyen bazı güç odaklarının çevirdikleri dolapları ortaya çıkarmak amacıyla soruşturmacı gazetecilerin kendi kimliklerini gizlemeleri çok ender ve özel durumlarda makul ve doğru bulunabilir. Örneğin, Alman gazeteci Günter Walraff, Almanların Türk işçilere yaptıkları kötü muameleyi belgelemek için kıyafet değiştirerek kendisini Türk olarak tanıtmış ve büyük bir gazetecilik başarısına imza atmıştır: Yani eğer normal yollardan bilgi almak mümkünse ve aldatılan kimse kamu otoritesini temsil ediyorsa, kimlik gizlemek etik açıdan mahzurlu, buna karşılık elde edilecek kamusal çıkar büyük ve o kaynağa başka türlü ulaşmak mümkün değilse kimlik gizlemek uygun görülebilir. Basın kuruluşlarının yönetimleri için de bu kural geçerlidir. Karşınızda gazetecileri bilgilendirmekten kaçan ve gizleyen birisi varsa aynı ilke orada da geçerlidir.



İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Medya Haberleri