Aile içi şiddetin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri saymakla bitmiyor. Uzman Dr. Can Tumba, “Şiddet bulaşıcı bir hastalıktır. Şiddete tanık olan kız çocuklarında aile içi şiddet ve ayrımcılıkla birlikte sinsi bir utanç duygusu yerleşir, kurban rolü benimsenir” dedi.
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Can Tumba, en güvenli liman olan ailede yaşanan şiddetin çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisinin boyutuna dikkat çekti. Dr. Can Tumba, “Aile içi şiddet çocukları tıpkı bulaşıcı hastalık gibi etkiliyor” bilgisini verdi.
Aile içi şiddette sadece fiziksel baskının değil, duygusal, sosyal ya da ekonomik müdahalenin bulunduğunu ifade eden Tumba yaptığı yazılı açıklamada aile içi şiddetin, dayak yiyen, sömürülen, utanca boğulan, korkuyla sinen yetişkinler ve çocuklar anlamına geldiğini belirterek, “Aile içi şiddet, yaşadığı korku ve utanç nedeniyle şiddetin her türünü sineye çeken; çekmediğinde yaşama hakkı elinden alınan kadınlar demektir. Anneleri veya başka yakınları gözlerinin önünde katledilen çocuklar demektir. Bu açıdan aile içi şiddeti ‘kadına yönelik şiddet’ veya ‘erkek şiddeti’ gibi cinsiyetçi tanımların içine yerleştirmek, bu vahim meselenin dar kalıplar içinde çözümlenmeye çalışılması riskini beraberinde getirir. Genel kanı doğrultusunda aile içi şiddetin daha çok yetişkinler arasında yaşandığı düşünülse de gerçek durum çok farklıdır” dedi.
“Dünün mağduru bugünün faili”
Şiddetin bulaşıcı bir hastalık misali kolayca sirayet ederek aile bireyleri arasında hızla yaygınlaştığına dikkati çeken Tumba, “İster yetişkin ister çocuk olsun şiddete maruz kalan insan yani ‘mağdur’, gün gelir şiddetin ‘faili’ olur. Mazlum rolünden zalim rolüne giden yol hızla aşılır. Kimin gücü kime yeterse sistemiyle mağdur ve zalim kolayca birbirine karışır. Klasik örnekte olduğu gibi erkek kadına, kadın çocuğuna, çocuk kardeşine, okuldaki arkadaşına, hiç kimseyi bulamazsa sokaktaki hayvana şiddet uygular. Aile içinde şiddetin yaşandığı evlerde, bu çarpık sistem içinde ister kız ister erkek olsun çocukların ya doğrudan ya da tanık olarak maruz kalması, önce şiddetin mağduru sonrasında şiddetin faili oldukları gözümüzü kapatamayacağımız bir gerçek” ifadelerini kullandı.
“Temelinde cinsiyetler arası hiyerarşi var”
Şiddeti cinsiyetler arası bir hiyerarşinin sonucu olduğuna işaret eden Tumba, “Aile içi şiddet bebeğinden yaşlısına, doğulusundan batılısına, köylüsünden kentlisine, dar gelirlisinden varlıklısına, okuma yazması olmayanından üst düzey eğitimlisine, sosyal, ekonomik, kültürel farklılıkları içeren tüm koşullarda yaşanıyor. Bu yüzden aile içi şiddet çok boyutlu toplumsal bir sorun. Temelinde katı sınırlarla tanımlanan toplumsal cinsiyet rollerine, çifte standarda, ayrımcılığı destekleyen veya hoş gören tutumlara, şiddeti çatışma çözmek için araç kabul eden zihniyete dayanıyor. Ayrıca nesiller arasının yanı sıra cinsiyetler arası hiyerarşiyi benimseyen zihinsel ve kültürel bir yapının sonucu. Durmaksızın kanayan bir toplumsal yara. Aile içi şiddet vakalarında ilk sırayı fiziksel şiddet alırken bunu duygusal ve sırasıyla ekonomik ya da cinsel şiddet izliyor” diye konuştu.
“Travmanın faturası ağırdır, bitmez”
Tumba, yetişkinler arasında yaşanan aile içi şiddetin faturasının büyük ölçüde çocuklara kesildiğini belirterek şunları anlattı: “Çocuk, sorumluluğu kendisine ait olmayan bir suçun cezasını çekmek zorunda kalır. Hatayı ebeveynler yapar bedelini çocuklar öder. Oysa çocuk; özel bir durumu ve ayrıcalıkları olan, gelişimini sürdüren insan yavrusudur. Çocuk, yetişkinlerin istedikleri şekilde yoğurabilecekleri canlı bir hamur olmadığı gibi, yetişkin insanın küçültülmüş örneği değil. Gelişimi sırasında ebeveynleri tarafından bakılması, kollanması, korunması ve desteklenmesi gerekir. Çocuklar bedensel travmalara karşı dayanıksız oldukları gibi duygusal travmalara karşı da son derece hassastır. Çocuklar ıslak çimentoya benzetilir, üzerlerine düşen küçük veya büyük her şeyin izi kalır.”
“Kişilik gelişimi hasara uğruyor”
Davranış bozuklukları olan çocukların ilişkileri kurarken gerginlik ve çatışma yüklü olduğunu söyleyen Tumba, “Zira çocuk ruhsal sıkıntısını, yaşadığı utancı ve öfkeyi çevresine yansıtır. Duygusal semptomları yoğun çocuklar ilişkilerinde güvensiz ve çekingen tutum sergiler. Bu tür çocuklarda hırçınlık, kavgacılık, geçimsizlik, okuldan kaçma, kural ihlal etme, otoriteyle çatışma, altını ıslatma, yalan söyleme, suça yönelik davranışlar, organik nedeni olmayan büyüme gecikmeleri, korkular, kaygılar, takıntılar, uyku sorunları, yetersizlik, değersizlik duyguları, parmak emme, uyum sorunları, alınganlık, kendine zarar vermeye yönelik davranışlar, intihar düşünceleri ve girişimleri görülebilir. Kişilik gelişimi açısından kritik dönemlerde aile içi şiddetin mağduru ya da tanığı olmak gelişen kişilik yapısını derinden etkiler, onarılması güç veya imkansız hasarlar oluşturabilir” dedi.
“Bağımlı ve saldırgan nesil”
Tumba, kız ve erkek çocukların ebeveynleriyle özdeşim kurdukları için aile içi şiddetten etkilenme biçimlerinin de farklı olduğuna dikkati çekerek şu değerlendirmede bulundu: “Kız çocukta aile içi şiddet ve ayrımcılıkla birlikte sinsi bir utanç duygusu yerleşir. Maruz kalınan haksız muamele, söylenen küçük düşürücü, onur kırıcı sözler, gereksiz baskılar, aile şerefinin taşıyıcısı rolü ile bu utancı beslediği için kız çocuk kendisini değersiz ve yetersiz hisseder. Utanç ve eşlik eden korku öğrenilmiş çaresizlikle sonuçlanır. Kurban rolünü giderek benimser, ileri ki yaşamında içinde şiddeti barındıran ilişkilerin içinde olma ihtimali artar. Genellikle anne kurban, baba saldırgan olduğu için kız çocukta erkeklere karşı öfke oluşur. İfade edilemeyen ve bastırılan bu öfke sonucunda ise edilgen, bağımlı, kendine yetmeyen, özgüvenden yoksun, sürekli diğerlerine ihtiyaç duyan çekingen bir kişilik yapısı biçimlenmeye başlar. Gelişim sürecindeki erkek çocuk ise bu dönemde hayatına şiddeti yerleştirmiş bir erkek modeliyle özdeşim kurar ve şiddet yolundan yürümeye başlar. Bu yolun bir diğer kaçınılmaz sonucu, kadınların değersiz, önemsiz olduğuna dair duygu ve düşüncelere sahip olmaktır” şeklinde konuştu.
“Kaybedenler ordusu”
Çocukların en temel hakkı olan aile kavramından yoksun bırakıldığına işaret eden Tumba, sözlerini şöyle tamamladı: “Güvenli, düzenli, sevgi ve bağlılıkla temellenen, zihinsel, duygusal, bedensel ihtiyaçlarını karşılayan bir aile ortamından yoksun bırakılan çocukların yaşadıkları boşluklar kolayca doldurulamayabilir. Gelecek yıllarda toplumda ‘kaybedecek hiçbir şeyi olmayan’ yetişkinler ordusu oluşabilir. Aile ortamı, içinde hem hayatın hem de insan ilişkilerinin sergilendiği sahneye benzer. Çocuklar ise ön koltuklarda oturup olup biten her şeyi izler. İçinde şiddetin kol gezdiği ailelerde çocuklar kavgayı, hakareti, saldırganlığı, hak ihlalini önce öğrenir sonra uygular. Hem ruh sağlığının hem de ruhsal hastalıkların temeli, bebeklik döneminden itibaren atılır.”