Bir televizyon programına konuk olan Akdoğan, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sistemi için 400 milletvekilinin gerekli olduğu" yönünde açıklama yaptığı hatırlatılarak, bunun AK Parti'ye oy istemek anlamına gelip gelmediğinin sorulması üzerine Akdoğan, "Ben öyle okumadım, AK Parti geçmiyor cümlenin içinde ama Anayasa'yı değiştirebilecek bir güçlü iktidar olsun. Çünkü, sorun bu. Muhalefet anayasa yapımı konusunda hep ayak diredi" yanıtını verdi.
Güçlü bir iktidar olmadığı takdirde ve Anayasa'yı değiştirebilecek bir Meclis aritmetiği ortaya çıkmadığında bunun olmadığını dile getiren Akdoğan, "Cumhurbaşkanının çağrısı, yeni Türkiye, yeni anayasa formülasyonudur. Bunu gerçekleştirebilecek bir milletvekili çoğunluğuna bir partinin sahip olması lazım" diye konuştu.
Akdoğan, "Cumhurbaşkanı, 'ben alışılagelmiş bir cumhurbaşkanı olmayacağım' dedi. Olmadığını da gösterdi. Bunlar da çok fazla alışık olduğumuz görüntüler değil. Mitinglerde şiirlerin okunması gibi. Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığını unutmak mı gerekiyor o zaman" sorusu üzerine şu yanıtı verdi:
"Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığını unutmak gerekmiyor. Cumhurbaşkanını halk seçti. Cumhurbaşkanı da halka gidiyor, halkla düşüncelerini çok açık yüreklilikle paylaşıyor. Buna belki de alışmak lazım. Yani, köşesine çekilmiş bir Cumhurbaşkanı değil, halkın seçtiği, halkın içinde olan, halkla buluşan ve rol yapmayan, samimi düşüncesini ortaya koyan... Sayın Erdoğan, hiçbir zaman rol yapmamıştır, samimi düşüncesini ortaya koymuştur. İlk başta ne diyorlardı. 'Gizli gündemi var, takiye yapılıyor' deniliyordu. Şimdi de içi dışı bir olmakla eleştiriliyor. Bence, bu bir meziyettir."
"HALKIN SEÇTİĞİ BİR CUMHURBAŞKANI'NIN DEDİĞİNİN HER ZAMAN BİR ÖNEMİ VARDIR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın faizlerin indirilmesini istediği, bu arada doların yükseldiği ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın açıklamaları hatırlatılarak, "Hükümetle Cumhurbaşkanlığı makamı arasında bir görüş ayrılığı mı var" sorusunu Akdoğan, "AK Parti iktidarı güçlü bir iktidar ve Tayyip Erdoğan da bu siyasi hareketin kurucu başkanı, lideri olarak pozisyonda bulunuyor. Halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı. Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanının dediğinin her zaman bir önemi vardır. Diğer cumhurbaşkanlarının da vardı. Çünkü, cumhurbaşkanı hem topluma hem hükümete yön veren, tavsiyede bulunan insandır. Doğru bildiklerini de çekinmeyen insandır" diye yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bunu açık yüreklilikle söylediğinin altını çizen Akdoğan, şöyle devam etti:
"Bunun birçok farklı boyutu olabilir. Farklı değerlendirmeleri olabilir, teknik değerlendirmeleri olabilir. Bunu da ilgili kurullar, ilgili bakanlıklar değerlendirirler, bu tavsiyeleri de nazara alırlar, gözetirler ve buna göre adım atarlar. Bunun ötesinde, bunu bir çatışma, çekişme gibi görmemek lazım. Çünkü, Tayyip Erdoğan başbakan olduğunda da böyle yorumlar yapıyordu. Bu sadece hükümet, cumhurbaşkanı meselesi değil. Erdoğan, başbakan olduğunda da doğru bildiği şeyleri söylüyordu. Ben, burada bir çatışma görmüyorum."
ŞEFFAFLIK PAKETİ
Akdoğan, Başbakan Davutoğlu'nun bir basın toplantısıyla açıkladığı "Şeffaflık Paketi" ile ilgili değerlendirmede bulunarak, paketin hazır olmadığına ilişkin söylemlerin doğru olmadığını bildirdi.
"Burada temel vurgular, Sayın Başbakanımız tarafından açıklanmıştır" diyen Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ama bunların yasal mevzuat olarak ne tür düzenlemelere tabi olacağı, yani teknik hukuk teknolojisine dökülmesi, yasa maddelerine dökülmesi bir süreçtir. Bununla ilgili çalışmalar devam ediyor. Yoksa, ne yapılacağı bellidir, bu açıklanmıştır, talimatlar da verilmiştir. Bunun hukuki zeminde ne tür yasalaştırılma çalışmasında bir prosedür var. Başbakanlığa geliyor, Bakanlar Kurulundan geçiyor, Meclis'e sevk ediliyor, komisyonlarda görüşülecek. Bu açıdan, bir prosedür devam ediyor. Yoksa, konu net."
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, görev süresi biterken AK Parti'ye dönmek istediğini vurgulamıştı. Bir üyelik başvurusu var mı" sorusu üzerine Akdoğan, "hiç bilgisi olmadığını" söyledi.
"İYİ BİR MESAFE ALINDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM"
Çözüm Süreci'ne ilişkin açıklamalarda da bulunan Akdoğan, sürecin aslında 12 yıldır devam ettiğini belirtti. Demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik ve son gelinen aşamanın bir zincirin halkaları olduğunu dile getiren Akdoğan, şunları kaydetti:
"Geçen süreçler ve çok önemli adımlarla reformlarla bu noktaya gelindi. Yani, sonuca yakınsak hükümetin yaptığı çalışmalarla bir mesafe alındı. Çok ciddi sabotajlarla daha önceki süreçler akamete uğradı. Kobani olaylarında da Çözüm Süreci ciddi bir türbülans geçirdi. Ciddi sıkıntılar üretti ama şu oldu: Burada aslında, sorun çözme yöntemiyle bir gelenek oluştu. Hem bir bağışıklık kazandı sistem bu süreçte. Artık sabotajlar olduğunda güçlü bir toplumsal destek var ki bağışıklık oluştu. artık diyalog zemini var. Bir şekilde konuşularak bir orta yol bulunabiliniyor ve bu şekilde diyalog mekanizmasıyla akil adamlardan tutun da çalıştaylara kadar. Tüm bunlar, Türk siyasetinde bizim oluşturmaya çalıştığımız gelenek.
Yeni bir yöntem deniyoruz. Burada da iyi bir mesafe alındığını ben düşünüyorum. Şu anda görüşmeler devam ediyor. Hükümet zaten bir taraftan kendi çalışmalarını devam ettiriyor. İyi bir noktadayız. Ben de önümüzdeki günlerde, haftalarda güzel şeyler olacağını düşünüyorum. İyi şeyler olacağını düşünüyorum. Burada, umudu yeşertmek lazım. Yani, sürekli karamsar olmamak lazım, bardağın dolu tarafını görmek lazım."
"Öcalan'ın taslağı daha ne kadar daha gizli tutulacak" sorusuna karşılık Akdoğan, "Biz de tutulan bir şey yok burada. Bunu zaten HDP kanadı kendi mecralarında yayıyorlar. Bu, Öcalan'ın fikridir. Burada farklı farklı görüşler var. Onlar da Kandil ile İmralı ile görüşüyorlar. HDP'nin kendi görüşü var. Bizim elbette bir görüş ve yaklaşımımız var. Yani, tek başına bir anlam ifade etmiyor. O bir fikirdir, tartışılan bir konudur. Neticede burada görüşmeler devam ediyor. Ben, sonuca yakın olduğumuzu düşünüyorum. İyi niyetle, destek vermek lazım" değerlendirmesini yaptı.
Algıyı bozacak söylemlerden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Akdoğan, asayişi bozan olayların da süreçte kırılganlık ürettiğini anlattı. Akdoğan, algıyı bozan söylemlerin de kırılganlık ürettiğini vurgulayarak, "Umudu kıracak söylemler de olumsuz oluyor. Çok fazla beklentileri yükseğe çekecek şekilde umut pompalamak da doğru değil. Ama iyi bir noktadayız" diye konuştu. Akdoğan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiğinin altını çizerek, bunun zor bir süreç olduğuna işaret etti.
Bu aşamada sağduyu ile yürünmesi gerektiğini dile getiren Akdoğan, "Hükümet bu konuda da sağlam bir irade ve kararlılığa sahip. Görüşmeler devam ediyor. Bu hafta ben de HDP heyeti ile tekrar bir görüşme yapacağım. Gelinen aşamayı değerlendireceğiz" dedi.
Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Öcalan'nın 2013 Nevruz'unda yaptığı 'silahlar sussun, fikirler konuşsun' çağrısı önemliydi. Yani, silah bırakma fikriyatını geliştiren, destekleyen bir anlayıştı. Bunun tartışılması ya da filizlenmesi önemliydi. Silahı bırakma fikriyatı olmadan silah bırakma olmaz. Öncelikle demokrasiye inanmak ve bu yöntemle sorunların çözümlenebileceğine inanmak gerekir. Bu açıdan önemliydi. Bunun artık ilerisinde bir aşamaya geçmek, daha ileri çağrının, fikrin ortaya çıkması gerekiyor. Önümüzdeki süreçte inşallah bunları da görürüz."
Görüşmelerin devam ettiğini bildiren Akdoğan, "Ben Öcalan'dan daha ileri bir çağrı gelebileceğini düşünüyorum. Bu noktada, tüm toplum kesimleri el birliğiyle 'artık silah devre dışı kalsın, analar ağlamasın, akan kan dursun, bunun için demokratik siyasete inanalım, güç verelim' şeklindeki yaklaşımı dillendirmemiz gerekiyor. Buna sahip çıkmamız gerekiyor. inşallah baharla birlikte her tarafta çiçekler açar" diye konuştu.
"Öcalan'dan silah bırakma çağrısı mı gelebilir" sorusu üzerine Akdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çözüm Süreci'nin amacı nedir? silahların tamamen devre dışı kalmasıdır, terörün son bulmasıdır. Bu, meselenin kökten çözülmesidir. Bu süreci, bunun için yapıyoruz. Görüşmelerin maksadı da bu. Bu yönde çalışmalar devam ediyor. Ama bunun çok farklı yönleri var. Farklı boyutları da akşamdan sabaha çözülecek değil.
Şu anda üzerinde tartıştığımız birçok konu var. Siyasi Partiler Kanunu'ndan Seçim Kanunu'na kadar. Bunların birçoğu da yeni anayasa bağlamında kökten çözülebilecek konulardır. Bu, hemen yarın bir şey olacak, sihirli bir el dokunacak ve çözülecek değil. Ama bu yolda yürümek, silahın bir kenarda kalması ve diğer konuların özgürce konuşulması ve demokratik siyasetin bu meseleye el atması yeni anayasa bağlamında sonuca ulaşmak önem taşıyor."
"Ev hapsi gündeme gelecek mi" sorusu üzerine de Akdoğan, "Bunu gündeme getirenler, daha çok bu toplumsal desteği, toplumsal algıyı bozmak için, azaltmak için olan şeyler. Ama Öcalan'ın, ben kendiyle ilgili kişisel meseleleri gündeme getirdiğini bugüne kadar hiç duymadım. 'Ben ne olacağım, geleceğim ne olacak, şöyle mi olacak' dediğini duymadım. Bizim, şu anda görüştüğümüz konular içerisinde bunlar yok. Bunu söyleyeyim" açıklamasında bulundu.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin tasarıyla ilgili olarak, "Burada biz yasayı çıkartmakta, İç Güvenlik Reformu'nu gerçekleştirmekte kararlıyız. Bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Bu Kobani olaylarından sonra bölgedeki herkesi dinledik biz. Yani belediye başkanı, STK'lar, vatandaş, herkes, can havliyle 'bizi bu baskılardan, tehditlerden, bu şiddetten kurtarın'... Bu bölge insanının talebidir" dedi.
"HER KARŞI ÇIKAN TERÖRİST DERSEK"
İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin tasarının bu hafta Meclis'te görüşülmeyeceğinin anımsatılması ve "AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş'ın bir açıklaması oldu: 'Buna karşı çıkan ya haindir ya teröristtir' diyor. Siz bu paketle birlikte demokratik kazanımlardan geriye gidilmesi endişesi taşıyor musunuz? Çünkü özellikle MHP gibi bir parti bile 'polis devleti' haline getirildiğini özellikle paketle birlikte söylüyor" sözleri üzerine Akdoğan, şunları söyledi:
"Burada, karşı çıkanları terörist olarak yaftalamıyor. Yani teröristler bunun çıkmasını istemez, karşı olur anlamında söylüyor. Yoksa 'her karşı çıkan terörist' dersek o zaman Meclis'in bir anlamı kalmıyor, Meclis'te muhalefet elbette... Çok farklı gerekçelerle eleştirebilirler, karşı çıkabilirler. İşte muhalefetin hepsi bir araya gelmiş durumda. Yani hepsi farklı farklı bir tarafından çünkü eleştiri getiriyor. Bu da demokratik sistemlerde normaldir, eleştirebilirler getirdiğiniz kanunu. Bu noktada söz, 'eleştirenler, teröristtir' değil, yani teröristler bunun çıkmasını istemez, mutlu olmazlar anlamında. Burada biz yasayı çıkartmakta, İç Güvenlik Reformu'nu gerçekleştirmekte kararlıyız."
"Özgürlük-güvenlik dengesini bozmuyor mu" şeklindeki soruya da Akdoğan, şu yanıtı verdi:
"Bozmuyor. Bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Bu Kobani olaylarından sonra bölgedeki herkesi dinledik biz. Yani belediye başkanı, STK'lar, vatandaş, herkes, can havliyle 'bizi bu baskılardan, tehditlerden, bu şiddetten kurtarın.' Bu bölge insanının talebidir. Bu çerçevede, bu iç güvenlik reformudur. Bu sadece yani bu tür birtakım asayiş olaylarına müdahale konusunda bazı maddeler gündeme geldi ama onun ötesinde baktığımızda bir reformdur, emniyetin yapısını tamamen dizayn eden bir reformdur. Bu çıkacak, hükümet bunda kararlıdır. Ama bu hafta değil, önümüzdeki haftaya kaydırıldı. Perşembe günü Milli Eğitim Bakanı ile ilgili gensoru var. Onun dışında acil birtakım uluslararası sözleşmeler var geçmesi gerekiyor. Bir de Askeri Ceza Kanunu'nda bir değişiklik yapılması gerekiyor. Onu da çok ileriye atmayalım diye bu hafta, öne aldık.
Önümüzdeki hafta, İç Güvenlik Reformu konusunda kaldığımız yerden devam edeceğiz. Zaten başlamamıştı, önümüzdeki hafta başlamış olacak. Burada molotofkokteyli atılması, bu doğrudur diyen var mı veya eylemlerde insanların yüzünü kapatması vesaire çok şey var. Şu anda Türkiye'de polisin yetkisi, Avrupa standartlarının çok çok gerisinde. Avrupa'da polis, gözaltına alabiliyor, Türkiye'de alamıyor. Gözaltına alma yetkisi olmayan bir polis görev yapıyor. Bir kere bunu bilmemiz lazım. Yani biz standartlarda çok ileri gitmişiz, şu anda Avrupa standartlarına doğru Türkiye'yi getirmeye çalışıyoruz. Yani biz geri adım atmıyoruz, çok ileri adımlar atmışız. Burada Avrupa ülkelerinde olmayan standartlar... Paris olaylarından sonra ne tür iç güvenlik yasaklarında değişiklikler oluyor? Ne tür istihbarat alanında yeni yetkiler veriliyor polise, askere? Bunları görmemiz lazım. Bu noktada bu bir geri adım değildir, bir reformdur ve hükümet bunu yapmakta kararlıdır."
Yasayla ilgili Genelkurmay'ın bir görüşünün alınıp alınmadığının sorulması üzerine Akdoğan, "Jandarmayla ilgili düzenlemeler de olduğu için elbette bu konuda sanıyorum askeri yetkililerden bir fikir alınmıştır" değerlendirmesinde bulundu.
"HERKES DİNLENMİŞ"
Paralel yapı operasyonlarının devam ettiğinin hatırlatılarak, "Gözaltılar, tutuklamalar var. Emniyetteki şifreli harddisklere bile el konulduğu ve birçok bürokratın ki siz dahil dinlendiği yönünde de veriler, iddialar ortaya atıldı. Bütün konuşmaları mı dinlemişler" sorusuna Akdoğan, "Herkes dinlenmiş. Belli makamlarda olanlar değil, toplumun bir çok kesimini, iş adamlarından gazetecilere kadar, siyasetçilere devlet adamlarına kadar bir çok kesim yıllarca dinlenmiş, bunlar dosyalanmış arşivlenmiş" diye konuştu.
"Siz mesela gördünüz mü size ait tapeleri" sorusu yöneltilen Akdoğan, şöyle devam etti:
"Ben çok ilgilenmedim açıkçası kendimden emin olduğum için ne dediğimi tekrar bir yerlerden dinlemem gerekmiyor. Ama bu hastalıklı bir yapı olduğunu gösteriyor. Bu habis bir anlayıştır. Herkesi dinleyen gözleyen dosyalayan şantaj yapan, tehditvari yöntemlere başvuran... Bunun aslında birçok açıdan irdelenmesi lazım. Hem illegal bir örgüt, hukuksuzluğa başvuran, devletin imkanlarını kullanarak vatandaşlara ve devlete operasyon çeken hastalıklı bir örgüt anlayışı var. Hem bunun bu illegal yapının ciddi sorgulanması lazım, hem de bunun arkasındaki anlayışların, felsefenin de sorgulanması lazım. Yani kendini hakikatin merkezine yerleştirip her yolu hedefine ulaşmak için mübah gören, herkesi kurban edilebilir gören, kendisini cezalandırıcı olarak gören... İşte Paris katliamını yapanlar... Kendi kendini cezalandırıcı ilan etmişler, gidip infaz yapıyorlar. Şimdi bu aynı hastalıklı anlayışın türevleridir. Birisi insanların hayatını yok ediyor, birisi mahvediyor. Yani bu örgütsel yapı içerisindeki insanların dinleri rehin alınmış, yani oradan çıkamıyorlar, dini bir bağlılık içinde, bir korku içerisinde tutulmuş durumdalar. Geniş halkadan bahsetmiyorum, yani bu örgütsel yapının içindeki insanların bence öncelikle bundan kurtarılması gerekir. Bu dini anlayışın ciddi şekilde sorgulanması gerekir, eleştirilmesi gerekir. Bu da din adamlarına düşüyor doğrusu. Ama onun ötesinde hukuk zemininde hukuk içinde bir mücadele vermek durumundayız, bunu neticeye ulaştırmak durumundayız ve ortada çok ciddi hukuksuzluklar var. Bunlar bunun bir parçasını aslında oluşturuyor."
Yalçın Akdoğan, "Kırmızı bülten noktasında ABD iade eder mi sizce o zaman Fethullah Gülen'i" sorusunu yanıtlarken, "Eder mi etmez mi bilmiyorum. Burada usulüne uygun şekilde prosedürlerin, hukuki zeminin işletilmesidir önemli olan. Ama burada bu yapının, işte birtakım büyük ülkeler tarafından korunduğu, himaye edildiği vesaire gibi çok kolaycı yorumlara da gitmemek lazım. Sanki aşırı bir güç atfetmek, bir koruma kalkanı içindeymiş gibi düşünmek de doğru değildir diye düşünüyorum. Neticede bu prosedürdür. Devletler de buna çok kayıtsız kalamazlar" ifadesini kullandı.
"DAVUTOĞLU, EN MÜLAYİM, EN MAKUL ŞEKİLDE KONUŞANDIR"
"Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın açıklamaları oldu. 'Biz yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50'de bir nefret söylemine dönüşüyor. Eskiden sokağa çıkardık, taraftarımız bizi çok severdi, karşıdaki muhalifler de saygı duyardı. Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma' var diyor Sayın Arınç. Siz nasıl yorumlarsınız" sorusunu şöyle yanıtladı:
"Şu anlamda söylememiştir muhtemelen. Yani 'AK Parti yüzde işte 49 oy alıyorsa yüzde 51 AK Parti'den nefret ediyor' anlamında değildir. Ama seçim zamanlarında özellikle, kutuplaşma, keskinleşme biraz daha fazla olur. Partiler için şu önemlidir: Yani aldığınız oy kadar almadığınız oy içerisinde kesinkes size karşı olanların miktarı da önemlidir ama bu bir nefret söylemi, tamamen şiddetle karşı olmak anlamına mı gelir, bu tartışılabilir. Böyle bir veri de yok elimizde bunu teyit edecek. Ama şunu söylemek lazım: Yani bir partinin aldığı yüksek oya laf edemeyenler, almadığı oy üzerinden bir eleştiri getirmeye zaman zaman kalkabiliyorlar. Muhalefette bunu çok görüyoruz. O zaman bu mantıkla gidersek, 'toplumun yüzde 93'ü HDP'den nefret ediyor, yüzde 85'i MHP'den nefret ediyor' denir. Ciddi bir oran, 'yüzde 75'in üzerinde bir oran da CHP'den nefret ediyor' denir. Bunu nefret söylemi üzerinden götürmemek lazım.
Yani AK Parti en yüksek oyu alan partidir. O'na oy vermeyen kitlenin önemli bir kısmı AK Parti'yi başarılı bulmaktadır. Mesela güneydoğuda bazı şehirlere gidin ve 'hükümet başarılı mı' diye sorun. 'Yüzde 90'larda, yüzde 95'lerde hükümet başarılı' denir ama sandığa gittiğinde bunların belki yarısı AK Parti'ye oy verir. Yani tutum olarak başarılı görmeyle siyasi davranış olarak gidip oy verme arasında bire bir örtüşme zaten yoktur. Yani şimdi sorsanız yüzde 60 hükümeti başarılı bulur, yüzde 50 oy verir. Bunlar farklı şeylerdir."
Akdoğan, oy vermeyenlerin hepsinin nefret ettiğini düşünmenin doğru olmayacağına işaret ederek, "Sayın Arınç'ın da onu kastettiğini düşünmüyorum. Ama zaman zaman özellikle seçim dönemlerinde kampanya dönemlerinde sokaklarda biraz daha bu fazla görülür. Yani birtakım işaretlerin yapıldığını, protestoların, tepkilerin olabildiğini görüyoruz. Siyasetin tabii kutuplaştırıcı, sertleştirici, tahrik edici söylemlerden uzak durması lazım. Salı günü grup konuşmalarına bakın. Parti liderlerinin konuşmalarında ne kadar büyük bir hırçınlık var, sertlik var... Bütün parti genel başkanlarında bunu görebiliyoruz. Bunların içerisinde Sayın Davutoğlu, en mülayim, en makul şekilde konuşan diye düşünüyorum. Bu yüzden şu anda AK Parti karşısında böyle bir sertleşme olduğunu da düşünmüyorum ben" diye konuştu.
"ÖLÇÜYÜ KAÇIRMAMAK GEREKİR"
Akdoğan, "(Davutoğlu da modaya uyayım diye bir de ben de gürleyeyim dememeli) dedi Arınç.
Siz öyle olduğunu düşünüyor musunuz" sorusuna karşılık, bunun siyasetin doğasıyla alakalı bir şey olduğunu belirterek, "Yani çok sert eleştiriler ve saldırılar altında kaldığınızda siz de sesinizi yükseltebilirsiniz. Yani bu sizin sert bir adam olduğunuz anlamına gelmez. O saldırılar karşısında yumuşak davranmak bazen zillet olarak algılanabilir. Yani bunun ölçüsünü de kaçırmamak gerekir" karşılığını verdi.