“Belli İstekliler Arasında” davet usulü yapılan ihale biçiminin ancak istisnai durumlarda yapılabileceğini ancak bu yöntemin sürekli hale getirilmesiyle yandaş şirketlerin kamunun büyük ölçekli bütün ihalelerinde ayrıcalıklı bir statüye sahip olduğunu belirten Pekşen, “Bu yöntem sürekli bir uygulama yöntemi haline getirilerek yandaş şirketler ihalelere davet edilmekte ve bu şirketler sözde ihalelere girip çeşitli işler üstlenmektedirler. Böylece yüksek ihale bedelleriyle alınan bu ihaleler nedeniyle kamu büyük bir zarara uğratılmaktadır.” ifadelerini kullandı.
“Kamu ihalelerine konu yapım işlerinin büyüklüğü ve maliyetinin fahiş rakamlarda olması birçok yolsuzluk eylemini de beraberinde getirmektedir.” diyen Pekşen, bu konunun tüm yönleriyle incelenmesi amacıyla bir komisyon kurulması için TBMM’ye Araştırma Önergesi verdiklerini hatırlatarak, “TBMM’ye verdiğimiz Araştırma Önergesi Türk milletinin vergileriyle oluşan kaynakların yandaş havuz şirketlerine ihale adı altında nasıl yağmalandığını incelenmesi ve ortaya konulması içindir. Görüyoruz ki bu konudaki çalışmalarımız sonuç vermiştir. Halkın vergileriyle oluşturulan bütçenin havuz şirketlerine akıtılmasına izin vermeyeceğiz. Adalet Bakanlığı da haklılığımızı görmüş ve “Devlet zarara uğrar” diyerek ihaleyi iptal etmiştir.” dedi.
Pekşen Araştırma Önergesi’nde şunlara yer verdi: “Kamu ihalelerinde, yalnızca “Belli İstekliler Arasında” ihale usulü yönteminin tercih edilmesi aslında daha en başında ihalenin sadece belli yüklenicilere yönlendirilmiş olduğu ve bu yüklenicilerin de artık gerek Türk kamuoyunca gerekse de dünya kamuoyunca malum ve meşhur kişilerden olduğu bilinmektedir. Bu kişiler kamunun büyük ölçekli bütün ihalelerinde ayrıcalıklı bir statüde tutularak ve istisna olmasına rağmen sürekli bir uygulama yöntemi ile ihalelere davet edilmekte ve aynı kişiler alışılageldiği üzere benzer ortaklıklarla sözde ihalelere girip çeşitli işler üstlenmektedirler. Kamu ihalelerine konu yapım işlerinin büyüklüğü ve maliyetinin fahiş rakamlarda olması birçok yolsuzluk eylemini de beraberinde getirmektedir.Esasında bahse konu firmaların neredeyse hukuken olmasa bile fiilen grup şirketi niteliği almış oldukları, üstlendikleri işlerden ve yaptıkları işbirliklerinden kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Nitekim, birkaç örnekle bu hususu göstermek gerekirse;
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı tarafından ihale edilen Kirazlı – Halkalı metrosu inşaat yapım işi, Kaynarca – Pendik – Tuzla metro inşaatı yapım işi, Başakşehir – Kayaşehir metro hattı yapım işi, Çekmeköy – Sancaktepe – Sultanbeyli metrosu inşaat yapım işi, Haliç – Unkapanı karayolu tüneli yapım işi, Tuzla hal binası inşaat yapım işi, Mahmutbey – Bahçeşehir – Esenyurt metro yapım işi, Kadıköy – Fikirtepe altyapı inşaat işi ihalelerinde aynı firmalar davet edilmiş ve fahiş bedellerle, aşina olunan belli başlı firmalara ihale edilmiştir.
Yine aynı şekilde Adalet Bakanlığı Teknik İşler Daire Başkanlığı tarafından ihale edilen birçok ceza infaz kurumu inşaat yapım işi ihalelerinin ve yine İSKİ – İstanbul Su Kanal İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen inşaat yapım işi ihalelerinin oldukça fahiş miktarlarda ve sadece belli istekliler arasında yapıldığı ve ihalelerin belli başlı firmalara bırakıldığı görülmektedir.
Kamu İhale Yasasında amaçlanan kalite ve rekabetten öte, siyasi iktidara yakınlığı ve kamuoyunda yaygın nitelendirmesi ile havuz firmaların bünyesine alındığı bir ihale süreci izlendiği, kamuoyunun malumu haline gelmiştir. Oysa serbest rekabet ilkeleri ve ihale yasasının temel prensiplerinin uygulanması durumunda bahse konu birçok kamu ihalesi için çok sayıda firmanın mevcut bedelden en az %30 eksiği ile işi üstlenmeye hazır olduğu bilinen bir gerçektir.
Kamunun açık ihale usulü ile serbest rekabet ve yüksek kalite beklentileri bir kenara konularak, kamuoyunda yaygın deyimle havuz grup firmalarının kamu kaynaklarının aktarılmasına aracı kılınarak kamu ihalelerine davet edildiği, esasen ihale görünümlü büyük miktarlarda yolsuzlukların yapıldığı, maruf ve meşhur bir durumdur.
Ancak ne var ki bu durum, Avrupa Konseyi ile ülkemiz arasında 27.09.2001 günü akdedilen “Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi” hükümlerine aykırı olup, işbu sözleşme hükümlerinin yerine getirilmesi, yolsuzluğa karşı mücadele, Avrupa konseyi bünyesi altında kurulu, Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) tarafından sağlanmaktadır.
Sözleşme hükümleri gereğince “Yolsuzluğun, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları için bir tehdit oluşturduğunun, iyi yönetim, hakkaniyet ve sosyal adalet ilkelerini temelden yıktığının, rekabeti bozduğunun, iktisadi gelişmeyi kösteklediğinin ve demokratik kurumların istikrarını ve toplumun ahlaki temellerini tehlikeye attığı” ifadeleri kullanılarak “yolsuzluk” suçunun vahameti ve etkileri vurgulanmış olmasına rağmen, ülkemizde suça konu bu eylemler adeta alışılagelmiş bir hal almıştır.
Hatta bu durum, Avrupa Komisyonu tarafından Brüksel’de hazırlanan 10.11.2015 günlü AB İLERLEME RAPORUNDA yer almış ve Türkiye’de yolsuzluğun adeta kurumsal bir yapıya dönüştüğü ve yapılan başvurular neticesinde bu yolsuzluk eylemlerinin bizzat GRECO tarafından incelemeye tabi tutulduğu hususuna atıfta bulunularak, gelinen durumun vahametine vurgu yapılmıştır.
Bu itibarla, Kamunun açıkça zarara uğratılması, belli başlı yandaş firmalara kanunen kabulü mümkün olmadığı halde, hep aynı ihale usulü ile dolaylı yollarla menfaat sağlanması hukuken kabul edilemez. Alenen benimsenen bu yöntemin araştırılması ve süregelen yolsuzlukların tespit edilmesi için Meclis Araştırması açılması ve bir araştırma komisyonu kurulması hakkaniyet ve hukuk gereğidir.