Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus yetkililerin Suriye'ye yönelik açıklamalarıyla ilgili, "Biz insani desteği verirken birileri de oralara silahlar, uçaklar gönderiyor. Bu şekilde Suriye ve Irak'taki bu karışıklıkların, yüz binlerce insanın ölümünün seyrini yapıyorlar. İnsani olan bu mu?" dedi.
Ankara'da düzenlenen 3. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu'nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kamu denetçiliği uygulamasının Türkiye'de 3 yılı aşkın süredir yürürlükte olduğunu hatırlattı. Erdoğan, Kamu Denetçiliği Kurumu'na 2013 yılı başından bu yılın Temmuz ayı sonuna kadar gelen başvuru sayısının 17 bin 321 olduğunu açıkladı. İdarenin kurumun tavsiye kararlarına uyma düzeyinin ise geçen yıl yüzde 38'e ulaştığını belirten Erdoğan, gerek başvuru sayısı gerekse idarenin bu başvurulara uyma oranları konusunda katedilecek çok mesafe olduğunu söyledi.
"KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU'NDAN BEKLENTİMİZ, VATANDAŞLAR İÇİN HACET KAPISI İŞLEVİ GÖRMESİDİR"
"Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu'ndan beklentilerinin, vatandaşlar için hacet kapısı işlevi görmesidir" diyen Erdoğan, "Vatandaşımızın idare olan derdini, sıkıntısını, bunları anlatabilmek için maruz kaldığına inandığı haksızlığa çare bulmak için aklına ilk gelen yer bu kurum olmalıdır. İlgili kamu kuruluşları da buradan gelen tavsiye kararlarını hakkaniyet ve hukuka uygunluğuna olan itimatlarından dolayı mümkün olan en yüksek oran uygular hale gelmelidir. İşte o zaman bu kurum misyonun tam anlamıyla yerine getirmeye başlamış olacaktır" ifadelerini kullandı.
"OMBUDSMANLIĞIN ÖZÜ BİZİM TARİHİMİZDE ZATEN VAR"
Özellikle Şeyh Edebali'den bu yana Türkiye'nin devlet geleneğinin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" ilkesinin üzerine bina edildiğini vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Kamu denetçiliği uygulaması işte bu ilkenin ete, kemiğe bürünmesinin, yeni bir anlayışla hayata geçirilmesinin adıdır. Bugüne kadar çeşitli defalar ifade ettim, tekrarlamak istiyorum. Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu diğer adıyla ombudsmanlık uygulaması bizim yeni keşfettiğimiz veya dışardan uyarlama yoluyla ihdas ettiğimiz bir yapı değildir. Bu uygulamanın özü, esası, temeli bizim tarihimizde zaten vardır. Osmanlı'da ve Selçuklu'da devletin vatandaşların şikayetlerine, taleplerine kulak vermesi için çeşitli isimler altında pek çok mekanizma oluşturulmuştur ve çalıştırılmıştır. Çok büyük bir coğrafyada hüküm süren bu devletlerin asırlar boyunca ayakta kalması vatandaşlarıyla kurdukları bu sağlıklı ve güçlü ilişki sayesindedir. Aynı şekilde bizim inancımızda da kul hakkına, adalete, merhamete olan güçlü vurgu, devlet ile birey arasındaki ilişkinin özünü oluşturmaktadır. Tıpkı vakıf müessesi gibi ombudsmanlık da diğer ülkelerin bizim tarihimizdeki uygulamalardan örnek olarak oluşturup geliştirdikleri bir kurumdur. Biz uzun bir aradan sonra bu anlayışı yeniden kurumsal bir kimlikle ihdas etmiş olduk. Bu süreçte emeği olan, katkısı bulunan herkese ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum."
"DAHA İLERİ DEMOKRASİNİN GERÇEKLEŞTİRİLEBİLMESİ İÇİN BUNLARA İHTİYACIMIZ VARDI"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin 2003 yılı başından bu yana her alanda olduğu gibi, demokrasi, temel hak ve özgürlükler anlamında tarihi ilerlemeler kaydettiğini vurgulayarak, "Bu çerçevede Anayasa değişikliği yapıldı, temel yasalar yenilendi. Bize göre devlet ile vatandaş arasındaki ilişki kanalların çokluğu, çeşitliliği, etkinliği ve yaygınlığı sağlıklı bir işleyişin işaretidir. Bugün Cumhurbaşkanlığı, Meclis, bakanlıklar, belediyeler başta olmak üzere tüm kurumlarda vatandaşlarımızın taleplerini doğrudan iletebildiği ve çözüm yolları arayabildiği uygulamalar var. Bilgi Edinme Kanunu ile bu çalışmalar yasal bir zemine kavuşmuş bulunuyor. Bilhassa Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık'taki iletişim merkezleriyle TBMM üyeleri, diğer kurumlarla vatandaşlarımız arasında aracılık yapan, onlar adına talepleri takip eden bir işleve de sahiptir. Aynı zamanda bu süreç içerisinde her köy, mahalledeki muhtarlarımızla ta Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yine iletişimi, halkın taleplerini takip eden artık kurumlar da oluşturulmuş bulunuyor" ifadelerini kullandı.
Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumu'nun bağımsız bir yapı ve uzmanlık kuruluşu olarak daha ileri bir adım mahiyetinde hayata geçirildiğini belirten Erdoğan, "Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) bireysel başvuru hakkı da, bir başka alanda yargı sürecindeki hak arama çabaları için yeni bir imkan olarak sistemdeki yerini aldı. Temel kanunlardaki değişiklikler de hep bu amaca yöneliktir. Türkiye bu şekilde demokrasi ve kalkınma alanında tarihi bir dönüşümü gerçekleştirirken aynı zamanda bölgesel ve küresel sorunlar konusunda da insani, ilkeli, kararlı bir duruş sergiledi. Daha ileri demokrasinin gerçekleştirilebilmesi için bizim bunlara ihtiyacımız vardı. Onun için bu adımları attık, atıyoruz" diye konuştu.
"BİZ İNSANA İNSAN OLARAK BAKIYORUZ"
"Mülteci sorunu karşısındaki tavrımız bunun son örneğidir" diyen Erdoğan, "Bakınız bugün Avrupa Birliği (AB), 28 üye ülkesiyle sadece 400 bin civarında bir mülteci müracaatını kabul ederken veya onların kapılarına geldiğinde kapılarını açmak suretiyle "evet" derken, paniğe kapılmış bir durumdayken biz Türkiye olarak 2011'den bu yana Irak ve Suriye'den gelen 2 milyonu aşkın kişiyi şu anda misafir etmiş bulunuyoruz. Üstelik Türkiye mülteci sorununa ilave olarak bir de terörle mücadele ediyor. Biz açık kapı politikası uyguluyoruz. Sınırlarımızı kapamak suretiyle veya onların Akdeniz'de, Ege'de boğulmasını seyrederek değil, sınırlarımıza dayanan insanların buraya keyfi şekilde veya bize tehdit olarak değil, canlarını ve geleceklerini kurtarmak için geldiklerini biliyoruz. Ama şuanda "Batı'da bakıyoruz ki bir kısmı Hristiyan köklerini zedeleyecek bu akıma müsaade etmeyelim ancak Hristiyanları alın, bunun dışındakileri almayın" yaklaşımı inançların dünyada küresel bir yapıyı ifade ettiği böyle bir dönemde yapılması, bunları görmemiz gerçekten kabul edilebilir bir şey değildir. Biz insana insan olarak bakıyoruz, inancıyla bakmıyoruz ve bakmayacağız da. Mağdur mudur, mazlum mudur biz kapımızı açarız" açıklamasında bulundu.
"MÜLTECİ SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ, SINIRLARA TEL ÖRGÜLER ÇEKMEKTEN GEÇMİYOR"
Avrupa ülkelerinin yöneticilerine seslenen Erdoğan, "Sınırlarınıza gelen insanları nihai hedefi bunların ülkeleri değildir. Biz bunu görüyoruz. Bu insanlar aslında kendi vatanlarına, kendi ülkelerine kavuşmak istiyorlar. Ama kendi ülkeleri onlar için yaşanması mümkün olmayan hale gelmiş durumda. Mülteci sorununun çözümü, kapıları bu insanlara kapatmaktan, sınırlara tel örgüler, duvarlar çekmekten geçmiyor. Asıl çözüm, bu insanların geldikleri yerlerdeki, kendi ülkelerindeki çatışmaların bir an önce durmasını, halkın sesine ve taleplerine kulak verecek yönetimlerin iş başına gelmesini sağlamaktır. İşte o zaman bu insanların ne bizim sınırımıza ne de Avrupa ülkelerinin kapılarına dayanması için bir sebep kalmayacaktır. Mülteci sorununun gerisindeki asıl sebebi görmeden ve buna uygun çözümler üretmeden atılacak her adım insanlığın vicdanını yaralayan yeni görüntüler ortaya çıkarmasının ötesine geçemez" dedi.
"BAZI ÜLKELER SURİYE'YE UÇAKLAR GÖNDERİYOR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:
"Akdeniz'de, Ege'de çaresizliğin zorlamasıyla yapılan yolculuklarda hayatını kaybeden çocukların, kadınların, erkeklerin cesetlerinin kıyılara vurmasını seyretmeye daha fazla devam edemeyiz. Suriye'deki sorunun rejim sorunu, rejimin halkına zulmü sorunu olduğu açıkça ortadayken meseleye hala uluslararası güç dengeleri ve siyasi hesaplar zaviyesinden bakmak vicdanları kurutur. Bakın hala bazı ülkeler Suriye'ye uçaklar gönderiyor, yardımlar devam ediyor. Ama Tayyip Erdoğan bunu dillendirdiği zaman bu defa Türkiye'nin büyükelçisini çağırmak suretiyle "Niçin söyleniyor?" deniyor. Bunu sizin yetkilileriniz söylüyor, ben söylemiyorum. Yetkilileriniz diyor ki "Biz Esed'in arkasındayız." Ve Uçaklar, silahlar gönderiliyor, parasal destekler veriliyor. Bunların hepsi bizim tespitimizdir. Açıkça kendileri de bunları zaten ifade ediyor hatta Uluslararası toplantılarda da bunu ifade ediyor. Aslında buna da bir ombudsmanlık gerekiyor. Ama nasıl olacak bu iş? Sıkıntı burada. Türkiye'nin Suriye ile ilgili söylediği her şey en başından beri doğru çıkmasına rağmen, sorunun çözümüne yönelik ciddi adımlar maalesef hala atılamadı. Çünkü buradaki iki milyon insan İran'a gitmiyor, Rusya'ya gitmiyor. İki milyon insan benim ülkeme geliyor ve bunun bedelini biz ödüyoruz. Şu ana kadar 6.5 milyar dolar biz burada bu çalışmalar için destek verdik. Biz insani desteği verirken birileri de oralara silahlar, uçaklar gönderiyor. Bu şekilde Suriye, Irak buradaki bu karışıklıkların, yüzbinlerce insanın ölümünün seyrini yapıyorlar. İnsani olan bu mu? Peki buna karşı bir ses var mı? Maalesef."
"TERÖR ÖRGÜTLERİNDEN ARINDIRILMIŞ GÜVENLİ BİR BÖLGEYE İHTİYAÇ VAR"
Uluslararası topluma seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Suriye'deki sorunun çözümü ülkedeki zalim rejimin bir an önce alaşağı edilip, yerine halkın iradesine ve bölgenin gerçeklerine dayalı bir yönetimin iş başına gelmesinin sağlanmasından geçiyor. Bu süreçte öncelikle ülkemiz sınırları boyunca terör örgütlerinden arındırılmış güvenli bir bölge oluşturulmasına ihtiyaç var. Bu uygulama hem yeni bir mülteci akınlarının önüne geçecek hem de Avrupa kapılarına dayanan insanlara kendi ülkelerinde bir yardım eli uzatılabilmesine imkan tanıyacaktır. Aksi takdirde ülkedeki ateşin büyümesi, çatışmaların yayılması ve yeni mülteci dalgalarının oluşması kaçınılmaz bir hal alacaktır. 2011 yılından beri Suriye nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan 12 milyon kişi yerinden olmuştur. Bunların bir kısmı Suriye içinde evlerinden olmuşlardır, farklı illere geçmek suretiyle yer değiştirmişlerdir. Ve bunların sadece 5 milyonu ülke dışında bulunuyor. Çatışmalar sürdüğü müddetçe yerlerinden olan diğer insanların da yönlerini ülke dışına çevireceği açıktır. Açıkça bunları görüyoruz, inanıyorum ki dünya da bunları takip ediyor" ifadelerini kullandı.
"SIRTINI DÖNMESİ, AB'NİN ÜZERİNDE YÜKSELDİĞİ DEĞERLERE İHANET ETMESİ ANLAMINA GELİR"
"Sorun her an katlanarak büyüme potansiyeline sahip" diyen Erdoğan, şunları kaydetti:
"Aynı durum bölgedeki diğer ülkeler için de geçerlidir. Bu ülkelerde kendi toplumlarının gerçeklerine uygun, kendi halklarının taleplerini yansıtacak yönetimlerin oluşmasına imkan sağlanmadığı müddetçe yaralar kanamaya devam edecektir. Batı ülkelerinin kendi vatandaşlarının huzur ve refahının, bölgedeki ve dünyadaki diğer gelişmelerden bağımsız olmadığını artık görmek zorundadır. Kendi insanlarının günlük meselelerine kulak vermek için her türlü çabayı gösterenler sadece ve sadece hayatta kalma mücadelesi içindeki milyonlara sırtını dönemez, dönmemelidir. Aksi bir durum Batı'nın özellikle de AB'nin üzerinde yükseldiği değerlere ihanet etmesi anlamına gelir. Biz sınırlarımıza gelen insanlara, etnik kökenine, inancına, niteliğine bakmaksızın imkanlarımızı zorlama pahasına kucağımızı açmayı sürdüreceğiz. Bunu herhangi bir çıkar kaygısıyla değil insani, ahlaki, tarihi ve vicdani bir görev anlayışıyla yapıyoruz. Yapmaya da devam edeceğiz."