İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Pursaklar Belediyesi Saray Kültür Merkezinde düzenlenen "Türk İslam Geleneğinde Devlet Yönetimi" konulu panelin açılışında konuştu.
Okullarda, Türkiye tarihinin savaşlar ve olaylar üzerinden anlatıldığını belirten Soylu, "Oysaki tarih boyunca değişmeyen, orta Asya, Selçuklu, Anadolu Selçuklu, ve Osmanlı çizgisi boyunca bir şekilde varlığını sürdürmüş bir değer üzerinden, devlet geleneğimiz üzerinden kurgulanmış bir tarih anlatımını tercih edebilirdik." ifadesini kullandı.
Amerika'nın keşfi sırasında yerlilerle işgalciler savaşırken, Anadolu topraklarında köklü bir devlet geleneği bulunduğunu vurgulayan Soylu, Vilayetler Kanunu gibi bazı kanunların Osmanlıdan kalma olduğunu bildirdi. Soylu, yüzyıllardır süren bu devlet geleneğinin anlatılamaması nedeniyle kanuni esasiden beri bir anayasal düzen deneyiminin bulunmadığına değindi.
Bakan Soylu, "Bu millet, maalesef söylemek istiyorum ki 27 Mayıs'ı bayram olarak kutlamak ve iki darbe anayasasını sineye çekmek zorunda kalmıştır." dedi.
Dünyada rollerin, politikaların değiştiği tarihi bir kırılma döneminin hep birlikte yaşandığını belirten Soylu, İkinci Dünya Savaşı'nı ve onu takip eden soğuk savaş dönemini bir şekilde atlatan Avrupa ve Amerika'nın bütün değerlerini kağıt üzerinde yeniden yazdığını ve yeni bir medeniyet inşasına yöneldiğini ifade etti.
Soylu, söz konusu ülkelerin dünyayı medeniyet anlamında terbiye etmek için kredi derecelendirme kuruluşu ve IMF raporları ile değerlendirmeleri, niyet mektupları ve ülke masası şefleri tavsiyeleri gibi bir sürü politika aracı kullandıklarını anlattı. Soylu, kurulan sistemin "Biz bütün acıları test ettik, dünyada bütün yanlış savaşları, krizleri denedik. Artık insanlığın olması gereken normları ve ne yapılması gereken kriterleri yazdık, sihirli formülleri de bulduk. Bunları uygulayacağız ve hep birlikte mutluluğa ulaşacağız" mesajı verdiğini söyledi.
Bakan Soylu, şöyle devam etti:
"Bosna Hersek ve Srebrenitsa katliamı sırasında o çok övündükleri değerlerinin her ırk ve din için geçerli olmadığını acı bir maliyetle hem biz hem de dünya gördü. Müslümanlar, Avrupa'nın göbeğinde katledilirken gözler kapandı ve maalesef kulaklar tıkandı. Birleşmiş Milletler Barış Gücü adı altında neredeyse tek bir mermi atamayan piknik organizasyonları yapılmıştır. Haçlı kulübü endişesi belki de ilk kez Srebrenitsa ve Bosna'da yaşanan insanlık dramlarında seslendirilmeye başlandı. Sonrasında ortak anayasa hayalinin çöktüğü gibi ortak para projesi, maalesef o da yürümedi. Avronun daha ilk yıllarında AB'nin üye ülkelerinden homurtular yükselmeye başladı. 2008-2009 global ekonomik krizinde bütün sistem sallandı ve neredeyse çökme noktasına geldi.
Aslında AB'nin en büyük güven krizi ekonomik krizle başladı. Kalkınmaya çalışan ülkelere güya hem balık veren hem de balık tutmayı öğreten IMF'nin hiçbir ülkeyi kalkındıramadığı, bilakis borç ve faiz batağına sürüklediği sorgulanır hale geldi ve bütün dünyada aslında bu konuşuldu.
İnsanlık suçlarıyla terörle arasına mesafe koymasını beklediğimiz Avrupa'nın aslında terör örgütlerine, özellikle de bizdeki PKK ve DHKP-C'ye farklı farklı ülkelerde destek olduğu, para gönderdiği, silah yolladığı ortaya çıktı. 21. yüzyılın başında iyice patlak veren terör, iç savaş ve göç hareketlerine karşı aldıkları tutum, Batı dünyasının bütün o medeniyet değerlerinin göstermelik bir politika maskesi olduğunu ortaya çıkardı. Yani aslında yüzlerine takmak istedikleri ortak değerler diye anlatmak istedikleri maske, çok kısa bir süre içerisinde Avrupa'nın yüzünden çıktı ve gerçekler ortaya döküldü. En önemlisi, batının merdiveni itmek olarak tabir edebileceğimiz kendi medeniyetini geliştiren ama üzerine inşa edeceği değerleri başkaları için kullanmayan tavrını gözler önüne sermiştir. Kim o merdivenden çıkmak istiyorsa o merdiveni itti ve batı onu düşürdü."
- "Terörü araç olarak kullandılar"
Demokrasi ve ifade özgürlüğü noktasında en en küçük olumsuz bir davranışa şiddetli tepkiler gösteren Batı'nın bazı ülkelerde ama özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan doğu ülkelerinde yaşanan askeri darbeleri görmezden geldiğine dikkati çeken Soylu, söz konusu ülkelerin cunta yönetimleriyle hemen normal ilişkiler tesis edebildiğini bildirdi. Soylu, aynı ülkelerin ürettikleri ürünlere ait sektörleri ve ekonomilerini korumak için de gümrük tarifeleri ile IMF ve Dünya Bankasını kullandığını belirtti.
"Terörü araç olarak kullandılar, insanları dinleri ve ırklarına göre ayrıma tabi tuttular. Siyasi menfaat gördüğü konularda bütün demokrasi ölçülerini rafa kaldırdılar" diyen Soylu, batı medeniyetinin barış ve refah getireceklerini iddia ettiği dünyanın kaosa sürüklendiğini vurguladı.
Soylu, "Meğer onların dünya tasavvuru gelişmişlik ve refahın hüküm sürdüğü ama duvarlarla çevrili bir batı, bunun karşılığında da silahlarını satabildikleri, petrolünü sömürebildikleri, birbirini öldüren Ortadoğu ve Asya şeklindeymiş" ifadesini kullandı.
İçişleri Bakanı Soylu, şunları kaydetti:
"Onların tasavvurları bugünkü Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen, Fas ve bugünkü Tunus. Onların tasavvurları kan, gözyaşı ve işte bugün bu anlayışın artık çöktüğü, namlusunun kendilerine döndüğü, değerleri çiğnenen bütün hesapların şaştığı bir 21. yüzyıl başlangıcını hep birlikte yaşıyoruz. İşte bugün Avrupa ile 16 Nisan üzerinden daha görünür bir şekilde yaşadığımız ama evveliyatı da olan bu sürtüşme Türkiye'nin bu rol dağılımına itirazı ve yeni konumunu iyi anlama ve dünyaya iyi anlatabilme çabasıdır. Türkiye artık onların uydusu ve müttefiki değildir. Türkiye dünyadaki bütün ülkelerle ilişki kurabilir, müttefik de olabiliriz ama tırnak içinde söylüyorum ki Türkiye, ayakları üzerinde duran, geleceğe bakabilen kendi değerlerinden kopmayan, dünyanın bugün içinde bulunduğu anlam ve mana boşluğunu tamamlayan bağımsız bir müttefiktir ve bu itibarla yaşanan süreç Avrupa Birliği'nden bir kopuş değil ilişkilerin ve kuralların yeniden belirlenme sürecidir.
Batı ile bizim durduğumuz yeri, karşılıklı pozisyonumuzu herkes çok iyi okumak zorundadır. Türkiye, hem jeopolitik konumu hem de tarih ve medeniyet birikimi açısından bu tablodaki en önemli oyuncudur. Burada eğer bir oyun kurulacaksa ya Türkiye'yi bu işin başat aktörü olarak kabullenmek zorundasınız ya da Türkiye'yi bir şekilde saf dışı bırakmak, etkisiz ve kımıldamayacak hale getirmek zorundasınız. Batı dünyası, Ortadoğuyu şekillendirmeye başladığı yıllardan itibaren Türkiye için hep ikinci şıkkı seçmiştir."