Günlük hayatından ve düşünce tarzından da bahseden Avcı, Milli takım sorumluluğunu bırakıp bırakmayacağıyla ilgili olarak da Milliyet'in soruna cevap verdi.
-26 Mart’taki, 1-1 biten Türkiye-Macaristan maçını izledim; karar verdim ki sizinki benim asla yapamayacağım bir iş. Hâlâ sizi acımasızca eleştiren yazılar var gazetelerde. Ne düşünüyorsunuz? Sizin üzerinize fazla mı gidiliyor?
"Bence normalin altında geliniyor üstüme. Az bile. “Gerekirse bir bakışım yeter, oyuncular anlar"
-Daha çok mu eleştirilmeniz lazım?
"Hayır, o anlamda söylemedim. Milli Takım koltuğunda oturuyorsan, yaptığın meslek futbolsa, onun sevk ve idaresini yapıyorsan muhakkak bu eleştiriler olacak. Ben bundan evvelki dönemlerde de baktığımda oyunla ilgili bir eleştiri yok, bizim kişiliğimiz, karakterimizle ilgili bir eleştiri yok. Skora baktığın zaman, fikstürdeki puan durumuna baktığın zaman basının bunu yapması gayet normal."
-Sadece puan durumuna bakılıp eleştirilmiyorsunuz ama. Sizin oyunculara yeteri kadar sert olmadığınızdan tutun da oyuncuların kendilerini olaya tam vermemesinden “Türk futbolu nereye gidiyor?”a kadar eleştiri var. Siz stratejinizde bir hata görüyor musunuz?
"Biz zaten özeleştiri yapan bir ekibiz. Yani bunu oynadığımız maçlarla, oyuncularımıza olan davranışlarımızla, biraz evvel saydığınız konu başlıklarıyla ilgili ben de çok net ve uzun cevaplar verebilirim. Mesela “Oyunculara sert davranmıyor” deniyor. Ben bugünün dünyasında baskının oyuncuya faydalı olduğunu düşünmüyorum. “Sert”in açılımının ne olduğunu bilmiyorum. Hakaret düzeyinde eleştirinin işe yaramadığını, bunun geri dönüşünün olmayacağını düşünüyorum. Saygının, sevginin olduğu yerde başarının çabuk geldiğini düşünüyorum."
-Hiç kızmıyor musunuz hakikaten oyunculara?
"Benim de beden dilim değişebiliyor, ses tonum yükselebiliyor ama bu gayet mantıklı, bilimsel, gerekli uyarılarla olabiliyor. Gerekirse bir bakışım yeter; oyuncular da anlar. Zaten benden farklı bir davranış şekli bekliyorlarsa beklemesinler. Dünyada iki tane antrenör tiplemesi var: Bilimden ve bütün materyallerden faydalanan teknik adamlar ve tamamen motivasyon amaçlı hareket edenler. Bence ikisinin karışımı en doğrusu."
-Siz bu ikisinin karışımı mısınız?
"Evet. Ben bunu sahanın içinde ve dışında son derece doğru uyguladığımı düşünüyorum. Tabii futbol sonuca endeksli bir oyun olduğu için eleştiriler olacaktır."
“70. DAKİKAYA KADAR"
-Macaristan maçından sonra birlikte oturup değerlendirdiğiniz zaman genel duygu ne oldu?
"Bu grubu sekiz-dokuz senedir tanımama rağmen milli takım oyuncularıyla çok birlikte olamıyoruz. Selçuk konusunda eleştirildim ben, onu dokuz senedir tanıyorum. Çanakkale’de, genç milli takımlarda oynarken."
-Neden eleştirilere maruz kaldınız?
"Oyun anlamındaydı sadece. Ama bugün itibariyle baktığımda, oyuncuları eskiden beri çok net tanımama rağmen hayatın içinde birçok süreç yaşanıyor. Onlar da tabii genç milli takımda tanıdığım oyuncular değil artık. Büyük takımlarda oynuyorlar ve üzerlerinde büyük baskı var. Hem Avrupa liglerinde, hem milli takımda yarışacaklar, kulüpleri, transferleri, sosyal yaşamları, aileleri var... Ve ülkedeki herkesin gözleri üzerinde. “Bu takım bugün niye bu durumda?” dendiğinde biz de özeleştiri yapıyoruz. İyi ya da kötü oynadığımız maçlarımız olmuş olabilir ama rakipten daha fazla pozisyona girdiğimiz, az pozisyon verdiğimiz, bireysel hatalardan kaybettiğimiz iki Macaristan ve bir Romanya maçı vardır. Oyun anlamında gelişen bir takım var. Çek Cumhuriyeti hazırlık maçından itibaren oyuncularda inanılmaz bir grup enerjisi oluşmaya başladı. Dünya Kupası’nı kaçırmak istemiyorlardı. Andorra maçı veya Macaristan öncesi Barselona’da oturup bire bir toplantı yaptığımda şunu gördüm: Bir teknik adam takımının ne durumda olduğunu bilir. Şöyle bir tabir vardır, atlar padokta durur ya ayaklarının ucunda, çıkmaya hazırlanır, benim takımım öyleydi."
-O zaman ne oldu Macaristan maçında?
"Hiçbir şey olmadı. 70’inci dakikaya kadar gazeteyi açtığınızda oyun hiç eleştirilmiyor zaten. O ana dek benim takımım belki de son günlerin en iyi oyununu oynadı. Çok da pozisyon yakaladı. 70’inci dakikada kazanma duygusu çok yukarıdaydı. Çok bireysel bir hatadan yediğimiz bir golle enerjileri tamamen yere vurdu. Son 20 dakika da biraz sıkıntılı geçti. Daha fazla pozisyon üretemediğimiz bir oyun yaşadık. Soyunma odasına gelirsen teknik adam şunu hisseder bazen. Maçı kazanırsın ama mutlu olmazsın. Maçı kaybedersin ama oyun seni çok tatmin etmiştir. Bu, geleceğe yönelik seni mutlu edebilir. Maçtan sonra çok üzüntülüydük. Tam kırılma noktasını yaşayacağımız maçın berabere bitmesinin üzüntüsü vardı."
“HEPSİNİ TEBRİK ETTİM"
-Oyundan mutluydunuz siz?
"Oyundan mutluydum. Skordan değildim. Bu kadar odaklandıkları, bütün enerjilerini verdikleri oyunun böyle bitmesi onları çok üzmüştü. Ben soyunma odasında “Hayat devam ediyor, üç gün sonra kulüplerinize gideceksiniz, orada da başarılı olacaksınız. Bu da takıma yarayacak” dedim. Kamp dönemindeki grup enerjileri, birlik ve beraberlikleri, performansları için hepsini tebrik ettim. Onları teker teker öptüm. Ben bütün kalbimle onların başarılı olmasını isteyeceğim."
-Bağırma çağırma yok, sadece duygusal konuşma ve teşekkür mü var maçın ertesinde?
"Kesinlikle öyle. Romanya, Macaristan maçlarında daha kopuk tablolar çizmiştik. Hatalarımızı konuşup analizlerini yapıp onun üzerinden konuşmanın doğru olacağını gördük."
-Peki artık Milli Takım için Dünya Kupası sürecinde ne beklenebilir? Dünya Kupası’na gidebilecek miyiz?
"Gitmek için her şansımızı zorlayacağız. Evet, puan durumumuz iyi değil ama ben 15 ayda Milli Takım’da önemli adımlar attığımızı düşünüyorum. Oyun felsefemiz çok değişti, oyundan herkes artık keyif almaya başladı. Yaş ortalaması 23.5-24. Bir milli takım ruhu oluşmaya başladı. Bunlar önemli faktörler."
“AVCI'NIN DEĞERİNİ GİTTİK SONRA...”
-“Son bilmemkaç yılın en kötü milli takım teknik direktörü” diyorlar sizin için...
"Sonuçlar bunu gösterebilir. Ben çok çalışıyorum ekibimle beraber, çözüm odaklı çalışıyoruz ama sadece Milli Takım olarak değerlendirmesinler. Biz turnuva takımı değiliz, ben başlarken dedim ki “İstikrarlı olabilmemiz için yatırım yapmamız lazım”. Bir turnuvaya gidip 3’üncü olmak mı, yoksa her turnuvaya gidip başka yerler hedeflemek mi? Bir turnuvaya gitmek bir tecrübedir, tecrübe kazanmaktır..."
-Ama halk Milli Takım’dan tecrübe kazanmasını değil, skor beklemiyor mu neticede? Sportif başarı değil mi herkesin fitilini ateşleyen?
"Evet ama artık bir şeylerin değişmesi gerekiyor. İnsanların sabırlı olması ve bize zaman vermesi lazım. Biz 2014’ü kovalayacağız, kaçırırsak 2016 için inanılmaz bir takım geliyor. Yaş ortalaması genç, tecrübeli. Biz bir yandan geleceğe yatırım yapıyoruz. Abdullah Avcı’nın değerini gelecekte anlayacaklar."
-Sahaya çıkarken uğurunuz, duanız, sizi motive eden bir objeniz var mı?
"Hayır yok. Maç günü tamamen hayatla ilişkimi keserim, telefon dahi yanımda olmaz. Maça odaklanırım, ona konsantre olurum. Maça çıkarken de duamı ederim. O an çocuklarımın suratı gözümün önüne gelir. Maç başladığı zamanda zaten hiçbir şeyi hatırlamazsınız."
-Çocuklar niye gözünüzün önüne gelir?
"Bilmiyorum. Maç başlamadan gelirler gözümün önüne. Yani ben kazanayım ki onlar mutlu olsun."
"OĞLUM SAKIN KENDİNİ BOZMA"
-Size yönelik eleştiriler aileyi de üzüyor mu ?
"Tabii... Onlar da etkisinde çok kalıyor. En az üç gün. Ben onlara şunu söyledim; “Abdullah Avcı 10 sene önce bir kulübün altyapısında çalışıyordu. 10 sene sonunda geldiği nokta bu, bunun keyfini çıkarmamız lazım.” Bir de annem tabii ki daha yaşlı, o etkilenebiliyor."
-Kaç yaşında?
"75 yaşında"
-Ne diyor mesela? "Beni arıyor: “Oğlum sakın kendini bozma, ağzından bir şey çıkmasın, üzülme sakın. Bunlar olur ama ben seninle gurur duyuyorum” diyor. Ben onlar üzülmesin istiyorum."
-Eleştiriler sizi yolunuzdan çevirmiyor ama mutlaka etkileniyorsunuzdur.
"Eleştirilerin, özellikle bazılarını bir kenara yazıyorum."
-Hesaplaşmak üzere mi?
"Kenara yazıyorum, öyle söyleyeyim. Günü gelir, cevabı verilir."
-Kinci misiniz?
"(Gülüyor) Hayır... Ama unutmam. Haksızlığı da kabul etmem."
“BEN KASIMPAŞA'DA BÜYÜDÜM"
-Sizinle ilgili eleştirilerin kilit noktalarından bir tanesi genel olarak yumuşak tarzınız, Türkler tatlı-sert tarzdan hoşlandığı için olmasın?
"Ben Kasımpaşa’da büyüdüm."
-Kasımpaşalı gibi değilsiniz ama?
"Nasıl? Kavga mı etmem gerekiyor mesela Kasımpaşalı gibi olduğumu göstermem için?"
-Kasımpaşalı dediğiniz zaman ilk akla gelen daha külhanbeyi tarzı bir duruş sanki.
"Sırtıma palto, elime tespih mi alayım yani?"
-Görüntüden bahsetmiyorum. Hani biraz korku salan bir tip mi olmak lazım? Çünkü sizinle ilgili kiminle konuştuysam herkesin ortak kullandığı sıfat olağanüstü sakin olduğunuz. Ben de sakin bir adam gördüm karşımda. Kasımpaşa’dan gelen bir şey değil bu herhalde?
Ruhen olan bir şey, benim de içimde yaşadığım, dışarıya vurmayan duygularım var. Kasımpaşa’da büyümenin verdiği çok önemli avantajları var, orası bir üniversite gibiydi bana..
-Ne gibi avantajlar?
"Yani hayatın her şeyini ben Kasımpaşa’da olumlu ya da olumsuz bir şekilde görmüş birisiyim. Biz çocukken çok kavga da ettik..."
-Dövüşür müsünüz gerekirse?
"Yok. Tabii o duruma gelecekse olabilir ama o duruma bu zamana kadar hiç getirmedim bir olayı. Ben saygının, sevginin olduğu yerde her şeyin hallolacağını düşünen bir insanım Kasımpaşa’da büyümeme rağmen. Bizim Kasımpaşa’daki arkadaş grubumuzda her an patlamaya hazır arkadaşlarımız vardı. Racon kesmesini de biliriz yani ama bunun artık gelişen, değişen dünyada çok geçerli olmadığını düşünüyorum ben."
“İLLE BAĞIRIP HAKARET ETMEK..."
-Racon kesmeyi biliyor ama tercih etmiyorsunuz. Daha önce de “Ben bağıra çağıra motive eden hoca değilim” demiştiniz. Bununla kastettiğiniz Fatih Terim mi?
"Hayır, hayır. Ben Fatih Hoca’yla da çalıştım, Türk futboluna çok önemli şeyler katmış, hâlâ da katmaya devam eden bir teknik adam. Yani hangisi doğru model? Başarıya endeksli bir oyun, her hocanın durumu farklı. Hepimizin içinde bir şey var tabii, duygularımız var, beden dilimiz var. İlle bağırıp hakaret etmek yerine bir bakış bile çok şey ifade edebilir ."
-Öyle bakıyor musunuz mesela?
"Bakıyorum."
-Anlıyorlar mı?
"Çok net anlarlar. Ben beden dilim, iletişimim, ses tonum, sesimin ne zaman yükseleceği konusunu son derece doğru yaptığımı düşünüyorum."
-Eğitim mi aldınız?
"Hayır, bu doğuştan gelen bir şey, bunu sonradan fark ettim. Etrafımdaki insanlar da söylüyor."
-Takımınız üzerindeki otoritenizden hiç şüpheniz yok yani.
"Hiç yok. Bana oyuncularımın bu zamana kadar saygısızlığı hiç olmadı ki böyle bir otorite boşluğu olsun. Hiçbir antrenmanda, sahanın içinde, dışında, otel ortamında... Ben oyuncularla oturup hayatı konuşan bir hocayım. “Gelin biraz oturalım” derim, kimsenin bilmediği ortamlarda beraber oluruz milli takım oyuncularıyla."
-Arkadaşlığınız var diyebilir miyiz?
"Var, ama sahaya girdiğimiz zaman onlar da işini yapıyor, ben de."
“BABAM TERSANE İŞÇİSİ YAPMAK İSTİYORDU"
-Ailenizin sizin için hayali neydi?
"Babam beni tersanede işçi yapmak istiyordu. Babam Kasımpaşa’da esnaf, hâlâ çalışıyor."
-Berbermiş galiba babanız.
"Evet, berber. Hâlâ devam ediyor, seviyor çünkü. Ben eskiden yaz tatilinde babamın yanında çalışıyordum. Ama arkadaşlarımla futbol oynamak için bahaneler uydurup dükkandan kaçıyordum bazen. Babam, devletten garanti bir işim olsun istiyordu. “Gemi yapım meslek lisesinde okuyup işçi olsun, hayatı kurtulsun” demişti benim için. “Ben oraya gitmem, çünkü futbolcu olacağım” dedim."
-Siz öyle deyince karşı çıktı mı?
"Çıkmadı, babam biraz demokratiktir o konularla ilgili. Sonrasında erken yaşta futbol oynamaya ve para kazanmaya başlayınca destek oldu. Onlar da gurur duyuyorlar."
“VEFA'DA YETİŞTİM BEN"
-Kasımpaşa’ya babanızın dükkanına gidiyor musunuz?
"Gidiyorum. En son Andorra maçına gitmeden evvel gittim."
-Saçınızı orada mı kestiriyorsunuz?
"Uzun zamandır orada kestirmiyorum saçımı. Başka bir eski arkadaşımın yeri var, ona gidiyorum."
-Kasımpaşa’daki arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz?
"En az ayda bir kere. Onları hiç unutmadım. Büyüdüğüm yerlerden de hiç kopmadım."
-Vefaya inanır mısınız?
"Ben vefaya son derece inanırım. Benim için çok önemli bir kelimedir. Ki Vefa’da yetiştim ben, Vefa kulübünde yetiştim. Benim için bir semt adı, bir kulüp adı değildir. Dostluklar benim için çok önemlidir. Bugün görev tanımım A Milli Takım Teknik Direktörü, çok önemli bir noktadayım. Bu koltuk bugün var, yarın yok ama benim için hayatım boyunca insanların, karakterli, düzgün insan demeleri daha önemli."
“İSTİFAYI DÜŞÜNMEDİM"
-Spor basını sizin için sürekli “İstifa etmeyi düşünüyor mu, düşünmüyor mu?” diyor. Eylülde maçlar başladıktan sonra ilk başarısızlıkta gider misiniz, öyle bir şey olur mu?
"Ben istifayı aklımın ucundan geçirmedim. Başkanımız da bunu benimle daha evvel, maç öncesi ve sonrası da konuştu. “Biz istikrardan yanayız. Süreklilikten yanayız, uzun vadeden yanayız. Sen sadece işine konsantre ol” deyip destek oldu. Ben onu hissettiğim andan itibaren beni kimse tutamaz."
-“İstenmediğimi anladığım anda” mı demek istiyorsunuz, “Faydalı olmayacağımı hissettiğim anda” mı?
"Faydalı olmayacağımı hissettiğim anda. Burada oturuyorsan birileri istemeyecektir nasıl olsa seni. Esas benim ne hissettiğim önemli. Bizim çünkü antrenör eğitimimiz var. Bizim sosyal projelerimiz var. Sporcu sağlık merkezi kuruyoruz aynı zamanda. Oyuncularımızın spor psikoloğu da olacak Riva Tesisleri’nde. Aile, kulüp ve Milli Takım üçgenini son derece sağlıklı şekilde kurmalarını sağlayacak."
-Mevcut A Milli Takım için bu biraz artık geç değil mi?
"A Milli Takım için tabii ki geç bu ama temelden bunu başlatıp yukarı doğru çıkarabiliriz."
“KARİZMANIN BİR AÇILIMI VAR"
-Sizinle ilgili bir de karizma konusu var. Mustafa Denizli ve Fatih Terim gibi daha gösterişli, karizmasıyla ön plana çıkan isimler sonrasındaki teknik adamlar hep bu gözle incelendi.
"Liderlik çok önemli. Bir takımın idaresini yapıyorsun. Karizmanın bir açılımı var."
-Karizmatik misiniz?
"Bana öyle olduğum söyleniyor. Liderin de zaman zaman sakin olması gerekiyor. Kimin içinde nasıl fırtınalar koptuğunu kimse bilemez. Çünkü sen o anda bir oyun sevk ve idare ediyorsun. O anda senin giydiğin kılık kıyafetin de insanların dikkatini çekiyor."
-Hiç dikkat ediyor musunuz sahada bugün ne giyeceğim diye?
"(Gülüyor) Başkanımız benim için şöyle bir ifade kullanmıştı: “Elbisesini 15 günde hazırlar, takımı 2 günde...” Giyim konusunda çok hassas ve meraklıyımdır. Küçüklüğümden beri öyle. Çok özeniyorum. Karizmamla ilgili hiçbir eleştiri almadım."
-Eşinize danışır mısınız?
"Tabii sorarım ama ben dolabıma kimseyi karıştırmam. Onun da işine geliyor zaten."
-Milano seyahatine çıkacaksınız birkaç gün içinde. Onun için bavul hazırlamak mesela ne kadar vaktinizi alır?
"Senelerdir hem futbolculuk hem antrenörlük seyahatleri çok olduğu için bavul hazırlamak çok kolay oluyor artık ."
-Mesela bir erkek için dolabın olmazsa olmaz parçaları ne olmalı?
"Ben aksesuarı çok sevmem ama saat önemlidir. Uyumlu giyinmek son derece önemlidir. Kafamı ne giyeceğim diye yormamam lazım. Dolapta kombinlerin hazır olması lazım. Benim kendi tarzım var. O tarzda giyinmeye özen gösteriyorum."