Milli Takımımızın Dünya Kupası ve Konfederasyon Kupası 3.'sü olduğu en başarılı yıllarda, bu başarının arkasındaki önemli isimlerden biriydi. Aynı şekilde Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı dönemde de mentorluk yapmış ve tarihi başarıda rol oynamıştı.
Türk futbol tarihinde yaşanan en büyük başarılarda imzası bulunan Prof.Dr. Turgay Biçer, Marmara Üniversitesi BESYO Spor Yöneticiliği Bölüm ve Anabilim dalı Başkanlığını yürüttüğü, ofisinde Türkiye'nin bitmek bilmeyen kavgalarına açıklık getirdi.
Hakemler, yöneticiler, başkanlar, futbolcular, taraftarlar ve basının tutumu ile ilgili ilginç açıklamalarda bulunan Biçer, Türk futbolundaki tüm unsurları, düşmanlıkları, kavgaları, öfke patlamalarını, başarısızlıkları ve sebeplerini anlattı.
Biçer, Ligtv.com.tr'ye verdiği röportajda birbirinden ilginç açıklamalar yaptı. Biçer kah "Türk futbolunun ırzına geçiyoruz" diyecek kadar açık dilli oldu, kah "Hakemler maçlara çıkmasın" diyecek kadar radikalleşti. Hem Türkiye'deki pek çok başkan ve yöneticiyi "Zorba" olarak tanımlayacak kadar cesur davrandı, hem de "Eğer hasta Galatasaraylı olduğunu söylüyorsan, aslında şu mesajı verirsin: Hastayım ama ben Galatasaraylı olmayı maske olarak kullanıyorum" şeklinde çok ilginç tespitler yaptı.
İşte Biçer'in yaptığı açıklamaların ayrıntıları;
- Futbol bir kavga oyunumudur?
Şimdi futbol bir kavga oyunu değil. Futbolda kavgaya yer yok, hiçbir sporda kavgaya yer yok. Kavga olamaz.
- Bir kavga oyunu değilse, kavgaya yer yoksa, bakıyoruz; futbolcu kavga ediyor, taraftar kavga ediyor, yönetici kavga ediyor. Bu kavga zaman zaman fiili, zaman zaman sözlü oluyor. Bu kavganın içerisinde de biz Türk futbolunun gelişmesini istiyoruz, başarı istiyoruz. Kavga ortamında ne kadar başarı olabilir, ne kadar başarılıyız?
Olunmaz, hiçbir şekilde olunmaz, tam tersi geriye gidersiniz. Kavgayla bir yere ulaşamazsınız. Eğer kavga içine girmişseniz, tek bir şey için kavga geçerlidir, ülke sathında. Yani ülkenizi savunuyorsunuzdur, ya da hayatınızda bir takım tehdit söz konusudur, o durumda kavga etmeniz yasaldır, bu meşrudur. Ama onun dışındaki kavgalar, sizin seçeneksiz olduğunuzu, geçerli doğru seçimleri ortaya koyamadığınızı, aklı bir parça eksik kullandığınızı, duygularınızın özellikle olumsuz duyguların esiri olduğunuzu gösterir. Aklınızı ve düşüncenizi kullanamayıp, yeni bilgilerle donatılmadığından; kısır bir düşünce döngüsünde olduğunuzdan dolayı kavgaya gidersiniz. Kavgayı kullanan insan bence pek akıllı hareket etmez, akıllı değildir. Bir yönetici asla kavgayı kullanmaz. O zaman bindiğiniz dalı kesersiniz, klasik bir edebiyat ama. Neden bu? Kavgayla nereye kadar gidersiniz? Futbolda bazı değerlere ihtiyacınız var, diğer takımlara, hakemlere... Yani futbolun olmazları var. Kavga ortamı gelişmekte olan ülkelerin sendronudur. Öteki yaratarak, düşman yaratarak meşru müdafaaya doğru gitmek doğru değildir. Artık kartları açık oynamak gerekiyor. Herkes futbolu ve futbolun değerlerini önce korumak sonra geliştirmek üzerine futbol dünyasına girmek zorundadır.
- "Öteki yaratarak, düşman yaratarak" dediniz. Yani bir düşman yarattığım zaman ben kavgayı meşrulaştırmış oluyorum, öyle mi?
Kesinlikle. Savunma mekanizması bunlar. Psikolojide savunma mekanizması ne zaman iyidir? Savunma mekanizmaları bir tür koltuk değneği gibidir. Eğer ayağınız incinmişse veya bir takım problemler varsa o zaman kullanabilirsiniz ama geçici süre için. Eğer sürekli onu yapmaya gidiyorsanız o zaman problem var demektir. O zaman siz kendi öz kaynağı o olmuş olursunuz. Belli dönemler de tabii ki gereklidir savunma mekanizması. Ama sürekli savunma mekanizmasıyla yaşayamazsınız. Bundan kurtulup daha sağlıklı bir zihniyetle, sağlıklı davranışa sahip olmanız gerekiyor. Kavga da öyle mesela futbolda. Mesela biz bilim adamları kavga üretmiyoruz. Ben binlerde makale yazdım, ama bir kaç televizyon kanalı dışında benim sözüm ses getirmiyor. O kadar bilimsel verilerle Türk sporunun, dünya sporunun gelişmesine katkı sağlıyoruz ama biz medyaya giremiyoruz, yorumculuk yapamıyoruz, belli eğitimlerin içerisinde yer alamıyoruz. Neden? Çünkü biz kavga etmiyoruz. Biz akıl sunuyoruz, bilgi sunuyoruz ve seçenek sunuyoruz. Biz çözümün bir parçasıyız, problemin değil. Ama ne yazık ki öyle bir sistem var ki, problemin parçası olanı yükseltiyor. Problem yaratan, bir başkasını karalayan, kavga edenin reyting uğruna yüceltildiği bir toplumda akıl ne yazık ki geride kalıyor. Bizim aklı geriye değil, öne çıkartmamız lazım. Kavgayı geriye almamız lazım. Eğer böyle yapmadığımız ölçülerde asıl problemler olmaya doğru gidecektir. Ama enteresan bir şey var. Yıllardır ben bunu anlatıyorum, 15 yıldır. Hemen hemen bu sektörde, bu camiada bunları anlatıp duruyorum. Bu söylediklerim 15 sene önce de aynıydı, değişen bir şey yok. Siz gidiyorsunuz, başkası geliyor. Kısır döngü bu. Bu kısır döngüyü bırakmamız lazım. Tamam herkes şapkasını önüne koyup düşünüp ortak bir sentezde, paydaşta rol alıp onun dışına çıkmayıp, çıkanı da müthiş cezalandırıp, sıfır tölerans gerekiyor bence. NBA markasını düşünün. Hiç bir sporcu, hiçbir hakem, hiçbir kimse ona zarar veremez. Futbol da bir marka. Futbol aslında bir marka değil bir değer. İnsanlara ait birşey. Kimse onun ırzına geçemez, kimse onu karalayamaz, kimse onu kendi şahsiyetine kullanamaz. Ancak ona değer katmak için vardır.
- "Kimse onun ırzına geçemez" dediniz. Siz böyle bir cümle sarfedince ben de kendimi şunu sormaktan alamıyorum. Biz Türk futbolunun bir anlamda ırzına mı geçiyoruz?
Tabi gazetecisin yakaladın, o cümle ağzımdan kaçtı ama doğru söylüyorum. Bir anlamda yani ırzına geçmek derken bu mecazi anlamda. Ama bir anlamda da resmen farkında olarak olmayarak içine ediyoruz. Statlarda insanlar öldü. Spor insanları öldürmek için mi var?
Spor keyif almak için var. Ben spor bilimciyim. Biz çocuklarımıza anlatıyoruz burada, yıllardan beri anlatıyorum. Hem bölüm başkanı hem ana bilim dalı başkanıyım. Sporun kitlelere yayılmasına, insan barışına, sağlığına katkı sağladığını ve bunun bir sektör olduğunu, bundan da bir endüstri yaratılacağını anlatıp duruyoruz. Onun ilmini ve bilimini yapıyoruz. Ama hiçbir zaman futbolun, insanların birbirlerini öldüreceği bir mekanizma olduğunu düşünmüyoruz. Belki o cümlem biraz ağır oldu ama biraz betimlemek için kullandım. Evet abartacağız, çünkü başka türlü insanlara yanlış yaptığını anlatamıyoruz. Yumuşak geçiştirdiğiniz zaman "Ya problem değil" diyor. Kötüyü abartıp artık çekilmeyecek duruma getirdiğinizde insanlar artık belki farkına varmaya başlayacaklar. Benim de tarzım değil ama bir anlamda artık bu tür şeylere dur dememiz lazım. İnsanlar doğruyu yaparak da hedeflerine ulaşabilirler.
- "HAKEMLERE İNSAN OLMA ŞANSI TANIMIYORUZ" -
- Son haftalarda yine hakemler konuşuluyor. Bir hakeme maç verilir, o maça bir şekilde hazırlanmak zorundadır. Ama yalnız adamdır hakem. Maça çıkar, gördüğünü çalar, doğru bildiği kararları verir, karşılaşmadan sonra yenen yenen yenilen vardır veya berabere bitmiştir, mutlaka puan kaybeden vardır. Eleştiriler olur. Bunun dozu zaman zaman çok ağır olur. Eğer yönetimiyle gündeme damgasını vurmuşsa, o hakemin işi gerçekten zordur. Hakem o günleri nasıl geçirecek, nasıl toplarlanacak? O süreçte bir taraftan "Bırak düdüğü" şeklinde eleştirilerden şahsiyetine kadar varan eleştiriler varken ne yapacak? Tek başına bir hakem. Mentoru yok, psikolojik danışmanı yok. Hakem bu işin içinden nasıl çıkar?
Çıkamaz. Tam tersi hakemler daha da yalnızlaştırılmaya doğru gidiyor. Ben yıllardır hakemlere eğitimler veriyorum. Onların bir çoğuna eğitimler veriyorum, bir çoğuyla da zaman zaman özel sohbetlerimiz oluyor, bazıları özel danışmanlık için bana geliyorlar. Bugüne kadar o camiaya çok emeğim geçti. Şöyle birşey var. Hakemi çıkartırsanız geriye ne kalır futbolda. Bir resmi maçın olabilmesi için hakem şart. As oyuncunuz olmayabilir o maçta ama hakem olmadan olmaz. Hakemsiz sahaya çıkamaz, hakemsiz maçı tescil edemezsiniz. Asıl maçları belirleyen hakemdir. Şu yanlış biliniyor. 2 takım arasında geçen bir yarış değildir futbol. 3 tane takımın arasında oynanır futbol. Bunlar hakem takımı ve diğer 2 tane rakip takımdır. Yani 2 rakip takım ve artı hakemler arasında oynanan bir olgudur futbol. Burada her iki rakip antrenörler, futbolcular, hatta seyirciler nasıl hata yapıyorlarsa, belli ölçülerde, insan olmanın gerektirdiği ölçülerde hakem de hata yapacaktır. Bugün televizyonlarda herhangi bir olayı 100 kere izlediği halde karar veremeyen insanlar var. Çıplak gözle, saniyenin çok kısa zaman diliminde karar vereceksiniz. Peki o hakemin sahaya çıkarken ruh hali hangi boyutlarda sanıyorsunuz. Baskı var, küfür var, baskı altına alma var, sürekli rahatsız etme var. E nasıl olacak bu insan. Mentoru yok, özel hazırlanmıyor. Bir de gerçek işi bu değil. Yan iş olarak bunu yapabiliyor. Maçtan sonra hayatına dönecek, ekmek parasını kazanacak, evine gidecek. Yalnız olan bir adam. Birisinden bir forma almaya kalksa niye aldın denecek. Niye almasın. Tüm hakem ilişkilerini, insani ilişkilerini sınırlıyoruz. Ona insan olma şansı tanımıyoruz. Onların bir robot, bir mekanik olgu gibi hareket etmesini istiyoruz ki, insandır hakem sonunda. Tabi ki hatalar yapılacaktır.
- Baskı var, küfür var hakemde neler doğurur?
İnsanların dengesini bozarsınız, ruhsal durumlarını altüst edersiniz. Futbolcu için her maç bir travmadır ama hakem için çok daha travmadır her maç. Sporcu için kazanıp kaybetme durumu çok önemlidir ama daha önemli travmayı hakem yaşar burada. Sırf o değil, ailesi ve çocukları da yaşar. Yani o insanın ertesi gün sokağa çıkabileceğini düşünüyor musunuz? Olayın içinde hakemler de var. Ne yapacaksınız? Bir kere hakemleri yaklnız bırakmayacaksınız. Yıllardır ben bunu hakemlere de anlattım. "Neden siz kendi kabuğunuza çekildiniz?" dedim. Yapmanız gereken bir şey var. Sporcularla, spor camiasıyla, takımlarla ilişkiler kuracaksınız, mangal partileri yapacaksınız, iletişiminizi arttıracaksınız. Beraber futbol oynayacaksınız, sinemaya gideceksiniz. Belki içinizden biriniz haftada bir gün bir takıma gidecek kuralları anlatacak, sohbet edecek, kampı ziyaret edecek, merhaba diyecek. Ama sıra işe geldiği zaman işini yapacak. Hakim, yargıç, savcı, doktor, avukat böyle olduğu zaman suçlanacak mı? Herkes işini yapacak. Yani iş iştir, iş etiği çok önemli olacak. İnsanlara güvenmeyi öğrenmemiz lazım. Biz bu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Böyle gelmiş, böyle gitmez artık.
- Mangal partisi yapacaksınız, sinemaya gideceksiniz dediniz. Rakip takım oyuncuları bile olsalar çoğu futbolcu birbirleriyle arkadaş. Onlar birlikte geziyorlar, eğleniyorlar. Rakip takımların yöneticileri de birbirleriyle arkadaş.
Neden hakemler değil?
- Hakemlerle futbolcuları hiç arkadaş gördünüz mü siz?
Hayır, niye değil?
- Bir restoranda yemek yiyebilirler mi, caddede birlikte yürüyebilirler mi?
Evet birlikte buluşacak, yemek yiyecekler. Neden olmasın.
- Aman hocam bu çok tehlikeli.
Bunlar çok doğal..
- "MENTALİTE DEVRİMİ LAZIM" -
- O hakem, restoranda birlikte yemek yediği, caddede dolaştığı futbolcu arkadaşının 2 hafta sonra bir maçını yönetirse neler söylenmez hocam. Anında damgayı vururlar.
Hayır, vurmayacaksınız. İnsanlara güvenmeyi öğreneceksiniz, şüpheyle bir yere gidemezsiniz. Tabii ki şüpheci davranacaksınız ama şüpheci toplumun pek sağlıklı toplum olduğunu söyleyemem. Siz doktora gitmiyor musunuz, gazetecilerle bir yere gitmiyor musunuz, kendi dışınızdaki bir takımın restoranına gitmiyor musunuz, dişçiye gitmiyor musunuz, dişçinin koltuğuna oturup uzanmıyor musunuz? Siz diğer takımı tutuyorsunuz da rakip takımı tutan dişçi birşey mi yapacak sanıyorsunuz size. İnsanlara güvenmeyi öğrenmemiz lazım, hakemlere de güvenmeyi öğrenmemiz lazım. Bence bunlar oluştuktan sonra bir süre öyle olacaktır, önce çıngar kopartacaktır. Ama futbolda devrim yapmamız lazım. Bir zihinsel devrim, yani mentalite devrimi yapılmadan da olmaz. Eski şeylerle yeni şeyler üretemezsiniz. Eski davranış biçiminden yeni şeyler üretmek istiyoruz, olmaz. Onun için yeni düşünce sistemini ortaya koyacaksınız. İşte spor bilim adamlarına o sektörde ihtiyaç var, yeni düşüncelere, yeni akımlara, yeni davranış biçimlerine ihtiyacımız var. Önce yeni felsefeye ihtiyacımız var. Yoksa insanlar gelir gider hiç farketmez. Olay değişir ama mentalite hep aynı kaldığı sürece değişim olmaz.
- Hakemlere kötülüğü en çok kimler yapıyor?
Herkes yapıyor. Ama tabi önce yöneticilerden başlamak lazım.
- Sıralamaya koyarsak, zirvede kim var, 1 numara kim? (Gülüyoruz)
Sorunuz çok net aslında. Yani bunu herkes biliyor kimin olduğunu. Şimdi yöneticiler, herhangi biri farketmiyor, çünkü karşıdaki rakip görürken, rakip artık hakeme doğru gitmeye çalışıyor, bu da yanlış. Ben yöneticilere bunu anlatmaya çalışıyorum. Hakemi rakip göremezsiniz. Sporculara yıllarca anlattım. Bir çok hakeme karşı yanlış tavırlarda. Sporcuyu karşıma aldım tartıştım, sporcuya doğrusunu gösterdim. Çünkü hakemi karşına alarak kazanamazsın. Hakemi arkana da almayacaksın, hakemi yanına alacaksın. Bu da kazançlardan, stratejilerden bir tanesidir. Ne demek yanına almak? İşini doğru yapacaksın. Sporcu ahlakı diye bir şey var. Her sporcu buna girecek. Ama sporcu da rayından çıkartılıyor. Kazanmayı o kadar abartmış ki bizim toplum. Bizim insanımız bir maç kazanmayı hayatını kazanmakla özdeşleştiriyor. Bir oyun eşittir hayat olmuş. Bir kere burada duracağız. Futbol, futboldur. Futbol, hayatındaki bazı boşlukları doldurmak için kullanacağımız başka bir madde değildir. Dolgu madde olarak kullanamayız. Ya da cankurtaran olarak kullanamayız futbolu. Yani insanlar kendi hayatlarındaki başarısızlıklarını futbolla dolduramazlar. Doldurmamalıdırlar da. Onun yerine futbolu hayatımızda doğru yere koyacağız. Futbol herşeyimiz olmuşsa, bizden daha önemli hale gelmişse o zaman herkes hata yapacaktır. Yöneticiler böyle yaptığı zaman ne oluyor? Sporcular da böyle yapıyor. Antrenör de böyle yapıyor. Taraftar da öyle davranıyor. Artı medya da öyle davranıyor. Herkes artık taraf olmuş. Bugün taraflı yazı yazan insanlar var. Radyolarda, televizyonlarda yorumculuk yapıp para kazanan, taraf olmuş insanlar var. Futbolda nasıl taraf olabilirsiniz. Böyle bir şey olamazsınız. Eğer futbolu seyrediyorsanız her türlü sporu seyredersiniz. Taraf olabilirsiniz, ama Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeli. Güzel olanı alkışlamazsanız futbol taraftarı değilsiniz. Taraftarlık içeriğini değiştirmek lazım. Evet sempati duyabilirsiniz bazı renklere keyif aldığınız sürece. Ama bu sizde işkenceye dönüşmüşse, problem yaratıyorsa, insanlar arasında bir engel haline gelmişse, düşmanlık olgusu haline getirmişse ne yapacaksınız. Futbol kendi kendini kirletmiyor, futbol kendi kendini çürütmüyor. Bunu yapan insanlar, herkes her boyutta. Yani her kademede, tek taraflı olmaz. Bunun içinde hakem de var. Evet hakemi koruyoruz ama bir yandan hakem kendisi de bunu yapıyor. Yani sorunun bir parçası haline geliyor. Sindiği zaman, kaçtığı zaman, sorumluluk almadığı zaman.
- "Sindiği zaman, kaçtığı zaman, sorumluluk almadığı zaman" dediniz. Bu çok önemli.
Tabi. İnsan kendini koruyamazsa ne yapar?
- "Çık sahaya dik dur" diyen arkasındaki yöneticileri...
Dik durdukları zaman ne oluyor?
- Dik durdukları zaman MHK eğer o hakemin arkasında dik duramazsa, durmazsa...
Ne olacak o zaman?
- O hakem sinmeyecek mi, nasıl sinmesin, nasıl sorumluluk alsın? Bunlar da önemli.
Balık mı hasta, su mu kirli. Balık hastaysa su da kirli. Peki bu balık nasıl hastalandı, sudan hastalandı. O suyu değiştirmediğiniz, balığı iyileştirmediğiniz ya da balığı bu kirli suda yaşayacak hale getirmediğiniz ölçüde her zaman sorun yaşayacaksınız, çok boyutlu, tek boyutlu değil. Hem hakem tarafından, hem kamuoyu tarafından.
- Balığı neyin yerine koyuyorsunuz?
Balık hakem, insan.
- Balığı değiştirebilir misiniz?
Balığı değiştiremezsiniz çünkü onu etkileyen bir çevre var. Çevreyi değiştirmeden balığı değiştirebilir misiniz. Topyekün bir mükemmelleştirmeye gitmeniz lazım. Yakın zamanda bir kitabım çıkacak benim. Bunların çoğunu anlattım orada, bilimsel yöntemiyle. Hakemi değiştirerek, sporcuyu değiştirerek, yalnız yöneticiyi değiştirerek yapamazsınız bunu. Her boyutta herkes değişime doğru gidecek.
- Gidebilirler mi?
Gider niye gitmesin. İnsan aklı neler yarattı yani.
- "ÖYLE YÖNETİCİLERE İZİN VERİLMEMELİ" -
- Hocam adam 50 yaşında başkanlık, yöneticilik yapıyor. Her maçtan önce ve sonra hakemle ilgili ağır hakaretlerde bulunuyor. Nasıl değiştireceksiniz bu adamı?
İzin vermeyeceksiniz. Camialar izin vermeyecek. Hatta hem medya hem insanlar izin vermeyecek. Ben öyle insanı üniversiteye sokmam, ben öyle insanlar yetiştirmiyorum burada. Ben gerçek sporun ilmini bilmini yapan insan yetiştiriyorum. Ama benim yetiştirdiğim insanların hiçbiri hiçbir camiaya giremiyor. Hiçbir yönetim kurullarında, kulüplerde yeralamıyor. Neden? Üniversite burası. Spor yöneticiliği bölüm başkanıyım ben. Şu ana kadar binlerce insan yetiştirdik biz. Kaç tane kulüp bizim farkımızda? Kaç tane kulüp bizden yardım istiyor bu konuda? Hayır, istemiyorlar.
- "ZORBALAR LİDERLİK YAPIYOR" -
- Hocam gazeteciler kapınızı çalıyoruz da, yöneticiler niye kapınızı çalmıyorlar?
Onu bilmiyorum işte. Ben burada bir sürü insan yetiştiriyorum. O kulüplerde çalışacak, o kulübü gerçekten yönetecek, profesyonel insanalar var. Biz bunu her boyutunda tartışıyoruz. Anatomisiyle, fizyolojisiyle, biomekaniğiyle, liderliğiyle, motivasyonu, sosyolojisi, psikolojisiyle. Hatta medyasıyla. Biz burada üretiyoruz. Binlerce test var, makaleler var. Biz bilimsek anlamda üniversite olarak üstümüze düşeni yapıyoruz. Ama biz bugüne kadar hiçbir kongremizde hiçbir kulübün başkanını, yönetim kurulu üyelerini, bu değerli zatları göremiyoruz. Veya antrenörlerin çoğunu göremiyoruz. Sporcuları hiç göremiyoruz. Basın hiç yok. Kendi kendimize eğleniyoruz yani. Olmaz ki. Biz zorla insanların ağzına sokamayız ki bu bilgileri. Kafalarını, beyinlerini alıp da bir chip haline getiremeyiz ki. Herşeyi biz doğru yapıyoruz demiyorum ama yapabildiğimizin maksimum en iyisini yapıyoruz diyorum. Böyle bir sorumluluk, bir misyonumuz var. Ama artık sporu, spor bilimcilerine bırakma zamanı. Mütevelli heyeti başkanları olabilir, onlara saygı duyarım. Bir futbol takımı düşünün, neden sporcularını getirmezler buraya. Getirin onları. Anatomi öğretelim, kuralları öğretelim, biomekanik öğretelim. Neden gelmezler, neden geliştirmezler kendilerini? Ben kendimi geliştirmek için her yıl dünyanın parasını harcıyorum, yurt dışına gidiyorum, kitaplar alıyorum, videolar alıyorum. Burası da bir üniversite, bilim yuvası. Neden biz onlara hizmet etmeyelim. Neden bizlerle projelerle çalışmasınlar. Yani bir zihinsel devrime ihtiyacımız var. Artık ben konuşmaktan bıktım. Başınıza bakıyorsunuz, zorbalar liderlik adı altında gidiyor. Yani ben liderliği incelediğim zaman, bir de Türkiye'de yapılan liderlere baktığım zaman bunların liderliğinin zorba olduğunu görüyoruz insanların.
- "Liderleri zorba" dediniz değil mi?
Tabi tabi zorbalık, yapılan şeyler nedir sanıyorsunuz. Bunun kitapları var. Açalım onları bakalım ne diyor. Liderlik kriterlerini koyduğumuzda ve yapılan liderliklere baktığımızda biz liderlikleri zorluyoruz. Bunun liderlik mi yoksa zorbalık mı olduğunu ya da başka şey olduğunu tartışabiliriz o zaman. Entellektüel birikim olarak. Bu arada kimseyi suçlamıyorum. Ben sonuçlardan yola çıkarak bir tespit yapıyorum. Bazılarını incitebilir bu. Bazıları üzülebilir. Ama ben topluma ayna tutmak zorundayım eğer ben bilim insanıysam.
- Sohbetimizin başında futbolumuzun ırzına geçme teşbihini yaptınız. Şimdi de liderlik ve zorbalık dediniz. Şimdi futbolun içinde çok lider var. Futbolculardan var, yöneticilerden var. Yani liderlik ve zorbalık söyleminiz ilginç geldi bana. İçimdekini çok net söyleyeyim o zaman size. Yönetici lider, kulüp başkanı lider, yani bir anlamda sonuçlardan yola çıkarak tespit yapıyorsunuz, o zaman kulüp başkanı, yönetici zorbalık mı yapıyor?
Evet. Önde olabilirsiniz, bir grubun başı olabilirsiniz ama bu sizin lider olduğunuzu ya da önder olduğunuzu göstermez. Önderlik veya liderlik bambaşka şeydir. Eğer bulunduğunuz yerde olumlu fark yaratabiliyorsanız, insanları arkanızdan koşturuyorsanız, işleri doğru yapıyorsunuz, doğru bir duruşunuz ve felsefeniz varsa, vizyon yaratmışsanız, problemin değil çözümün parçasıysanız o zaman lidersiniz. Lider aldatmaz, lider yalanlar söylemez, lider düşman yaratmaz. Lider hep daha iyi yere götürür kendini ve grubunu. Hep artı değer üretir. Düşünerek konuşmayı öğreneceğiz. Her kelimeyi ağzımıza almayacağız. Bilmi, ilmi üniversiteyi ciddiye almıyorlarsa, böyle bir toplum olabilir mi? Toplumlar nasıl gelişir sanıyorsunuz. Bilgi toplumu olabildik mi? Kitap okuma oranı nedir? Antrenörlerimiz veya sporcularımız kendilerini ne kadar geliştirebiliyorlar? Hiçbiri cebinden para verip kurslara katılıyor mu? En çağdaş antrenörümüz bile cebinden para verip hangi eğitimlere katılıyor. Ben burada durum tespiti yapıyorum. Kimsenin hoşuna giden şey değil ama bunları yapmamız lazım. Her zaman insanın sırtını sıvazlayarak biryere gidemeyiz. Bazen de gerçekleri önüne koymak zorundayız. Bu bir betimlemedir. Bir eleştiridir. Eleştiri yargılama değildir, suçlama değildir. Ben suçlamıyorum. Ben betimleme yapıyorum, durum analizi yapıyorum. Buradan nereye gitmemiz lazım, hepimizin arzu ettiği daha iyi futbola, daha iyi insanlara. Ben Dünya Kupası'na gittim, Konfederasyon Kupası'na gittim, Milli Takım ile dünyayı dolaştım. Yelkencilerle, kürekçilerle çalıştım. Olimpiyatlara gittim. Dünyanın her tarafından insanlar yanyana, ne olursa olsun maç izleyebiliyorlar. Peki neden bizde aynı ülkenin insanı ortak iş yapabiliyor ama statyuma girdiği zaman değişiyor ve düşman haline dönüşüyor.
- Ne var bunun altyapısında?
Sosyolojik. Toplumunda, sporu yönetenlerinde sosyologların, psikologların, yönetim bilimcilerin ne dediğini biraz ciddiye alıp ona göre davranacaklar. Bu işe siyaset sokmadan, taraf sokmadan, öteki yaratmadan. Yoksa başımız çok ağrıyacak söyliyeyim size. Ben yine 15 sene sonra yine konuşuyor olacağım, yine aynı şeyler.
- "HASTAYIM, G.SARAYLILIĞI MASKE OLARAK KULLANIYORUM" -
- Chelsea ve Sevilla maçları öncesi diğer takım taraftarları arasında Fenerbahçe'nin başarısız olmasını, yenilmesini isteyenleri gördük. Bu son söylemlerinizle bu konu çok bağdaşıyor.
Yıllardan beri böyle birşey var. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur anlayışı doğru değil. Bu kadar da yer almamalı futbol insan hayatında. Daha güzel şeyler var insan hayatında. Herşeyimiz futbol oldu. Hani derlerya "Öğğğ" geldi. Biryerden sonra kaçmak zorundayız futboldan, daha güzel şeylere gidebilmemiz açısından. Başka şeylere de sürekli yer olması lazım hayatta. Benim bir arkadaşım var Galatasaraylı. O, hasta bir Galatasaraylı olduğunu söylüyor ama ben düzeltiyorum, iyi bir Galatasaraylı diyorum. Çünkü eğer hasta Galatasaraylı olursan aslında şu mesajı verirsin bana diyorum: "Hastayım ama ben Galatasaraylı olmayı maske olarak kullanıyorum" Çünkü sözler çok önemlidir, farkında olmadan kullanılan sözlere çok dikkat etmemiz lazım. "Abi Fenerbahçe kaybetsin" diyor. "Niye Fenerbahçe kaybetsin? Türk takımı, Türkiye kazanacak" diyorum. "Olur mu geliyor insanlar beninle dalga geçiyorlar" diyor. Birbirlerini kızdırmalar, sataşmalar oluyor. Hatta bunu ileri götürenler var. Bu neden? Sosyolojik tahlilini yapmak lazım. İnsanların hayatlarında futboldan başka bir şey yoksa eğer, hani elinde çekiç varsa herşeyi çivi olarak görürsünüzya, bu insanın hayatının zengin olmadığını gösteriyor biraz. Futbol dışında sanatı, tiyatroyu, edebiyatı konuşmayız çok fazla. Ama siyaseti ve futbolu çok konuşuruz. Çok iyi bildiğimizi sandığımız ama pek bilmediğimiz bir alandır. Bilenlerede saygı göstermeyiz. Bu bir çelişkidir, bir engeldir ve bundan kurtulmamız lazım. Spor kültürünü oturtmamız lazım. Futbol belki de bizi uyutuyor. Okullarımıza sporu sokmamız, yetenek testlerini doğru yapmamız lazım. Ama öyle bir şey yok. İnsanlar öyle kıstırılmış durumda kalıyorlar ki. Peki nasıl düzelteceğiz? Bilgi toplumu olmadığımız sürece acı çekeceğiz. Bu acı çekmek bir sonuç aslında.
- Biz futbolda acı çekiyoruz. Birbirleriyle kavga eden taraftarlar, ki ölümlü kavgalara kadar uzanıyor, küfür var, futbolcu hakem diyalogları... Ne olacak peki?
Ben maçlara gitmiyorum. Çalıştığım dönemde gidiyorum ama diğer dönemler gitmiyorum. Çünkü o eziyeti kendime reva görmüyorum. Neden gitmiyorum. Çünkü bunları göreceğim. Ben dışlanıyorum. Ben taraftar değilim seyirciyim. Ben sporu bilimsel anlamda izlemek istiyorum. Ben futbola katkı sağlıyorum, makaleler yazıyorum, röportajlar veriyorum ama benim orada yerim yok. siz neden bahsediyorsunuz. Beni dışlarsanız, onu dışlarsanız, diğerini dışlarsanız kimi içeri alacaksınız.
- "HAKEMLER MAÇA ÇIKMASIN, YETER ARTIK DESİN" -
- Siz bilim adamı olarak diyorsunuz ben de Erdem Erol olarak hakemim ve dışlanmak istemiyorum diyorum. Size geliyorum ve diyorum ki, bu hafta sonu bir maç yöneteceğim. Ve bu karşılaşma bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisi olacak. Ben maça kadar ne yapayım?
- Bir şey yapamazsınız.
- A takımın yöneticisi kalkacak benimle ilgili bir şeyler söyleyecek, B takımı yöneticisi de farklı şeyler söyleyecek. Bu açıklamalarla kamuoyunu farklı yönlendirmeye ve beni baskı altına almaya çalışıyorlar. Bu da bir gerçek.
Ben olsam maça çıkmam. Niye çıkmam biliyor musunuz? Yeter artık demek zamanı geldi. Yani birlikte bir tavır almak gerek. Sürekli aşağılanacaksınız, sürekli itileceksiniz, sürekli kakılacaksınız, ama yine de orada olmak isteyeceksiniz. O zaman psikolojide buna farklı şeyler söylerler. Onun farklı adı vardır?
- Nedir?
İsteyen bakar. Sağlıklı bir davranış değil, sağlıklı bir ruh halide değil. Yani kimseyi bir şeye kışkırttığım anlaşılmasın ama tavır almak gerekiyor. Eğer şikayet ediyorsanız ve tavır almıyorsanız siz de problemin bir parçası haline gelirsiniz. Yani tavır alacaksın ama bireysel tavırlardan öteye. Ben maça çıkmıyorum. Niye? Özlük haklarım yok, güvenliğim yok, kendimi kötü hissediyorum, her maç bir travma, 15 gün kendime gelemiyorum. Sonra. Sonra yine çıkacaksınız. Ben olsam çıkmam. Herkesin hayır deme lüksü var, bu kışkırtma değil. "Hayır" diyeceğim ya. Ben özlük haklarımı alana kadar, bana saygı duyulana kadar, saygı duyulmayan yerde ben niye varım.
- Ama hakem bunu bireysel olarak yapmayacak tabi. "Ben hakemim ve bu maça çıkmıyorum" dediğim zaman MHK benim yerime başka hakem verecek. Ama MHK'nin de bu hassasiyeti gösterip "Bir dakika ne oluyor" demesi lazım.
Kesinlikle. Ama bakıyoruz, dün öyle diyen, hakem olan, yönetici olan, televizyona gittiği zaman farklı bir tavır takınabiliyor. Kendi içlerinde tutarlılıkları yok ki hakem arkadaşlarımızın. Alınmasınlar da, kızmasınlar da bana. Çok emeğim var onlarda. Ama bu tür yanlışlar da görebiliyorum. Ya da dediğim gibi önce MHK'nin kendine çeki düzen verip gerçekten bir tavır ortaya koyması lazım. Peki, problem olduğu zaman dediğim gibi diğer gruplarla, diğer takımlarla ben olsam MHK, "Arkadaş bundan sonra x hakem bir yere gidecek her hafta eğitim verecek. Belli zamanlarda biryere geleceğiz, koktyeldi, yemekti, kakariydi kikiriydi, tiyatroya gideceğiz. Yemekler yiyeceğiz. Sorunlarımızı paylaşacağız. Hatta paneller, sempozyumlar düzenleyeceğiz, eğitimler vereceğiz birbirimize. Birbirimizi anlamak için çaba göstereceğiz. Birbirimize empati yapacağız." demeli. Çok unutulan birşey empati. Sen ben olmayacağım ama seni anlamak için senin gözünden ben bakacağım. Sonra bazı temel maddelerde uzlaşmayı zorlamamız lazım. Sayın Sarvan'ın yapması gereken şeylerden bir tanesi de bu. Ondan sonra seyirciyi eğitmemiz lazım.
- En zor kısmı bu mu?
Ama kulüpler, siz yöneticiler, sporcular üstlendikten sonra seyirci uyar. Seyirciyi bir şekilde eğitirsiniz. Psikolojide şöyle bir şey var, insanları omuz omuza değdirdiğin zaman bireyliğini alırsınız. Artık o kendisi olmaktan çıkar bir sürü psikolojisiyle davranmaya doğru gider. Dolayısıyla koltukların arasını biraz açmak lazım, insanları omuz omuza değdirmeyeceksiniz ki onları birey bırakacaksınız. Biraz avam bırakmanız gerekiyor. Buradan dolayı da aslında hakemlerine önlerinde bir fırsat var. Biraz önce söylediklerimi yaptıkları sürece hakemliği kurtarabilirler. Daha saygın bir yere getirebilirler. Ama kurtarmak yerine günü kurtarmak istiyorsanız, olmaz. Uzlaşmayı deneyeceksiniz, gerekirse de "Hayır ben çıkmıyorum" diyeceksiniz. Hatta bunu sporcu da yapacak. Seyircinin de bunu yapma hakkı var. Eğer stada gelip istediği futbolu, istediği performansı görmüyorsa, ben olsam bir alıcı olarak, aldatıldığımı düşünürüm. Madem endüstriyel spordan bahsediyoruz, sporcu da bir ürün ortaya koyuyor, o zaman tavrımı koyarım. Ama küfretmem, saldırmam, aşağılamam. Maça gitmem, elektronik posta gösteririm, yasal zeminde meşru mücadelemi veriririm. Aslında bu güzeldir ve katkı sağlar. Seyirci bilinçli olacak, sporcuya bakacak, maçları takip edecek ama körü körüne bakmayacak, daha bilinçli bir seyirci veya taraftar. Ama taraftarlık çok soyut bir kavram olduğu için somutlaştırarak ne demek istediğimizi anlatmamız lazım. Ben de onu anlatmaya çalışıyorum. İster taraftar ister seyirci olun ama bilerek istereyek ve farkına vararak giderseniz, severseniz ve keyif alırsanız o zaman problem yok. Ama diğerini yapıyorsanız problem, onu demek istiyorum. Var olanı tüketmeyeceksiniz. Sizde oraya bir takım değer katacaksınız. Ben değer kattığıma inanıyorum, yazarak, çizerek, konuşarak, söyleyerek. Bazen tepki alma pahasına gerçeği anlatmakla yükümlüyüm. Bu gereklilik ve sorumluluk, bir misyon. Laf olsun diyede yapmıyorum. Alınanlar olacaktır, doğrudur. Ama bu benim düşüncem, şu an bunu düşünüyorum, bunu düşünüyoruz biz. Hatta sizin yazdıklarınızı, maç sonrası söylenenleri, yüksek lisans, doktora veya lisans öürencilerimle tartışıyorum derslerde. Hatta yazılı soruları yapıyoruz bazılarını. Hatta örnek olaylar çözüyoruz. Çünkü biz oraya hazırlıyorsak kendimizi, onun her türlü şeyini inceliyoruz. Kimse bunun farkında değil ama biz farkındayız. Önemli olan da bu.
- "HAKEMLERE HALA MENTOR DESTEĞİ YOK" -
- Hakem müesssesinde bir mentor desteği yok.
Yok tabi.
-Yakın geçmişe baktığımız zaman mentör talimatlarının çıkartıldığını görüyoruz ama sürekli MHK'deki isimlerin değişikliğinden dolayı ki isimlerin değişse bile uygulamaların, sistemlerin sürekli olması lazım, ancak bu üzerinde konuşulan talimatları oluşturuldu olarak bildiğim mentor konusunun uygulaması başlamadı bir türlü.
Şimdi geçen dönemde, usta eğiticilerin eğitimi diye bir eğitim rica etmişlerdi. Ben de proje yapıp vermiştim sayın Mustafa Çulcu döneminde. Ama gerçekleşmedi. Gelecekleri parlak hakemler seçilecek ve onlara mentorluk yapılacaktı. Bu aslında FIFA'nın ve UEFA'nın bir uygulaması. Avrupa'da bu yapılıyor. Ama bunlar psikolog değil. Bunlar usta hakem, daha çırak veya kalfa düzeyindeki hakemlere abilik yapıp yol gösteren kişiler. Ama bu hakemlerin ben biliyorum ki, ne zaman ben eğitim versem, çoğunlukla çağrıldım çok eğitimler verdim, bütün hakemlerin benden isteği, "Hocam sana çok ihtiyacımız var niye gelmiyorsunuz. Biz size gelelim, haftada bir iki gün konuşalım, bazen burama geliyor" dedikleri var. Evet ben de isterim ama bu sırf benle olmaz ki bunu kurumsallaştırmak lazım. Bu bir sistem ve bir kurum haline getirilirse, çok değerli arkadaşlar var üniversitelerde. Bunlar yapılmıyor hala. Önce zihinde, düşüncede değişiklikler yapmamız lazım. Bir vizyon oluşturmamız lazım. Oturacak hakem ve hakem kuruluşları, nasıl bir hakem istiyoruz, dünyada hakemlik nereye gidiyor biz nereye gidiyoruz, nasıl hakemliğin saygınlığını korururuz bunu araştırmaları lazım.
- "SPOR DEĞİL SKOR KÜLTÜRÜ" -
- Hakem bizde konuşulduğu gibi Avrupa'da konuşuluyor mu?
Hayır o kadar konuşulmuyor. Çünkü biz skor kültüründen yola çıkıyoruz, spor kültüründen değil. Öyle olsaydı herkesin kendi hayatında spor olurdu. Sporu hayata geçireceksiniz. Tüm sporları hem yapıyor hem de oynuyor olacaksınız. Aileniz spor yapıyor olacak. Doğru ve bilinçli izleyici olacaksınız. Olmazsanız ne olur, skor kültürüne yönelirsiniz. Bu da spor değildir. Bu sporu geri götürür. Spor kültürünün yaygınlaştığı ülkelerde bu tür çalışmalar çok ön plandadır. Basın da yöneticiler de herkes kendine çeki düzen verecek. Ortak bir uzlaşmada bir misyon ve vizyonda buluşacaklar. Kimse kimseyi reddetmeyecek, kimse kimseden rol çalmayacak. Herkesin rolü önemlidir önemsiz insan yoktur. Ama herkes en büyüğü almaya çalışmayacak. O zaman tam bütünü oluştururuz ve keyif alırız. O tür sinerji güzeldir diye düşünüyorum ben şahsen.
- Birçok vasfınız var ama ben birini söyleyeceğim. Mentor Turgay Biçer, hakemlerle, futbolcularla, hem kişisel diyalog bazında hem profesyonel olarak bu ailenin içinde. Mentor Turgay Biçer, bugün hakemlere nasıl bakıyor, maç seyrederken hakemlere kızdığı oluyor mu, nasıl tepki gösteriyor?
Ne sporculuk ne antrenörlük ne de şu an mentor hayatımda hiçbir hakeme kızmadım. Tabi ulusal maçlarda zaman zaman o psikolojiyle baktığımız zaman hakem hata yaptı mı "Olmaz ki" derim, hepsi bu kadar. Sporcuya da hep şunu öğretmişimdir. Hakeme rağmen kazanmayı öğrenmen gerekiyor. Hakem var, yok sayabilir misin? Hayır. Hakem hata yapabilir mi? Evet. Sen hata yapıyor musun? Evet. O halde sorun ne? "Karanlığa sövme, bir ışık yak" derim. Mazeret aramayacaksın. Diyelim hakem kötü niyetli. O zaman legal yollardan arayacaksın hakkını. Ama aşağılamak, saldırmak ve karalamak doğru değildir. Yanına almak, sohbet etmek, arkadaşlık kurmak, onunla diyalog kurmak, ilişki kurmak. Ama laubalilik değil. Bu kullanmaya giden bir arkadaşlık dostluk değil. Bu bir saygı. Temelli saygıya dayalı bir arkadaşlık. Neden olmasın. Hepimiz aynı gemideyiz. Birinin problemi oldu mu diğerinin olmayacak mı sanıyorsunuz. Herkes bir şekilde kendine çeki düzen verecek. Ben hakeme her zaman saygılı oldum. Ben sporculuk hayatımda da antrenörlük hayatımda da böyleyimdir. Centilmen lafını kullanmak istemiyorum ama ben beyefendi olduğumu düşünüyorum. Hakeme de saygı duydum, rakibe de saygı duydum. Hakemle tartışmanın bir anlamı yok. Ben sporculara şunu derdim, "Biliyormusun sen hakemin üzerine yürümekle, onun çocuğunun izlediğini düşün televizyonda, eşinin izlediğini düşün, dostlarının izlediğini düşün. Bir insan bunu unutur mu onu üzerine gider hakaret etmek, parmak göstermek. O da halkem. Onun da duyguları vardır. Bir yerde seni kıstırabilir, sana öyle bir ceza verir ki, sonra ne yapacaksın". Yani etki tepki prensibi. Olayları buraya getirmemek lazım. Karşılıklı saygının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sporda mağlubiyet de bir şereftir ya.
- Futbolcu hakeme hakaret ediyor. Ama bakıyorsunuz hakem cevap vermiyor, veremez. Yapacağı tek şey kartla cezalandırmak. Ki futbolcu gitmiş ona ağır küfür etmiş.
Edemez. İşte yanlış şeyler bunlar. Etmemeli.
- Hakem öyle bir sıkışıyor ki köşeye...
Hakemler artık üzerine alınmadığı için bunları, ciddiye almadığı için, normaldir diyip geçtiği için artık onun için normal hale gelmiş.
-Bu normal mi hocam?
Normal değil aslında ama normalleştirmek de kötü.
- "HAKEM DE KENDİNE ÇEKİ DÜZEN VERECEK" -
- Adam küfür ediyor hocam?
Öncelikle herkes kendinden sorumludur. Karşınızdaki küfür ediyorsa o sizin değil karşınızdakinin sorunu. Ona öyle bana bakarsınız. Alındıysanız o zaman gidersiniz şikayet edersiniz, yasal yollardan hakkınızı ararsınız. Ama karşılık vermek ilkelliktir işte. Hakem burada daha birşey davranıyor, sahada erdemli. Yani bilgeyi oynamak zorunda. Hakeme yardım eden sporcular da var ama. Saygı duyan sporcular da var. Tabi hakem de kendine çeki düzen verecek. Performansta iniş çıkış varsa, bir gün öyle bir gün böyle oluyorsa, istikrarı yakalayamazsa o zaman sporcuda güven yaratmıyor. Sporcu da diyor ki "Ne biçim hakem". Yani hiçbir şey tek taraflı değil. Bazı durumlarda da böyle oluyor. Bir İngiliz atasözü var "Tango 2 kişiliktir" diye. Yani burada da etki tepki var ama oyuncu da neden güvenmiyor hakeme? Çünkü onu istikrarlı görmüyor. Ona güven duygusu ouşturmamış. Bir çok oyuncuya soruyordum. "Serdar Tatlı'ya biz çok güveniyoruz" diyorlardı. Niye? Çünkü istikrarlı. Çift taraflı şey bu.