Haber61/Haber Servisi Milli Eğitim Bakanlığı Şurası ile gündeme gelen Osmanlıca konusunda tartışmalara Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı ölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Üçüncü de katıldı. Osmanlıcanın liselerde okutulamayacağını, bunun teknik olarak mümkün olmadığını öne sürdü.
Hezeyanın bini bir para. Okullarımızda ortaöğretim seviyesinde Türkçe okuryazarlık problemini aşamadan, kullanımda olmayan bir alfabe ile, kelime hazinesine uzman olmayanların yüzde seksen oranında yabancı oldukları bir dilde yazıp okuma isteği coştu. Herkesin fikri geldi. Bizler de ciddi konularda düşünmek yazmak yerine bu hezeyanlara cevap yetiştirmek durumunda kalıyoruz.
Zira toplum bunları hakikat zannediyor. Oysa, Alev Alatlı Hanım’ın romancılığını, aydın biyografisini yazacaktım, erteledik. Eğitim Şurası koymadı. Türkiye’nin eğitim sorunu, Türkiye merkezli eğitim bilimcilerin ve eğitim yöneticilerinin tasallutundan süratle kurtarılmalıdır. Bugüne kadarki bütün sistemleri bu yapbozları bu heyetler önerdi. Kredili sistemden başladılar, istisnasız her yıl yeni bir sistem önerdiler. Hep belli birkaç üniversiteye mensuptur bunlar, takip edin bulursunuz.
Başarısız olmaya mahkumlar, zira feylesofileri yok, eğitimini şekillendirmek istedikleri toplumun sosyal yapısını, zihinsel kodlarını, anlam dünyasını, geleneğini bilmiyorlar. Bildiklerini zannediyorlar.Yüzünü görmeden, temas etmeden, “el avıyla” kültür bilimi çalışıyorlar. Entegre et tesisi gibi ineği koy, paket sucuk olarak al öbür uçtan. İstatistikle her şeyi ölçüyorlar. Yıkanmanın sevişme anlamına geldiği bir kültürde yıkanma sıklığını sorun ve alın cevabı bakalım , vurun istatistiğe ne çıkar? Kimse yerlere tükürmez, yollara işemez bizde, herkes belgesel seyreder, lakin sıralamada ilk yüze giren belgesel yok. “SPSS for Windows”. Geçelim zaman kaybı. Garip gerekçeleri var heyetin. Bir kısmı, atalarının mezarları rant yüzünden talan edilirken susup oturuyorlardı, birden atalarının mezarını okuma istekleri depreşti. Kitlesel epigrafya hazzı yaşamak istiyorlar. Bir diğer kısım bu alfabeyle yazmanın Arapça okuyup yazmak gibi bir şey olduğunu sanıyor, sevap olduğunu varsayıyor, onlar da Müslümanlığı artıracak.
CUMHURİYET İLAN EDİLDİĞİNDE BİLE OSMANLICA OKUR YAZARLIK YÜZDE BİRDİ
Osmanlının yükseliş dönemindeki gibi güçlü olunacağı zannediliyor. "sözüm ona" kâfir Cumhuriyet bir gecede her şeyi altüst etti, seller sular gibi okuyorlardı, cahil kaldılar. Oysa ki Cumhuriyet ilan edildiğinde Osmanlı alfabesiyle okur yazarlık oranı yüzde birdi. Bu rakam bile abartılıdır. Zira bunların bir kısmı da sadece okurdur. Basılan kitap sayısı çeşit olarak 40.000 rakamını aşmaz. En tehlikeliler, kulaktan dolma bilgilerle çıhış edip aydınlatanlar, yarısı çay ocağında, merdiven altında duymuşlar. Bu gelenek tümden Püsküllü Fesli Kadir Hoca tipolojisinde cisimleşen bir anakronik, şizofren tarih anlayışından beslenir. Püsküllü Fesli Kadir Hoca yeni resmi! tarih görüşünü oluşturuyor (zımnen böyledir). Aynılarını söyleyen tarih profesörleri, makamı yüksek zevat var. Hakkını yiyemem hemşerim onları cebinden çıkarır, hem daha cesur ve dobra. Kabul edelim, Atatürk sonrası Türkiye’nin kültürel politikalarına, eğitim politikalarına hep “vaziyet edildi” (özellikle 1949 sonrasında). Yerli mütegallibe, asker sivil bürokrasi de bu sığ ve yoz , hiçbir şekilde Türk kültürü ile telif edilemeyecek vasata teslim oldu. Türk milletine numero yaptı. Biz tarihin en çok alfabe ve din değiştiren milletiyiz. Avrasya’nın hemen hemen bütün alfabeleriyle Türkçe eser verildi. Bütün bu kültürlerle temas ettik. “Her anlamda, bilimsel, kültürel, dilsel, dinsel,tensel”. Hem bu kadar temas , iltimas sonra da muhafaza ,“öz Osmanlı numeroları, olabilmez. Weber, toplumsal yapıyı tipler üzerinden analiz etmenin metodolojisini önemser. Bizde rahmetli Mehmet Kaplan Bey Alp tipi, Veli tipi, Ahi tipi Gazi tipini başarılı bir biçimde yorumlamıştır. Esasen bu metodolojiye devam edilmeliydi, yeni edebiyatçılara duyurulur.
Bir de bu meselenin gerçeğini bilip oy devşirmek için manipülasyon amacıyla kullananlar var. Şener Şen’in şekerpare filmindeki gibi işler sarpa sarınca,“padişahım çok yaşa ünlemesi”. Masrafı yok, saflar hemen toparlanıyor. Üniversiteler, profesörler suskun, Silivri ufku çaresizliğe sevk ediyor. Oysa ki Türkolog, Eski Türk Edebiyatı profesörü meslektaşımız, yeni YÖK başkanımızın bu konudaki görüşlerini merak ederiz, bizi ve toplumu aydınlatır, görüşlerini açıklarsa seve seve yer veririz.
OSMANLI ESERLERİ HURDAYA GÖNDERİLİRKEN HİÇ SESİNİZ ÇIKMADI
Gerçek örtülüyor. “Gerçeği örtenler” ne kötü bir iş yapıyorlar. Ülkemizde kitaba ve kütüphaneye olan ilgi ortada az gelişmiş ülkeler seviyesinde. Daha dün hurda fabrikasına Osmanlı atalarımızın cilt cilt ecdâd yadigârı eseri gönderilmedi mi? (biraz terifleyelim eybi yohtur!) O zaman hiç sesiniz çıkmadı, sizin bu okuma coşkunuza ve ecdâd eseri sevginize nasıl inanalım. Ecdâdınızın (ecdâd cedd’in <şeddeli> çoğulu ,ef’âl vezninde. Osmanlıcayı da ihmâl etmeyelim.) 5000 yıllık eserleri Hermitaj müzesinde, en azından resimlerinden haberdar olun diye iki yılımı verdim, anlaşmayı sağladım başvurmadığım kurum kalmadı finansman için. Tık yok, Türk’e sıra gelince sağcınız, solcunuz , islâmcınız tam siper oluyorsunuz. Sizi gidi eser, kültür sevicileri! [ayırmadan , karşı karşıya derdi rahmetli Memi Aga, keşke tanısaydınız!] Ailelerimizin kahir bir ekseriyetinin evinde kütüphane, küçük de olsa yok. Kaçınızın dedesinden , babasından kalan kütüphanesi var. Rusya’da Batı’da sıradan bir şeydir bu. Kitap okumazlar.
OSMANLICA OKUNSA DA ANLAŞILMAZ
Osmanlıca öğrensen ne? kuş dili öğrensen nolacak! Osmanlıca bilenler de merak etmeyin, atalarının eserlerini okumuyorlar, okusa da anlamıyorlar. Bir metni, alfabe olarak okuyabilmek kavram ve anlam düzeyinde ona nüfuz edebildiğimizi göstermez. Bunlar bambaşka şeylerdir.“Her dilin tarihsel dönemleri vardır ve onları anlamak başlı başına uzmanlık meselesidir.
Mesela ben bir Türkolog olarak Harezm Türkçesini kaynaklara sözlüklere bakmadan değerlendiremem. Bakkal, çakkal hiç anlamaz. Gerek de yoktur. Bugünkü İranlılar da Pehleviceyi anlamaz, keza bugünkü İngiliz manav da, başbakan da, lord da de Old English’i anlayamaz. Bunlar uzmanlık ister. Ama oralarda bu işler ciddidir.Doğaçlamaya kapalıdır. TV stüdyolarında yellenerek aparmakla olmuyor. Bilmediğinizi konuşmayacaksınız, susup oturacaksınız. Alfabenin yazının kendisi kutsal değildir, işaret ettiği mefhumlar kutsaldır.
Arap alfabesiyle bilim de yazıldı, dinî irfânî metinler de. Cima risalesi de , oğlanların evsafı da yazıldı, nasıl düzeltilmesi gerektiği de. 14. yüzyılda Sorbonne’de 2000 elyazması 15.yüzyılda Vatikan kütüphanesinde 2257 eser vardı. Aynı tarihlerde Türk İslam dünyasının kültür şehirlerinde 80.000 ve 100.000 ciltlik kütüphaneler vardır[i]. Bu yapı Rönesans’tan sonra aleyhimize olmak üzere değişti. Film burada koptu. Onu anlamamakta ısrar edersek, kaçıncı kez kafamızı duvara vuracağız bilinmez. Sizin ve atalarınızın/atalarımızın ciddi bir okuma ve anlama problemi var.
Epeydir var. Sert şiir, ecdâd tapınması, slogan, boş aforizmalar, kelam-ı kibarlar, partici atarları buna çözüm değil. Bilimsel literatürümüz, doğa bilimlerinde de kültür bilimlerinde ve hatta Türklük biliminde bile hâlâ fakirdir, Rönesans’tan beri öyledir. Hiçbir lengüistik esası bilmiyorlar. Arap alfabesi ünlülerin enformasyon değerinin pek fazla olmadığı Semitik diller içerisinden yola çıkılarak oluşturulmuştur.
Arapça ’da uzun ve kısa ikişer şekilleri olmak üzere şu üç vokal vardır: a, u, i (â, û, î).Bu esasa dayanan Osmanlı Türkçesinde ünlülerin yazımı istikrarsızdır. Mübarek ,‘ayn çatlatarak peltek s estirerek olmaz bu işler. Osmanlı Türkçesinde genellikle uzun ünlüler gösterilir. Lakin Türk dilinde 8 ünlü harf vardır. Bu yüzden, okunuşta ve yazımda büyük karışıklıklar meydana gelir.
Bu alfabe Türkçenin ses sistemine yabancıdır. Bu yüzden, Osmanlı döneminde, hatta Arap yazısıyla yazdığımız bütün dönemlerde lehçelerde ve coğrafyalarda geriye doğru pek çok kelimenin tam olarak nasıl telaffuz edildiğini, seslendirildiğini bilemiyoruz. Oysa ki Codex Cumanicus Latin harfleri ile yazıldığı için 14. yüzyıl Kıpçak Türkçesinin ses özelliklerini burada tam olarak görebiliyoruz. [Eser İtalyan tüccarlar ve alman rahipler tarafından, Kıpçaklar arasında Hristiyanlığı yaymak üzere yazılmıştır. sözlük, dil bilgisi, dua, ilahi ve bilmece bölümlerinden oluşmaktadır. [14. yüzyıla aittir].
BİZİM FİLİSTİNLİLER BİLMEZ AMA BİZ AÇIKLAYALIM: UYGURLAR ARAP ALFABESİYLE YAZARLAR
Arap harfleri ile Türkçeyi yazmanın zorlukları özellikle basın yayın hayatının arttığı 19. Yüzyılda iyice belirginleşmeye başlamıştır. Gaspıralı’dan başlayarak Enver Paşa’ya kadar bu alfabenin ıslahı için görüşler projeler ortaya konmuştur. Bizim Filistinciler bilmez ama biz açıklayalım öğrensinler. Uygur Türkü soydaşlarımız halen Arap alfabesiyle yazarlar. Atatürk ve Cumhuriyet oraya hiç uğramadı lakin o alfabenin çelişkilerini aşmak için bütün sesli harfleri gösterecek yeni işaretler ihdas ettiler. **** Hiç kimse dürüstçe aklındakini tam söylemiyor, karnından konuşuyor. Karnından konuşan toplumlar çağla ve çağdaş birikimle kucaklaşamazlar. Zira gerçek gündem ve niyetlerinizi der beyan etseniz makul saçma mı tartışma imkanı doğar.
GE-REK-SİZ-DİR
Bütün esnaf zümresi, araştırmacı yazarlar görüşlerini bildirdi, Bir de uzun yıllardır Osmanlı Türkçesi metinleri ile uğraşan meslektaşımız eski Türk Edebiyatı profesörü Prof. Dr. M.Fatih Köksal Bey’e kulak verelim:
“Gündeme nur topu gibi bir bebeğimiz doğdu: Osmanlıca… Lafı fazla uzatmadan doğrudan konuya girelim. Hatta daha da kestirmeden giderek sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Ge-rek-siz-dir. Liselerde hatta ortaokullarda zorunlu Osmanlıca dersi konulması Milli Eğitim Bakanlığının gündeminde imiş. Bu arada “Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi” diye yapay bir tartışma da var ki son derece manasızdır.
Bana göre iki adlandırma da yanlış. Ama madem Arap harfli bu eski alfabemiz “Osmanlıca” denince anlaşılıyor, o tabiri kullanmakta bir beis görmüyorum. Orta öğretimde zorunlu Osmanlıca dersi konmasını doğru bulmamamın iki sebebi var: Birincisi “imkânsızlığı”, ikincisi “gereksizliği”... A) İmkânsızdır.
Çünkü; 1. Bu ders, Osmanlı Türkçesi, Osmanlıca, Osmanlı Paleografyası gibi adlar altında hâlen üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı, Türkçe, Tarih, Sanat Tarihi, Kütüphanecilik bölümleri ile İlahiyat fakültelerinde farklı kredi ve saatlerle okutulmaktadır. Özellikle son yıllarda üniversitelerin ve adı geçen bölüm ve fakültelerin çoğalmasıyla düşen eğitim kalitesi yüzünden buralarda bile bu dersin verimli öğretilebildiği kuşkuluyken binlerce orta öğretim kurumunda Osmanlıca dersini hakkıyla kim ve nasıl verebilecektir? 2. Lisans mezunu olan öğrencilerin ancak en iyileri -bir nebze- Osmanlıca öğretebilecek düzeydedirler.
“Kendisi yardıma muhtaç bir dede / Nerde kalmış gayrıya himmet ede” misali kendisi Osmanlıca takviyesine muhtaç olan öğretmenlere bu işi teslim etmek ne derece doğru olur? Kaş yapalım derken göz çıkarmak sonucu doğurur bu uygulama. “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” derler. 3. Öyle anlaşılıyor ki bakanlık bu dersleri ilahiyatçılara verdirecektir. İlahiyatçılar, hele ki ilahiyat fakültesi lisans mezunları, yani okullardaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri Osmanlıcadan anlamazlar. Arap harflerini tanımak Osmanlıca bilmek demek değildir.
Okuduğu kitabelerdeki metinleri şiir olduğunun bile farkına varmayıp kafasını gözünü yaran ilahiyat mezunu profesörler tanıdığımız için sadece durumun vahametini belirtmiş olayım. Burada esas amacın ilahiyatçılara yeni işler bulmak, yeni kadrolar ihdas edebilmek olduğu anlaşılıyor.
Yani asıl meselenin üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu, niyetin halisâne olmadığı ayan beyan ortadadır. B) Gereksizdir. Çünkü; 1. “Osmanlıca” denen şey Arap harfleriyle yazılan Türkçedir. Ayrı bir dil değildir. Runik harfler gibi, Uygur yazısı gibi, Kiril alfabesi gibi bir dönem kullanmış ve 1928 yılındaki harf inkılâbıyla Latin alfabesine geçmişizdir. Elbette bu yazıyı bilen belli sayıda insan mutlaka bulunmalı, hatta bilenlerin sayısı artırılmalı. Ancak bu artış ortaokul, lise öğrencileri değil, “uzman” düzeyinde olmalıdır.
2. Türkiye’de harf inkılâbıyla bir gecede milyonlarca kişinin cahil olduğunu iddia edenler vardır. Bu kocaman ve kuru bir iftiradır. Bir kere alfabe değişikliği Atatürk’ten ve Cumhuriyet’ten çok çok önce gündeme gelmiş, dönemin aydınları arasında bu konular üzerine uzun münakaşalar yapılmıştır. Hatta bir zaman Enver Paşa tarafından önerildiği için “Enver Paşa imlâsı” adıyla ünlenen, her harfin -Latin harfleri gibi- ayrı ayrı yazıldığı Arap harfli sistem devreye girmiş, bu sistemle bazı kitaplar da basılmıştır. Okunma güçlüğü doğurduğundan bu yaygınlaşmamış ancak askeri yazışmalarda bir şifre alfabesi olarak bir müddet kullanılmıştır. Osmanlıcanın son dönemi, özellikle de son yirmi yılı hep arayışlarla geçmiştir.
Kaldı ki, harf inkılâbı sanıldığı gibi bir gecede yapılmamış, inkılâp öncesi küçük şehirlere, kasabalara varana kadar her yerde kurslar açılmış, aylarca isteyen vatandaşlara yeni harfler öğretilmiştir. Hatta 1927, 1928 yıllarında çıkan pek çok gazete ve dergi, vatandaş yeni yazıyı tanısın diye aylarca kısmen Arap, kısmen Latin harfli yayımlanmıştır. Bu konuda atlanmaması gereken bir nokta da şudur: Savaş yorgunu Türkiye’nin okumuş ve aydın nüfusunun büyük çoğunluğu zaten muhtelif cephelerde şehit olmuştu. Nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyordu ve zaten köylü vatandaş okuma yazma bilmezdi.
Demek ki ortada öyle bir gecede cahil olan milyonlar falan da yokmuş. 3. İlk maddede söylediğimiz gibi elbette Osmanlı Türkçesi metinlerini okuyabilen uzmanlara ihtiyaç vardır. Hatta daha ileri giderek diyebilirim ki isteyen herkes de öğrenebilmeli, devlet bunu kolaylaştırıcı tedbirler de almalıdır. Ama bu Osmanlıca bilgisi basit harf tutturmak, başını gözünü yara yara okumak değil, belge okuyabilecek tarzda yetiştirilmiş uzman kadrolar yetiştirmek şeklinde olmalıdır.
Ancak bunu ortaokul-lise düzeyinde -velev ki seçmeli olsun- ders olarak okutmak tek kelimeyle abesle iştigaldir. Efendim, neymiş, dedesinden kalan tapuyu okuyamıyormuş, dedesinin mezar taşını okuyamıyormuş. Peki o zaman götür de çocuğuna ortaokulda Osmanlıca verecek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi hocası okusun bakalım. Okuyamaz. Ne tapu belgesini, ne mezar taşını doğru dürüst okuyamazlar. O zaman onların yetiştir(eme)diği talebe nasıl okuyacak? Demek ki, bu dayanağın da hiçbir iler tutar tarafı yok.
4.Eğer amaç gerçekten Osmanlı arşivlerindeki belgelerin okunması, edebî-dinî-tarihî vs. metinlerin çevrilmesiyse yapılacak iş, böyle anlık tedbirler yerine üniversitelere, arşivlere, kütüphanelere, müzelere yeni istihdam alanları açılması, böylece bu sahada uzmanlaşmak teşvik edilmesidir. 5. Sosyal Bilimler Liselerinde bu ders okutulmaktadır ki son derece doğru ve isabetlidir. Sosyal Bilimler Liselerinin daha tercih edilir hâle getirilmesi, bu konuda alınması gereken tedbirler arasında düşünülebilir.
TÜRKÇE KİTAPLARI KAÇ KİŞİ OKUDU
6. Harf inkılâbı geçmişimizle bağımızı koparmış. Kütüphaneler dolusu Osmanlıca kitap tozlu raflarda bekliyormuş. Bunu diyenlere sormak lazım: Latin alfabesiyle okuyup yazıyoruz. Onlarca ilçe, il, hatta üniversite kütüphanelerine “okumak” amacıyla giden kaç kişi gördünüz? Bu eğer gerçekten bir mesele olarak görülüyorsa, başta TUBİTAK olmak üzere ilgili kurumların Osmanlıcadan yeni alfabeye aktarılan kitapların hazırlanması ve yayımlanmasında destek olmaları makul ve teşvik edici bir politika olacaktır.
7. Nihayet, böyle bir uygulamanın faydası ne olur? Eğitim bir amaca matuf olarak yapılır. O hâlde ortaokul ve liselerde sorunlu Osmanlıca dersinden hangi fayda(lar) bekleniyor? Ufuk mu açar, daha sağlıklı düşünmeye mi yarar, yorum, analiz-sentez kabiliyetini mi geliştirir? Hiçbiri. Bunun yerine liselere “Bilim Tarihi” dersi konulması çok daha yararlı olacaktır.
BU TEKLİFİN OSMANLICILIK RÜYASIYLA İLGİLİ OLDUĞU ANLAŞILIYOR
Osmanlıcanın ders olarak orta mekteplerde okutulması düşüncesi, karma eğitimin kaldırılması vb. tekliflerle düşünüldüğünde hiç de halisane bir düşünce gibi görünmemektedir. Bununla, zaten parça parça olan tevhid-i tedrisata en büyük darbenin vurulmak istendiği aşikârdır. Bunun ileride kullanmakta olduğumuz Latin harflerinin bırakılarak yeniden Arap harflerine dönülmesi taleplerini getireceğini görmek büyük bir sezgi kabiliyeti gerektirmiyor.
Bu teklifin, son zamanlarda sıkça görülmeye başlanan “Nev-Osmanîlik” yani “Yeni Osmanlıcılık” rüyasıyla ilgili olduğu da anlaşılıyor. Fakat bu ham hayale dayalı olduğunu farz etsek de Osmanlıca talebinin tutarlı dayanağı yoktur. Şöyle ki; bizde Latin harflerine geçme istidadı çok eskiye dayanır. Fransızlar, Mekteb-i Sultanî’yi (Galatasaray Lisesi) zorla veya kendi ısrarlarıyla değil, bizzat Sultan Abdulaziz’in isteği üzerine açmışlardır. Bu okuldaki eğitim Fransızca, yani Latin alfabesiyle idi. Keza rüştiye ve idadilerde Fransızca öğretimi de o zamanlarda başladı. 2. Meşrutiyet’e kadar başta Arap alfabesinin ıslahı olmak üzere, yukarıda bahsettiğimiz Enver Paşa’nın “mufassal” (harfleri bitiştirmeden) imlâsı, hatta Arap harfli ama soldan sağa yazıma varanda kadar, Latin harflerine geçiş dâhil olmak üzere pek çok seçenek bilim mahfillerinde ve gazete köşelerinde tartışıldı.
1908’den sonra alfabe değişikliği teklifi büyük taraftar buldu. Bu teklifin temel gerekçesi Arap alfabesinin Türkçe ifadede, özellikle de kitap baskılarındaki yetersizliğiydi. Bu yazının hudutlarını çok çok aşacak bu meseleyi uzatmadan kısaca şunu söylemek gerekir: Latin alfabesine geçiş, vakti gelince ağacın çiçeğe durması, bebeğin doğması, havanın ısınması kadar tabii bir şeydi ve gerçekleşti. Yeni Cumhuriyet’in Latin alfabesine geçişinin temelinde yatan önemli bir etken de pek dillendirilmeyen “Türk dünyası” ile ilişkiler idi.
Sovyetler Birliği, Türkiye’ye kültürel irtibatı en aza indirmek için bağlısı Türk cumhuriyetlerinde Latin alfabesine geçince Atatürk’ün bu manevrası bu Bolşevik oyununu da boşa çıkarmış oldu. Rusların bu cumhuriyetleri peyderpey Kiril alfabesine geçirmeleri ancak 1940’lara doğru olacaktır... Şu an gündemde pek olmadığı için iki alfabenin yarıştırılması münazarasına / münakaşasına girmek istemiyorum. Şu kadarını söylemekle yetineyim ki, iyi ki harf inkılâbı olmuş. Bugün kullandığımız alfabe, hem yazı, hem okuma dili olarak Türkçeyi ifade kabiliyeti konusunda Arap alfabesinden, yani Osmanlıcadan çok daha elverişlidir. O yüzden diyorum ki, iyi ki Latin harflerini kabul etmişiz...” Allah, milletçe hepimize akıl, fikir ve idrâk nasip eyleye! “Cogito ergo sum=İdrâk ediyorum o halde varım -Şahin Uçar tercümesi-”