Şenol Güneş sonunda patladı

Trabzonspor Teknik Direktörü Şenol Güneş, bir kulüpte ne kadar doğru işler yapılırsa yapılsın hataların olabileceğini belirterek, "Şimdi baktığınız zaman Fenerbahçe başarısız mı? Hayır. Kadrosuna baktığınız zaman her şey doğru yapılmış. Ama yürümeyen bir

Trabzonspor Teknik Direktörü Şenol Güneş, bir kulüpte ne kadar doğru işler yapılırsa yapılsın hataların olabileceğini belirterek, "Şimdi baktığınız zaman Fenerbahçe başarısız mı? Hayır. Kadrosuna baktığınız zaman her şey doğru yapılmış. Ama yürümeyen bir şeyler var. İşi sadece transferle çözeceğinizi zannederseniz çözemezsiniz." dedi.

Futbol Federasyonu'nun resmi yayım organı TamSaha Dergisi'nin sorularını yanıtladı.

Tecrübeli teknik adam sorulara şu yanıtları verdi: Sezonun ilk yarısını lider tamamlayan takımın teknik direktörüsünüz. Geçtiğimiz sezonu da Türkiye Kupası'nı kazanarak tamamlamıştınız. Göreve başladığınızda elinizdeki kadro hemen hemen aynıydı ama saha içi sonuçları açısından sorunlar yaşanıyordu. Takımı o günlerden bu noktaya getirirken neleri değiştirdiniz?

"Elimizde bir kadro vardı ve başarılı olamamıştı, dolayısıyla bunlar değersizdi" gibi bir söylemi doğru bulmuyorum. Elimizde olan değerler değersiz değil. ya da diğer takımlarda işler kötü gidiyorsa oradaki değerler de değersiz değil. Futbol iyi oyuncuyla oynanır, bu doğru. Ama iyi oyuncuların verimleri de çok önemlidir. İş sadece oyuncularda bitmez. Yönetim, teknik ekip, personel, camia ve seyircinin bütünlüğü de çok önemlidir. Bir yerden başlamazsanız bir yere gidemezsiniz. Başlangıçlar çok önemlidir. Ama öncesinde yapılan hatalar da sizin için bir çıkış noktası olabilir. Hatalar yaparsınız ve bir noktaya gelirsiniz, işte tam da oradan başlamanız gerekebilir. Daha da önemlisi şu; ünlü heykeltıraş Rodin'e "Bu heykeli nasıl yaptınız?" diye sormuşlar, "Ben bir şey yapmadım. Taşın üzerinde o eser vardı. Ben fazlalıklarını atınca ortaya çıktı" cevabını vermiş. O çocuklarda değer var zaten. Ben bunu sadece bizim takımımız için değil, bütün takımların oyuncuları için söylüyorum. "Siz bir değersiniz, ama bazen eksikleriniz, bazen de fazlalıklarınız var. Eksiğinizi tamamlayın, fazlalıklarınızı atın" diyorum. İşte bu noktada bir sıkıntı var. Bazen doğruları atıyorlar ve dolayısıyla geriye gidiyorlar. Fazlalıkları atınca oyuncu hafifliyor ve gerekeni yapabildiğini görüyor. O zaman işler de doğru yürüyor. Oyunculuk karakteri dediğiniz şey de budur zaten. Bizim yaptığımız şey hocalıktır, yani rehberliktir, yardımcı olmaktır. Oyuncu işi kendisi yapıyor. Genelde Türkiye'de hocalar olarak başarısızlığı üzerine almak için "Benim sorumluluğum" deriz, işler iyi gidince de hava atmak için "Ben yaptım" deriz. Ben işin o taraflarında değilim. Takım içinde de şunu söylüyorum, "Ben size rehber olarak yardımcı olmaya çalışıyorum, bu ülke içinde de 70 milyondan biriyim." Her insan bunu yapabilir. Yeter ki bu anlayışla kendisini yetiştirsin. Ama fırsatçı, hazırı kullanan, başkalarını suçlayan, sorun çözeceğine sorun üreten olursanız, ne antrenörlük yapabilirsiniz ne de oyunculuk. Türk futbolunda son döneme baktığımızda çok para harcayanların aynı oranda başarılı olamadığını görüyoruz. Bugünkü tabloda Trabzonspor, Bursaspor ve Kayserispor, kendilerinden çok daha yüksek maliyetle kurulmuş kadroların önünde yer alıyor. Bunu nasıl açıklamak gerekiyor?

 

Türkiye bunları yaşayacak. Aslında daha önce de yaşamıştı. Türkiye kendi geçmişine bakıp başarı ve başarısızlık sebeplerini iyi araştırabilse, analiz edebilse, bu kadar fazla hata da yapmaz. Bu iş, Federasyon'dan, Millî Takımlardan başlanıp, antrenör ve oyunculara geçerek halledilebilir. Meselenin bu taraflarında sığ düşünüyoruz. Fakat büyük kulüplerde işleri ne kadar iyi yaparsanız yapın, hata yine olacak. Şimdi baktığınız zaman Fenerbahçe başarısız mı? Hayır. Kadrosuna baktığınız zaman her şey doğru yapılmış. Ama yürümeyen bir şeyler var. İşi sadece transferle çözeceğinizi zannederseniz çözemezsiniz. Peki, nedir mesele?

Ben sadece kendi kulübüm için konuşabilirim. Çünkü kendi kulübümdeki sorunları da içine girdikten sonra görebiliyorum. Biz de hata yapıyoruz. Ama bunları kamuoyuyla paylaşmıyoruz. Fakat şunu söyleyebiliriz, biz de fazla para harcıyoruz. Daha az para harcayarak da işi götürebiliriz. Mesela Gökhan Ünal'ı 6.5 milyon euroya aldık. Faydalanabildik mi? Hayır. Biz hep iyi sonuçlarla eksiklerimizi kapatıyoruz. Fenerbahçe tek santrfor kullanıyor ve sezonun ilk yarısı için elinde burada oynatabileceği Niang, Semih, Güiza ve Gökhan vardı. Size, "Git Fenerbahçe'ye bir santrfor al" deseler bunlardan birisini alırsınız. Ben de onları alırım. Yani adam transferde yapacağını yapmış. Ne yapacaksınız yani, sadece birini oynatabileceğiniz mevki için beşinci bir santrfor daha mı alacaksınız? Demek ki kadro zenginliği var. Gelin Beşiktaş'a, durum aynı. Bir sezon önce Galatasaray'ın da durumu aynıydı. Bütün yerlileri Millî Takım'da oynuyordu, yabancıları da kendi ülkelerinin millî oyuncularıydı. İki takım yapabilecek zenginlikleri vardı. Üstelik hepsi her an oyuncu alabilecek Güce sahip. Demek ki en kolay yer orası. Ama onlar en büyük sorun olarak takım oluşturmayı görüyor. Oysa bir kulübün kurumsal kimliği, tesisi, işleyişi, gelir-giderleri iyiyse o zaman her sorun çözülür. Diğeri kulübün değil takımın başarısıdır. Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray büyük kulüplerdir. Biz de Bursaspor da büyük kulüpleriz. Diğerleri de bu yolda ilerliyor. Ama harcamalarda hataları ayrıca tespit etmek gerekiyor. Bu başlı başına bir iş. Trabzonspor bir oyuncuya talip olduğu zaman kulübü 5 isterken, Anadolu'dan herhangi bir takıma aynı oyuncuyu 1'e verebiliyor. O zaman bu tuzağa düşmeyeceksiniz. ya da Anadolu'da 300 bin liraya oynayan oyuncu, büyük kulübe gelirken 1 milyon lira isteyebiliyor. Büyük takıma daha pahalıya mı daha ucuza mı gelinir? Daha ucuz olması gerekir ama bir yanlışlık var. Federasyonun doğru yolu göstermesi ve harcamalarda bir denetleme görevi yapması lâzım. Harcamalar denetlenmezse o zaman bu sıkıntılar sürer. Yani "Ben harcarım, sonra da giderim" mantığı olmamalı. Bütün kulüplerin transferdeki rakamların büyümesinden şikâyetçi olduğunu biliyorum ama uygulamada hiçbir tedbir alınmıyor. Digitürk büyük fedakârlık yapıyor ve futbola büyük kaynak aktarıyor. Naklen yayın pastası birkaç kat büyüdü, peki ne değişti? Eğer pasta iki kat büyüdüyse senin, benim, futbolun içindeki herkesin iki kat daha fazla çalışması lâzım. Değeri artan ürünü güzelleştirmemiz gerekiyor.

 

"SUYU İSTEYEN İÇER"

Sorunlu oyuncularla uğraşmak gibi bir iş alanınız da var sizin. Onları belirli bir noktaya taşıyor hatta Millî Takım'a kazandırıyorsunuz. Oyuncuların daha önce ne yapıp ne yapmadığına değil, bugünkü uyumuna bakıyoruz. Belki çok daha kolay gelen bir oyuncu buradan gidebiliyor. Antrenör olarak biz eğitimciyiz ama birinci görevimiz yarışmacılık. Dolayısıyla yarışma yapan antrenör de oyuncunun eğitimiyle uğraşmaz. Çoğu da öyle yapıyor ve bunda da haklıdır. Ama ben diyorum ki, bizim işimiz oyuncunun eksiklerini gidermek. Bunun için fiziksel ya da taktik antrenmanlar yaptırıyoruz değil mi? Peki, davranış bozukluklarını gidermezsek bunlar ne işe yarar? O da sizin göreviniz. Belki de birinci göreviniz. Bir oyuncunun yeteneklerinin yanında karakteri de çok güçlü olacak. Burada söylemek istediğim genel anlamdaki ahlâk değil. Tenkitten ya da övgüden az etkilenen, ne yaptığını bilen, doğru analizler yaparak kendisine yön verebilen, toplumla ilişkilerini iyi kurabilen, takım içindeki dengeleri gözetebilen, baskı altında kendisini yönetebilen oyuncuları ortaya çıkartabilmek bizim görevimiz. Bu da kolay değil. Çünkü daha önce aldıkları 0-6 yaş grubu eğitimi var, 15 yaşına kadar olan eğitim var. Şöhretin, paranın, makamın getirdiği değerler karşısındaki eğitim var. Biz mümkün olduğunca ne verebilirsek onu vermeye çalışıyoruz. Diyorum ya oyuncu kendisi yapıyor. İstediği zaman benim işim kolay, ama istemiyorsa, ona bir şey veremem. Bakın, köyde inekleri otladıktan sonra su içmeleri için dere kenarına getirirlerdi. İneklerin hepsi istisnasız oraya gelirdi. Ama iş su içmeye geldiğinde, isteyen içer, isteyen içmezdi. Dere kenarına getirirsiniz fakat içmek istemeyene zorla su içiremezsiniz. Bizim işimiz dere kenarına getirmek, içenleri kurtarmak, içmeyenleri de kesmek (gülüyor).

 

Sabrın da bir sınırı var değil mi?

Olmaz mı? Biz kurum için çalışıyoruz. Kurumu kurtarabiliyorsa ne âlâ. Bana yapılan hataya göz yumarım ama kuruma karşı yapılana asla. 2002'de Millî Takım'ı dünya üçüncülüğüne taşırken bile bazı kesimler tarafından çok eleştirilen bir Şenol Güneş vardı. Şimdi ise elinde sadece bir Türkiye Kupası bulunmasına rağmen her kesim tarafından alkışlanılan ve takdir edilen bir Şenol Güneş var. Sizce o günden bu yana değişen ne? Siz mi değiştiniz, size bakış mı?

Bu sadece benimle değil, o yorumları yapan insanların da değişen şartlarla birlikte değişmesiyle ilgili. Diyelim ki sen her şeyi daha farklı yapıyorsun. İyi ama önemli olan benim nasıl algıladığım. Benim seninle ilgili fikirlerim değişmiyorsa, senin değişmenin bir anlamı kalmıyor. İnsanın kendisi değiştiği zaman dünyası da, algıları da değişiyor. Bakın, ben o günden bugüne mutlaka değiştim. Ama karşımdakiler değişmezse beni anlamaları mümkün olmaz. Bir kısmı 1, bir kısmı 2, bir kısmı 10 sene sonra beni anlayabilir. Çocukken babamız bir şeyler yapıyor, anlayamıyoruz. Aradan yıllar geçince "Adam haklıymış" diyoruz. Ama mühim olan zamanında anlayabilmek. Buna rağmen geç kalınmış değil. Öğrenmek zaten budur. Bunun için insanları suçlamamak, normal kabul etmek lâzım. Ben bunları kulübümde de yaşadım. Oyuncuya iyilik yapıyorsunuz ama "Hadi aslanım, sensiz olmaz" demediğiniz için küsebiliyor. Çünkü başkaları onu böyle etkiliyor. İki sene sonra futbol hayatı bitiyor. Oysa ben ona ayna tutuyorum, doğruları gösteriyorum. Bazen anlamıyor. Çünkü bu onun algılaması ve hayat görüşüyle ilgili bir şey. Dünya Kupası dönemine gelirsek, zaten beni istemeyen bir kesim vardı. Başarısız olacağımıza şartlanmışlardı. İçlerinde bir iddia vardı ve bu iddia içerisinde davranıyorlardı. Mantık yoktu, ülke çıkarları yoktu, bakış açısındaki kriterler yanlıştı. Sadece "Şenol başarısız olsun" düşüncesiyle hareket edenler vardı. Benim duruşum hiç değişmedi, o gün de aynı, bugün de aynı. Bugün itibariyle de aynı yanlış yapılıyor.

 

Millî Takım'ın başındakilerle ilgili olarak mı?

Evet. Millî Takım'ın başarısız olması beni üzer ama genelde insanlarımızda böyle bir düşünce var. Hâlbuki Dünya Kupası'nda yer almak, yani zirvede olmak sana-bana değil, ülkeye yarar getirir. Bu zarar etme düşüncesini anlayamıyorum. Biz kurumları ve ülkeyi büyütmeyi düşünmediğimiz için hata yapıyoruz. Biraz önceki sorunun cevabına dönersek, eğer bugünkü sonuçları almasaydım belki bugün yine beni görmeyeceklerdi. Oysa bugün de benim hatalarım var. Ben de mükemmel değilim, hiç kimse de mükemmel değil. Ama şimdi sonuçlara ve değişime bakarak benim için "Çok iyi" diyebiliyorsunuz. Bu tip övgü de benim için zararlı. Çünkü benim daha yapacak işlerim var.

"BANA YABANCI GİBİ DAVRANDILAR"

Yanlışları da göstermek gerekiyor yani.

Tabii. Ama bunun da bir yöntemi var. Eski eleştiri biçimlerini bırakmak, aksini söyleyerek büyümeye çalışmaktan da vazgeçmek gerek. "Hocam bunu böyle yapıyorsun ama şurası eksik, şöyle yapsan daha iyi olur" denilebilir. Ben bunu oyuncularım için yapıyorum. Onlara eksiklerini, hatalarını söylüyorum. Onları suçlamıyorum. "Sen yaramazın" demiyorum. Antrenmana geç mi kaldın? Bunun bir cezası var. Bu cezayı sana değil, senin hareketine veriyorum. Şimdi Millî Takım'ın başında Hiddink var. Başlangıçta ona karşı bir kampanya başlatılmıştı. Bunun kime ne yararı var? Ben Hiddink'i korumuyorum. Ama madem ki takımın başına getirilmiş, onun da bir değeri ve bilgisi var. O zaman gelin konuşalım. Belki o bize bir şey öğretecek, belki biz ona. Tanımadan, bilmeden buna karar veremezsiniz ki. Aynı şeyi bana da yaptılar. Ona yabancı olduğu için yabancı gibi davranıyorlar ama bana Türk olduğum halde yabancı gibi davrandılar. İnsanın aklına, "Acaba Şenol Güneş Trabzonspor'un başından hiç ayrılmasaydı, takım bugün hangi noktada olurdu?" diye bir soru geliyor. İyi de olabilirdi, kötü de olabilirdi, bunlar hep varsayım. Son dönemimde 7 ay kalıp bıraktım. Verimli olamayacağımı düşünmüştüm çünkü. Kalmamın ne oyuncuya ne de kulübe faydası olacaktı. Ben bazen kendim zarar görsem de sıkıntıya göğüs gerip kalabiliyorum ama o dönemde kalmamın bir faydası olamayacaktı. 1996'da ise nereden alıp nereye geldiğimize baktığımızda iyi işler yaptığımızı düşünüyorum. Ama o başarı bize başarısızlık olarak empoze edilmeye çalışıldı. Çünkü sonuca bakılarak hüküm verildi. Oysa neye göre başarı, neye göre başarısızlık? Trabzonspor bu sezon şampiyon olamazsa başarısız sayılacağız. Hani başarılıydık, ne oldu? Geçtiğimiz sezonun Fenerbahçe'si mesela, bence başarılıydı. Bizi kupada yenselerdi kupa şampiyonu olacaklardı, Burak o golü atmasa lig şampiyonu olacaklardı. Tarihi rekorlarla birlikte iki kupa alacaklardı. Ama onlar başarısız, üçüncü ve dördüncü olan Galatasaray'la Beşiktaş daha başarılı gibi gösterildi. Bu nasıl iştir? Bu nasıl bir kriter? Takım o noktada darmadağın olabiliyor. Doğru işler unutuluyor, her şey sil baştan yapılıyor. Bu hepimiz için geçerli. 2002 Dünya Kupası'ndan sonra da "Doğru işlere devam edelim, yanlışları atalım" demiştik.

 

Evet, bu nokta çok önemli. O dönemde, "Dünya Kupası'nda üçüncü olduk ama dünyanın en iyi üçüncü futbol ülkesi değiliz. Ancak bugün kazandığımız ivmeyle bunu başarabiliriz" demiştiniz.

Arkasından bir de antrenörlerle toplantı yaptım, "Burada bir sonuç var. Arkasını nasıl getirebiliriz? Bir model, bir ekol oluşturmak için bir şeyler yapalım" dedim. Ama o zaman yapılmadı, hâlâ da yapılmıyor. Hâlâ, "O niye oraya geldi, bu niye buraya geldi?" diye tartışıyoruz. Hepsini atalım, sen gel, yine aynı şeyi konuşacağız. Çünkü vizyonumuz bu. Gelen de aynı düzene uyuyor, hiçbir şeyi değiştirmiyor. Maalesef bulunduğumuz ortam bu. Onun için, bataklıktaki sinek olmayalım, bataklığı kurutalım diyoruz. Nasıl yapacağız bunu?

O yüzden ben geniş düşünen insanlar, Fatih Hocalar, Mustafa Hocalar daha fazla konuşsun diyorum. Yoksa boşluğu başkaları dolduruyor ve kafalar karışıyor. Adam, "Bu teknik direktör oyunu okuyamıyor" diyor. ya da "Takıma kondisyon veremiyor" diyor. Kim bunları söyleyenler? Herhangi bir adam. Ne diyeceksiniz bu adama? Amatör kümedeki bir teknik adam benim için, "Takıma iyi antrenman veremiyor" diyebiliyor ama ben aynı şeyi onun için söyleyemiyorum, "Olur mu hiç, yakışır mı?" diye düşünüyorum. Bana "Oyunu okuyamıyor" diyorlar, ben de bol bol kitap okuyorum (gülüyor).

 

Takımınızla ilgili konuşmalarda hep daha iyi olmanız gerektiğini söylüyorsunuz. 7-0 kazandığınız maçtan sonra bile takımınızda eksik bir yön bulabiliyorsunuz. Daha iyinin tarifi nedir? Hayallerinizdeki futbolun oyun anlamındaki zirvesi neresi? Ben yapabileceğimin en iyisini yapmak istiyorum ama bunu neresi olduğunu bilmiyorum ki. Sonsuz bir şey bu. Her zaman daha iyisi var. Takımım 7 gol attığında ben 10 gol atmasını isterim. Rakibe hiç pozisyon vermemek isterim. Hayallerim çok büyük. Ama bunların ne kadarı olabilir? Bakın biz 2002'de Dünya Kupası'na gittik. Peki, daha önce gitmiş olan var mı, yok. 50 yıl önce gitmiş olanların çoğuna da Allah rahmet eylesin. Orada bir organizasyon var, tanıtım var, çalışma var. Bunun için idari ve teknik kadrolar gerekiyor. Ancak bunların hazırlığını Türkiye'de kimse görmemiş, bilmiyor. Her şeyi kısa zamanda yapacak ve oradan alnınızın akıyla döneceksiniz. Hiçbir sonuç almasak bile hata yapmadan dönmemiz de başarıdır. Tüm bunları yaparken yanınızda hiç kimse yok. Herkes karşınızda. Bu ne büyük bir ayıptır. Almanya gibi olsanız, elinizde kadrolar olur. Aşçınız, diğer personeliniz, seyahat organizasyon işleriniz, FIFA ile ilişkileriniz olur. Bizim hiçbir şeyimiz yok. Buradan bir şeyler yapıyorsunuz, üstüne iyi bir sonuç alıyorsunuz ve ülkenizi tanıtıyorsunuz. Giderken, "İyi bir tanıtım, sportif başarı ve Fair Play" demiştim. Üçünü de başardık. "Biz merdivenleri birer çıkacağız" dedik, "Şampiyonluk iddiası olmadan olur mu?" dediler. Kardeşim bir üst kata zıplayarak mı çıkacaksınız? Merdivenleri basamak basamak çıkacaksınız. O kadar basit ve ilkel şeyler oldu ki. Maalesef bizde böyle şeyler var. Bunu yıkamıyoruz. Yıktığımız zaman her şey düzelecek. O zaman yapman gerekeni yaparsın. Öteki türlü, slogan ararsın. Ama o sloganın altını dolduracaksın. Ben bunları yaşayarak geliyorum. Nereden nereye geldiğimi biliyorum. Altı dolmadığı zaman hatalar başlıyor. Benim en büyük artım budur. Yoksa benim burada ne işim var? Burada başkaları olurdu o zaman. Ben şimdi burada oyuncuma, "Siz kendinizi yeterli görün" demiyorum, "Çalış, daha çok çalış, yapabileceğinin en iyisini yap" diyorum.

 

"BARCELONA, TÜRKİYE'DE BARCELONA GİBİ OYNAYAMAZ"

Trabzonspor yetenekli oyuncuları bir arada kullanarak sonuca giden bir takım haline dönüştü. Ancak Alanzinho ile Yattara'nın aynı on bir içinde yer aldıklarında çok da verimli olmadığı şeklinde bir eleştiri var.

Alanzinho, Jaja, Yattara gibi oyuncuların koşu ve yardımlaşma anlamında mesafe alması lâzım, doğru. Ama ben bu üç oyuncunun yanı sıra Colman ve Engin'in de aynı on birde oynayabileceğini düşünüyorum. Fakat bu bir süreç. Bütün bunların kurgulanması ve uygulanması çok zaman alıyor. Colman ve Selçuk artık savunmanın önünde oynuyor ve bu sistem oturdu. Biz de bunları deneyerek yapıyoruz. Kitapta Selçuk ve Colman'ın yan yana savunmanın önünde oynayacağı bir kalıp halinde yazmıyor. Uyguluyorsunuz, tutuyor. Ama bazen de canınız yanıyor. Mesela bir ara Yattara, Umut, Jaja, Alanzinho, Selçuk ve Colman'la oynadık ama o maçta Selçuk ve Colman'ın çok iyi oynamaması, Alanzinho ve Yattara'nın da defansif olmaması topa sahip olmayı azaltmıştı. Tüm yetenekli oyuncuları güçlü hale getirip bir arada oynatabilirsiniz. Barcelona böyle oynuyor işte. Ama oraya çıkmak için adamlar 10 sene, 20 sene çalıştı. Bana "İki ayda bunu yap" diyorlar. Hem bunu yap, hem maçı al, hem oyuncu yetiştir, hem de para harcama. Çok komik bir ülkeyiz. Barcelona bugün hazır kadrosuna en pahalı oyuncuyu katabiliyor. Sen de alttan bir oyuncuyu alacaksın ve çok iyi bir iş çıkartacaksın. Olayın bütününe bakmıyoruz bir türlü. En iyi oyuncuları alalım, bu düzende yine mümkün değil. Barcelona'nın bütün oyuncularını alın Türkiye'ye getirin, yine Barcelona gibi oynayamazlar.

 

Neden?

Düzen yok çünkü. Oyuncuyu aldıktan sonra parasını tarihinde veriyor musunuz? Vermiyorsunuz. E, niye alıyorsunuz o zaman o oyuncuyu? İlgimiz, övgümüz, her şeyimiz yanlış. Mesela bir oyuncumuz Raul'a karşı iyi oynadığında, dünyanın bütün forvetlerini tutar diyoruz. Ama o maçta Raul'un kötü oynayıp oynamadığına bakmıyoruz. Kriterlerimizin ne olduğu belli değil. Onun için bizim topyekûn düşünce devrimi yapmamız gerekiyor. Bunları ben konuşacağım, sen konuşacaksın, öteki konuşacak. Ama yine tek bir doğru yok. Futbolun güzelliği burada zaten. Bakın ben bunları söylüyorum ama bunların da hepsi doğru değil. Çünkü bir kadın diyor ki, "Engin'e şans versinler, bu takımı alır götürür." Diyelim ki şans verdim ve tuttu. E, o kadın da haklı o zaman (gülüyor). Futbol zaten o yüzden bu kadar fazla konuşuluyor. Barcelona Ibrahimovic'i bıraktı, Afellay'i aldı. Çünkü Ibrahimovic oraya uymadı. Geçmişte ben, Fatih Hoca, Mustafa Hoca gibi teknik adamlar 1990'lı yıllarda oyunculara güven verme açısından çok büyük mesafe aldık. Türkiye'nin çıkış nedenlerinden birisi de buydu. Önemli olan, oyuncu gruplarının kendisine güvenle oynayabilmesi. Ben şimdi de onu yapmaya çalışıyorum. Benim oyuncum genç takımdan gelip rahatlıkla pas yapabilmeli, rakibinden topu almaya çalışmalı. Gücü yettiği kadar, ama yapmalı. Benim başarım o işte. Herkes için şampiyonluk önemli, benim içinse bir araç. Ama bu, "Ben şampiyonluk istemiyorum" anlamına gelmiyor. Şunu vurgulamak istiyorum, şampiyon olsak da olmasak da ben bunu yapmalıyım. Bunu sadece benim değil, herkesin yapması gerekiyor. O zaman bir yerlere gelebiliriz. Çünkü eğitimi gerçekleştiriyorsunuz. İşte o zaman yanlış yapan gidecek, doğru yapan kalacak ve rekabetle ortaya iyi işler çıkacak. Peki, şimdi ne yapılıyor? Ben takımın başına geliyorum, iyi oynamayanı gönderiyorum, yerine yenisini alıyorum, "Bu takımdan bu kadar olur" diyorum. Bu da bir yöntem işte.

Trabzonspor'un geçmişteki başarılarına baktığımızda hep yörenin çocuklarıyla, altyapıdan yetişenlerle sonuca ulaştığını görüyoruz. Ancak bugünkü Trabzonspor'un ilk on birinde altyapıdan gelen oyuncu yok? Bu sizce de bir sorun mu ve nasıl aşılabileceğini düşünüyorsunuz?

 

 

Maalesef sadece Trabzonspor'da değil Türkiye'nin her yanında aynı durum var. Yıldız oyuncu çıkmıyor. Net cevabını bilmiyorum ama irdelenmesi gerekiyor. Bir tarafında tesisler, eğitim, organizasyon, malzemeler çok iyi olmasına rağmen mevcut düzen içerisinde kaynaklar iyi değil. Bugün aileler çocuklarının futbolcu olmasını istiyor ama oynasın diye değil, para getirsin diye istiyor. Baskı yapıyorlar. Bu çok yanlış. Bir sanatçıdan sanatını para için icra etmesini isteyebilir misiniz? Önemli noktalardan birisi bu. İkincisi, gençlerimizin hobileri arasında futbol oynamak var mı yok mu? Bence yok. Gençler için internet daha önce geliyor. Kendi yöremizdeki kulüplerden biliyorum, "Hep kazanalım ama bunun gereklerine katlanmayalım" düşüncesi hâkim. Hepsi para kazanmak için bu işi yapıyor ama hiçbiri para kazanamıyor. Biz futbol oynarken böyle düşünmedik. Şimdi yeni nesillerde sayı fazla, imkânlar fazla ama ortaya çıkan ürün yeterli değil. Futbol oynama açlığıyla oynamak başka bir şey, tokken oynamak başka. Hobi olarak balık tutan bir adam, yağmur yağdığında evinden dışarı çıkmayabilir. Ama bu işi meslek olarak yapan balıkçı, şartlar ne olursa olsun saat 4'te teknesindedir. Altyapı ayrıca irdelenmesi gereken bir konu. Federasyona büyük iş düşüyor. Kulüplerin yapılarının gözden geçirilmesi, antrenör ve oyuncuların sivil toplum örgütleri haline dönüşmesi, sorumlulukların artması gerekiyor. Antrenör hata yapıyorsa, kendi iç mekanizması içinde bu sorun çözülmeli. Yanlış yapan antrenörün cezasını kendi örgütü verebilmeli. Trilyonların döndüğü yerde mutlaka örgütlülük olmalı. Başka türlü nasıl başarılı olacağız? Ne yazık ki eski düşüncelerle yeni düzeni devam ettirmeye çalışıyoruz.

Çok kariyerli yabancı teknik adamların ülkemizde ne yazık ki başarılı olamadığını görüyoruz. Türkiye'deki şartlar mı yabancı teknik adamlar için uygun değil, yoksa onlar mı buraya uyum göstermekte zorlanıyor?

 

Bu sorun bence teknik adamların sorunu değil. Eğer o teknik adamlar burada başarısız addedilip gittikleri yerlerde başarılı oluyorsa sorunun cevabı da net bellidir zaten. Siz, kendinize uygun adamlar bulmalısınız. Para vererek başarı yakalanmaz. Doğru işleri yaparak başarılı olabiliriz. Ama hak edene de karşılığı verilmeli. Bakın bir şey söyleyeyim, işini doğru yapıp başarılı olan hiçbir antrenörün parası arttırılmaz. İşleri yanlış yapıp da gönderilen antrenörler daha fazla iş bulur. Böyle çarpıklığın olduğu yerde nasıl başarı bekleniyor? 1996'da Millî Takım'a en çok oyuncu veren takım Trabzonspor'du. Son Hollanda maçında da yine aynı tabloyla karşılaştık. Teknik adamların gurur duyacakları başarılardan birisi de bu olmalı diye mi düşünüyorsunuz? Ben aynı şeyi Kore'de de yaptım. Üç tane 17 yaşında adam aldım ve Millî Takım'a gönderdim. Bunu beni övsünler diye yapmıyorum. Ben oyuncuyu yetiştirip geliştirerek yarıştırmalıyım. Hazırı yarıştırmak kadar oyuncuyu tamamlamak da önemli. Bunun benim görevim olduğunu düşünüyorum. Benim için takımımın şampiyonluğu kadar Millî Takım'a oyuncu vermek de önemli, Millî Takım'ın başarısı da önemli. 1996'daki Millî Takım'a 6 oyuncu vermiştim. Beni o dönemde saymadılar ama bunun da bir önemi yok. Ben ne yaptığımı biliyorum ve bununla da gurur duyuyorum. O dönemde şampiyonluğu kaybettim ve ağzımı açmadım. Oyuncular seyahate gidiyor, yoruluyor, sakat dönüyor. Ama o gün hiç kimse, "Şenol'un bu mağduriyetleri var" demedi. Fakat ben bugün de aynı şekilde düşünüyorum, "Yine de aynısını yapmalıyım" diyorum. Bugün de 6-7 oyuncum Millî Takım'a gitsin, takımım başarılı olsun diye düşünüyorum. İşte Barcelona takımı… Hem kendisi büyüyor, hem ülkenin millî takımını büyütüyor. Bunlar güzel örnekler. Herkes "Şenol Güneş, Trabzonspor'un Alex Ferguson'u olsun" diye beklerken, Antalya'daki seminerde "Şampiyon yapıp bırakacağım" dediniz. Niyetiniz bu mu?

 

Alex Ferguson olmam, çünkü o İngiltere'de. Ben Şenol Güneş'im (gülüyor). Trabzonspor'un teknik anlamda toparlanması ve yarışmasını istiyorum. Bunun yanında altyapı, kurumsal yapı ve bölge ilişkilerine de katkı yapmak istiyorum. Aynı zamanda ülke futbolu için yapabileceğim bir şey varsa gücüm yettiğince onu da yaparım. Ama şurada olayım, bu makama geleyim gibi dertlerim yok. Nerede olduğunuz değil, ne bilgi verdiğiniz önemli. Görevimi bırakmakla ilgili konuya da açıklık getireyim. Bir yemekte Suat ağabeyle otururken, "En çok kupayı sen aldın" demişti. Ben de şampiyonluğu kastederek, "Ne diyorsun ağabey, senin aldığın kupadan bir tanesini alsam antrenörlüğü bırakırım" cevabını vermiştim. Türkiye'de teknik adam olarak sadece lig şampiyonluğunu görmedim. Onu da görürsem tamamlamış olurum. Avrupa'da kupa sahibi olmak ise uzun vadeli bir hedef ve o kadar enerjim olacağını sanmıyorum. Bu nedenle şampiyonluğu kazanırsam misyonum biter diye düşünüyorum.

Ama biraz önce şampiyonluk dışında başka hedefler de saydınız.

O başka bir şey. Kulüp adına görevim değişir. İki şey yapabilirim. Bir, "Yoruldum" deyip bırakabilirim. İki, bilfiil takımla uğraşmayayım da başka işler yapayım diyebilirim. Ama sonuçta lig şampiyonluğunu elde ettikten sonra teknik sorumlu olarak ikinci bir şampiyonluk için yarışmaya gerek yok. Oyuncu olarak yapabileceğimi yaptım, teknik adam olarak da artık tepeye geldim. Takımı lig şampiyonu yapıp bırakmam normal sayılmalı. Avrupa'ya gitmek gibi bir düşünceniz de yok yani.

Yok yok. Olursa bu dediklerim olur. Trabzonspor'da, Türk futbolunda bir şeyler yapabilmek için uğraşırım. Ama bugünkü kadar vaktim yok. Çok yorucu çünkü.

İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Spor Haberleri