Trabzonspor’un eski Başkan Adayı Prof. Dr. Hakan Kulaçoğlu Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)’nin Haziran ayında yapılacak olan seçim sürecini ve Türk Futbolunu değerlendirdi.
“Öncelikli konu TFF’nin özerkliğini fiilen kaybetmiş olmasıdır. Bugün federasyonun hiçbir konuda kendi iradesi ile karar alabildiğini düşünmüyorum, düşünenlerin de azınlıkta olduğunu sanıyorum.” İfadelerini kullanan Kulaçoğlu açıklamalarını şöyle sürdürdü;
“Çok uzun süredir TFF Başkanları yukarıdan gelen işaretle seçilmekte. Rahmetli Hasan Doğan ile başlayan gelenek devam ediyor. Aydınlar da öyleydi, ama Demirören bu işin zirvesi olmuştu. Gerçi Nihat Özdemir’deki potansiyeli de azımsamamak lazım, bağımlılık ve “emredin efendim”cilikte kendine bir üst kademede yer bulabilir.
İlginç olan, başkanların hep kapital sahibi isimlerden, özellikle de siyasi iktidar ile doğrudan ve dolaylı bağlantıları çokça yazılıp çizilen işadamlarından seçiliyor olması. Bu, on yıllardır eleştirdiğimiz “müteahhit futbolu”nun da ötesinde bir bozulmayı, çürümeyi işaret ediyor.
‘TÜRK FUTBOLUNUN LANETİDİR ZENGİN BAŞKAN YANILGISI’
Futbolumuzdaki en büyük sorunlardan biri futbola bir şeyler verecek adamlar yerine bir şeyler alacakların görevde olması. Bu kulüp takımları için uzun süredir zaten böyleydi. Paralı Başkan tanımı ile gelen kapital sahipleri kulüplere görünürde ya da gerçekte sıcak paralar verirken, borçları katbekat arttırmayı başarmışlardı. Bu tip başkanları ve yöneticileri göreve getirirken altta yatan bir mantık da, büyük işadamlarının futbol dünyasında dönen büyük paraları yönetmekte daha yetkin olacakları iddiasıydı. Ancak her defasında, her kulüpte hüsran yaşandı. Başkanların özel işleri hep gelişip büyürken kulüpler çoğalan borçların altında sıkıştılar. İşin daha acı yanı, önce ilk havuz sistemi ile nispeten mütevazı rakamlarla akmaya başlayan yayın gelirleri, siyasi iktidarın telkinleri ile astronomik düzeylere çıktığında bile kulüplerin mali durumu düzelmedi. Zira zihniyet, hesap, kafa başka yerlerdeydi. Bunu yazılarımızda, televizyon programlarında, Trabzonspor başkan adaylığımızda yıllarca anlattık, iddia ettik: “Bu yönetim anlayışları ile kulüplere ne kadar para kaynağı sağlarsanız sadece onların aynı miktarda borç arttırmasına destek olursunuz.” Kulüplerin mali yapılarına bakın, tablo çok net şekilde ortadadır.
Neredeyse yirmi yıldır anlattığımız UEFA mali kriterlerinin ülkemizde çok geç uygulanmaya başlaması bu durumun ikincil nedenlerinden biridir. Bugün bir Türk kulübü Avrupa kupalarına katılacak kadar saha başarısı göstermiş olsa bile oraya gidip gidemeyeceğini bilemiyor. Önce TFF’den sonra da UEFA’dan vize beklemek zorunda. İş buraya gelinceye kadar kulüpleri zarara sokan federasyon ve kulüp yöneticileri ise hala ortada makbul insanlarmış gibi dolaşabiliyorlar.
Kaldı ki, Türkiye’den UEFA Şampiyonlar Ligi’ne (CL) katılıp mali durumunu düzelten bir tek kulüp örneği yok. Oysa bu turnuva kulüplere çok büyük kaynak aktarımı sağlıyor. Şampiyon olmak, aynı zamanda da CL’ye gitmek için çok büyük transfer harcamaları yapıyorsunuz, bunu başarıp gidiyorsunuz, bu kez çok daha fazla paralar harcayarak başka bir transfer dönemi geçiriyorsunuz ve o sezonun sonunda mali tablonuz çok daha vahim hale geliyor. Bunu kendi şirketinde yapan kaç işadamı var, futboldan anladığını söyleyerek kulüplerimize başkan ve yönetici olan? Türk futbolunun lanetidir zengin başkan yanılgısı. Bir emekli cumhuriyet memuru, emekli öğretmen bu anlı şanlı işadamlarından daha iyi yönetir kulüpleri, her anlamda. Zaten birbirimizi yenmeye çalışıyoruz, neyin masalını anlatıyorlar ki?
Türk futbolunun yönetiminde hiçbir aklı başında, zihni berrak eski futbolcu yer alamıyor. Hamit Altıntop son derece analitik bir şekilde çok şeyi gayet güzel anlatıyor mesela, fakat iş resmiyete gelince kimsenin onun gibi insanları arayıp sorduğu yok. Nedenini sorsanız tecrübeden bahsedecekler. Oysa Türk futbolunda tecrübe denilen şey bir işin nasıl yanlış yapıldığını sürekli şekilde deneyimlemektir. En deneyimli isimler en çok hata yapmasına rağmen hâlâ ortada kalabilme ve hata yapmayı sürdürebilme hakkında sahip olanlardır.
Federasyonun delege yapısı tamamen beceriksiz, müsrif, başarısız kulüp başkanlarının, yöneticilerinin tekelinde. Futbolcular için konan delege şartları son derece ağır ve kısıtlı. Hakemler için de durum keza. Futbol kulüplerinin federasyon seçimi için delegelerinin kulüp başkanları belirliyor. Bu elbette bağlayıcı kararla ve tek tip oy ile sonuçlanıyor. Bu delegeleri her kulübün yönetim kurulu seçimi sırasında disiplin kurulu gibi, denetleme kurulu gibi genel kurul üyeleri seçebilir mesela. Bu, federasyon seçimlerine belki bir parça demokrasi ruhu katar. Ayrıca adaylık için delege sayısının beşte birinden imza toplama şartı da çok ağır. Bu mevcut düzeneğin dışından futbola hizmet etmek isteyen ve gerçekten projeleri olan insanların önünü kesme çabasından başka bir şey değil. Kişi aday olsun, yüzde 5’lik imza toplasın, genel kurula kendini, yapacaklarını seçime kadar ve seçim günü anlatsın, belki delegelerin önemli bir kısmı ikna olup oy verir. Demokrasi zaten bu değil mi?
‘TÜRK FUTBOLUNUN KENDİSİ PAZAR’
Futbolda dünya çapında çok büyük bir pazar oluştu. UEFA ve FIFA bu pazarın en üst resmi kontrolörleri. İki kurum da büyük paraları çeviriyorlar ve yıllardır yöneticileri hakkında yolsuzluk haberleri okuyoruz, dahası bunlar somut delillere dayandırılıp yaptırımlarla sonuçlanabiliyor. Dünyada kitapçı raflarında bu konuda çok güzel kitaplar var, bazıları Türkçe’ye de çevrildi. Ülkemizde de ekonomik tablomuzla ve milli gelirle çok uyumsuz bir para büyüklüğü var futbolda. Avrupa ve dünya üzerinden gelen menajerlik rüzgârı burada da parasal büyüklüğü ivmeleyen etkenlerden biri. Ancak, kendini gerçekten bilgili, zeki ve yetkin sanan yöneticilerin elinde Türk futbolu pazardan pay alır gibi görünse de aslında pazarın ta kendisi olmuş durumda. Futbola bir parça bulaşmış herkes Türk futbolundan nemalanıyor. Futbol kalitesi bizimki kadar olan hiçbir ülkede futbola bu kadar para harcanmıyor. Üstelik bu parayı neredeyse sadece içeride birbirimizle mücadele etmek için tüketiyoruz. Kulüplerimizin Avrupa kupalarında 2000’den, milli takımımızın ise 2002 Dünya Kupası ve 2003 Konfederasyon Kupası sonrası hiçbir elle tutulur başarısı yok, anlatacak bir hikâyemiz yok. Buna rağmen federasyon da kulüpler de aynı kafayla yönetilmeye devam ediyor.
‘FUTBOLUMUZ REHİN ALINMIŞ’
Futbolumuzda karmaşık ilişkilerle çok ilginç yerlere kadar uzanan bir çıkar yumağı olduğunu herkes biliyor ama kimse bir şey yapamıyor. Zira futbol şu an tam anlamıyla rehinde. Kulüpler rehinde, federasyon rehinde. Kâğıt üzerinde özerk olan federasyon, pratikte göbekten siyasete bağlı. İcazet almadan federasyon başkanlığına aday olmak mümkün değil. Federasyon başkanı sandık görüntüsü ile atamayla göreve geliyor. Bir nevi kayyum yani. Dahası bazı kulüplerin başkanları da aynı yöntemle seçiliyor, ona seçilmek denirse. Kulüp önce yayın geliri, sponsorluk gibi maddi kaynakları çar çur ederek borçlanıyor, sonra siyasi iktidara mecbur hale geliyor ve nihayetinde bir kayyum atanıyor. Sistem işlek, bahane hazır; derin bir çaresizlik.
Özal döneminde başlayan bir geleneğin geliştirilip piramidin tepesinin görünmesidir bu durum. O zaman da kulüp başkanları beyefendiye yakın işadamlarından olurdu. Takımlara antrenör seçilirken bile araya siyasiler konurdu. Bir şehir takımına antrenör olabilmek için o şehrin milletvekilleri bile yetmez hale gelmiş, torpil düzeyi bakanlara kadar yükselmişti. Bugün de çok farklı olduğunu söyleyemeyiz sanırım. Herhangi bir teknik adamın bu bozuk düzene ses çıkarmasını beklemek de saflık olur tabii. Zira çıkıp konuşsa hiç şansı kalmayacak, belki yarın kendisi de aynı yolu kullanmak zorunda kalacak.
‘SANAL ADAY İCAZET ALARAK RESMEN ADAY OLAN KİŞİDİR’
TFF’nin resmi sayfasından yapılan açıklamaya göre Nihat Özdemir dışında 4 aday daha başvuru yapmış. Ancak seçim günü yeterli sayıda imzayı divana sunmaları olanaksız. Bırakın şu an kamuoyunun tanımadığı dört adayı, futbol camiasında çok bilinen bir kişi bile cesaret ederek veya şartları sağlayarak aday olamaz. Delegeler yukarıdan işaret edilen aday dışında kimse için imza vermezler. Özellikle kulüp delegeleri. Zira müspet oy kullanmayanı cezalandırmak gibi çok oturmuş bir gelenek var artık bu ülkede. Mecburi adaya imza ya da oy vermeyen kulüplerin maddi sıkıntılarını aşamama kaygısı ötesinde masada, dolayısıyla da sahada infaz edilme korkusu net. Daha ötesinde, futbolu ve kulüpleri yöneten insanların birçoğu zaten girift ilişki içinde. İlmek ilme işlenmiş bir ağ sistemi bu. Çirkin bir oya işi.
Bu koşullarda aday olmak yerine adaymış gibi gerçekleri anlatmak, insanları aydınlatmak, farkındalık yaratmak daha mantıklı bir yol olabilir. Buna sanal adaylık da diyebilirsiniz, ama bana sorarsanız asıl sanal aday icazet alarak resmen aday olan kişidir. Bir kere kendinin yönetmeyeceğini bile bile federasyon başkanlığına aday olmuştur. İkincisi yıllardır, kendi gibi insanlarla birlikte futbolumuzda yarattıkları sanal bir dünyanın yönetimine talip olmaktadır. Türk futbolu gerçeklerden neredeyse tamamen kopmuş durumda boşlukta sürüklemekte. Bu durumu elinde büyük medya gücü bulunan organize güç bile gizleyememekte. Organizasyonlardan, yayın gelirlerinden ve sponsorlardan federasyona gelen büyük para ile sistemin içindeki herkesi mutlu mesut yaşatmak dışında yapılan pek bir şey yok. Herkese bir şekilde maaş bağlayarak nemalandırarak ses çıkmasını önleyerek futbolumuzu gidebileceği güzel bir yer yok maalesef.
‘TÜRK FUTBOLU MARKA FALAN DEĞİL’
Bugün Türk futbolunun hiçbir marka değeri yoktur. Kulüplerde ve federasyonda büyük paraların dönüyor olması marka yaratmaz. Türk futbolunun artık devletten başka sponsoru kalmamışken hangi markadan bahsedilebilir ki? Ligin isim hakkı Spor Toto’nun, devlet kuruluşu; kupanın isim hakkı Ziraat Bankası’nda, kamu bankası. Madem ligin, futbolun marka değeri var, neden yerli ya da uluslararası bir firma en büyük iki organizasyonumuza sponsor olmuyor. Büyük bir kandırmaca bu. Küresel elektronik firmalarından Türk futboluna bir şekilde sponsor olan var mı? Otomobil firmaları, ülkemizde fabrikaları olanlar var, hiçbiri sponsorluk teklif etmiyor.
Bırakın alt ligleri, en üst ligdeki kulüplerin çok ciddi sponsor sorunu var son yıllarda. Süper Ligin 2018-2019 sezonunda 7 kulüp ayrıcalıklı sponsor ile anlaşmalıydı, yani isim haklarını vermişlerdi. Bunların içinde birinin isim hakkı kamu kuruluşunda zaten. İlginçtir, bu sezon toplamda en çok sponsor kurumu olan kulüp ligden düştü. Söz konusu kulübün göğüs, sırt, kol, şort ve çorap gibi tüm sponsorlukları doluydu üstelik. Aslında bu sponsorluklar küçük rakamlarla yapılan anlaşmalar. Üstelik birçok kulübün forma göğüs reklamı yani 1 numaralı saha içi sponsorluğu yoktu. Övüne övüne bitiremediğimiz koca koca modern stadyumların yıllık en yüksek sponsorluk geliri 10 milyon dolar. Bu parayı tek bir yeni transfere veriyor kulüpler.
Günümüzde marka liglerin hepsi dünya televizyonlarından canlı olarak yayımlanıyor. Hem de büyük paralar ödenerek. Ülkemizdeki TV kanalları da o liglere büyük paralar ödüyorlar. Buna karşılık dünyada hiçbir ülke Süper Lig’den canlı maç yayını yapmadığı gibi şöyle yarım saatlik bir özet program bile yayımlamıyor. Marka olsanız, ilgi ve beğeni uyandırsanız neden yayımlamasınlar. Kendimizi kandırmayalım.
Marka değeri olmadığı gibi, aksine Türk futbolu içinde her türlü riski barındırıyor. Faiz oranları yükseliyor, döviz kurlarında artış malum; yani ciddi bir piyasa riski söz konusu. Özellikle futbolcu transferlerinden ve hak edişlerinden kaynaklanan nakit çıkışını karşılayabilecek sıcak para sıkıntısı kesintisiz şekilde yaşanmaya devam ediyor; yani likidite riski söz konusu. Yanlış tercihler ve uygulamalar nedeniyle kurumlar sürekli zarar uğratılıyor; yani operasyonel risk belirgin. Futbolu yönetenlerin şikeye, dopinge, ırkçılığa karşı anlaşılmaz toleransı ve yöneticilerin sorumsuz beyanatları nedeniyle uluslararası arenada bize karşı güven ve saygınlık sıfırlandı; yani itibar riski mevcut. Spor kurumları siyasi iklimden had safhada etkileniyor; yani politik risk mevcut. Bu durumdaki bir futbol yapısının bugüne kadar sürdürülen yöntemle ve aynı insanlarla düzeltileceğini iddia etmek insanları salak yerine koymaktır. Yapay zekâ, sanal gerçeklik çağında yapay salaklık denemesidir bu; insanımıza hakarettir.
‘TEMİZ FUTBOL ŞİKE YAPMAMAKTAN İBARET DEĞİL’
Türk futbolu şikeden çok çekti. Hemen her dönem bu faaliyetlerde bulunanlar oldu. Herkesin şike meselesine bakışı farklı olabilir ancak gerçekler ortadadır. Lakin temiz futbol kavramını örseleyen eylem de sadece şike değildir. Bugüne kadar futbol kulüplerini yöneten insanların kendi iş ve özel dünyalarından taşıdıkları birçok olumsuzluk temiz futbolun düşmanıdır. Haksız kazançlar, avantalar, rüşvetler, gayri resmi komisyonlar temiz futbolun düşmanıdır. Kurumları siyasete teslim etmek temiz futbolun düşmanıdır. Yalan konuşmak temiz futbolun düşmanıdır.
En büyük sorunlardan biri ise futbolu artık sadece bir spor olarak seven insanların oranının hızla azalıyor olmasıdır. Kendi takımının kazanmasını isteyen, her ne pahasına ve her ne yöntemle olursa olsun bunu makbul sayan taraftar zihniyeti; futbola, kuruma bir şey katmak için değil de bu göz önündeki mecrada boy gösterme tatminini yaşamak için ortaya çıkan yönetici tiplemeleri yanında bahis bağımlılığı da futbolun masumiyetini örseleyen faktörler.
‘BAHİS FUTBOLUN BÜYÜK DÜŞMANI’
Özellikle bahis, yasal ya da gayri-yasal olsun, futbolun düşmanı olarak gördüğüm bir olgu. Bir on yıl kadar önce havalimanında güvenlikten geçerken görevlilerin sohbetine kulak misafiri olmuştum. İki genç adamdan biri diğerine, Liverpool’un içeride çok zor gol yediğini anlatıyordu. Futbola, özellikle yabancı liglere bu ilgi beni çok şaşırtmış, memnun da etmişti. Daha sonra bu tip konuşmalara her mekânda ve her zamanda denk gelince anladım ki, insanımız bu bilgileri bahis oynarken kullanmak için ediniyor. Sadece ilgisini çekmediği için değil, futbolun masumiyetine aykırı bulduğu için de bahse karşı olan, bugüne kadar bırakın bahis oynamayı, bahis kuponu görmemiş bir futbolsever olarak benim için büyük bir hayal kırıklığıydı bu. Bugün gelinen noktada ise federasyon başkanlığına belli görevleri yerine getirmesi için atanan eski kayyumun emeklilik hediyesi bahis ihalesi. Sözün bittiği çok yerden biri de burası işte.
‘HERKESE HAK ETTİĞİNİN TAM KARŞILIĞI’
Sadece futbolu değil her şeyi yöneten insanlar için tek ve büyük bir ilke söz konusu olmalı: Herkese hak ettiğinin tam karşılığı. Olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da. Ödül olarak da ceza olarak da. Siz icranın başındaki kişi olarak bunu yapın, gerisini zamana bırakın. Kısa vadede ne olursa olsun, ne söylenirse söylensin uzun vadede yönettiğiniz kurum ve dünya kazançlı çıkacaktır. Şikenin cezasını verin, ırkçılığın cezasını verin, şiddetin cezasını verin. Bahanelere sığınmadan, korkmadan, cesaretle verin. Bozuk düzeni ancak bu şekilde düzetebilirsiniz.
‘ALTYAPIDA VERİMSİZLİK SÜRÜYOR’
TFF’nin en önemli görevi ilgili kanunun 1. Maddesinde belirtildiği üzere “her türlü futbol faaliyetlerini yürütmek, örgütlemek ve geliştirmek”. Bu görevlerden yürütme kısmı anlattığımız gibi kör topal yürütülse de örgütleme ve geliştirme kısmında ciddi sorunlar olduğu çok açık. Futbolumuzun gelişimi için en önemli unsur, geleceğimize vereceğimiz önem; yani altyapı faaliyetleri. Bu konuda çok önemli ve durumu tüm çıplaklığı ile gösteren istatistiksel çalışmalar var. Avrupa ligleri arasında Türkiye altyapılarından yetiştirdiği oyuncuları A takımlarda oynatma oranı ile sonuncu sırada. Avrupa liglerinde ortalama yüzde 21,2 olan altyapıdan yetişen oyuncuların kulüplerinin kadrolarında yer alma oranı Türkiye Süper Ligi’nde yüzde 8,8. Geçen yıl yüzde 6,8 olan bu oran bu sezon Trabzonspor’un katkıları ile biraz yükselmiş ama Türkiye’yi sonunculuktan kurtaramamış. Bu, yerel yeteneklerin eğitimini öncelik olarak kabul etmeyen bir sistematik yaklaşımın ülkemizde varlığını ortaya koyuyor. Buna karşılık yabancı oyuncu oynatma oranında Avrupa birincisiyiz. Dünya futbolundaki yabancı oyuncuların dağılımına baktığımızda ise Türkiye Cumhuriyeti pasaportlu oyuncuların yabancı liglerdeki sayısı, listenin ilk 50’sine girmemize dahi yetmiyor. Bu tablo ile gurur duyan var mı acaba? Bunca U takımı, futbol geliştirme akademisi, bu kadar altyapı koordinatörü, hocası, Türkiye Futbol Koordinatörlüğü, hepsi koca bir yalanın parçaları olmaktan rahatsız değiller herhalde.
Avrupa’da futbol eğitimi çoğu ülkede 6-8 yaşlarında başlarken bizde bu sınır 12-13 yaş. Futbolcunun gelişimi için ortalama 10 yıllık eğitim gerekli. Bizdeki eğitim ve olgunlaşma seviyesini de göz önüne alırsak futbolcularımızın gelişimi daha uzun sürüyor. Bu gerçeğe bakmadan U21 liglerinin kaldırılacak olmasını konusunu da tekrar değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
‘FUTBOL KÜLTÜRÜMÜZ SIĞ’
Ülkemiz kaliteli oyuncuların eğitimi için gerekli kültürü oluşturmak zorundayız. Bugüne kadar yapılan çalışmalarla ve harcanan ciddi paralara rağmen arzu etiğimiz noktanın çok uzağındayız. Çözüm için köklü bir yeni yaklaşıma, zamana ve ciddi bir kaynağa ihtiyaç var. Oysa federasyonun kulüplere altyapı yardımı için aktardığı paralar bazı kulüp başkanlarınca yabancı oyuncu transferinde kullanılıyor. Üst yapıda harcamaları kısarak altyapıya, altyapı tesisleşmesine büyük önem vermezsek durum giderek daha umutsuz bir hal alacak. Genç oyuncuların eğitimine yatırım yapmak, futbolumuzun bir bütün olarak sürdürülebilir kalkınması için öncelikli işimiz olmalı. Ve bunu lafta, şekilde, sloganda bırakmamalı, pratiğimize taşımalıyız. Bu yaklaşımın kulüplerimizi kısa vadede elde etmek istedikleri başarılara doğrudan götürmeyeceğini de bilmemiz gerekir. Ülke futbolunun geleceğe bakma yeteneğini geliştirme görevini yüklenen kurum olan TFF tüm kulüplerimiz ile iş birliği içerisinde yeni çağdaş bir yaklaşımın mimarlığını yapmak zorunda. Kulüpleri yabancı transferine değil, bu ülküye yönlendirmekte ısrar etmek mecburiyetinde. Federasyonun belki de birincil görevi bu olmalı.
‘PASSOLİG UYGULAMASI ÇÖZÜM DEĞİL SORUN GETİRDİ’
Futbolda şiddeti önlemek bahanesiyle getirilen Passolig uygulaması taraftarlar için ciddi bir sorun. Futbolda şiddet mutlaka çözülmesi gereken bir sorun ve elbette ki uygun yöntemlerle. Passolig sonrası şiddet olaylarında azalma olduğuna dair hiçbir veri yok. Passolig hakkında medyada tek olumlu haber ise Passolig Genel Müdürü ile yapılan söyleşi. Buna karşılık Passolig uygulaması sonrası seyirci sayılarındaki düşüş net ve kanıtlı. Bu konuda üniversite tezi bile var. Passolig’in karaborsayı da azaltacağı söyleniyordu, aksine arttırdığı görülüyor. Hem aynı zamanda kulüplerimize gelir getirici bir uygulama olduğu söylenen Passolig için neden bir hale yapılıp getirisi yükseltilmeye çalışılmadı da doğrudan, ihalesiz şekilde bir bankaya verildi. Bu kısıtlayıcı uygulamanın uzatılmaması gerekiyor. İyi bir uygulama olsa Avrupa’daki diğer büyük liglerde uygulanmaz mı? Passolig yerine getirilecek çok sayıda alternatif var ve dünyada uygulanıyor.
‘MİLLİ TAKIM HOCALIĞI HER ŞEYDEN ÖNCE ONURDUR’
Milli takımın başına gelecek teknik adam alacağı parayı, tazminat miktarını konu etmemeli. Bu görev mesleğindeki en yüksek makam ve en büyük onurdur zaten. Ülkenin bütün oyuncu havuzu senin hizmetinde. Transfer derdin yok, taraftar baskın yok, zaman kısıtlaman yok. Daha ne istiyorsun? Başarısız olursan tazminat falan almadan görevi bir başka meslektaşına devredersin. Milli takım teknik direktörlüğü için sözleşmeler turnuva takvimi ile sınırlı olmalı. Mesela Euro 2020 için göreve gelen kişi gruplardan çıkamadığı gün sözleşmesi sonlanır. Kasım 2019’da yani. Çıkarsa turnuva sonuna kadar devam eder. Play-off’lara kalırsak 2020 Mart ayı sonuna kadar devam eder. Finallere kalma başarısını gösterirse görevini sürdürür, aksi taktirde mart ayı sonunda görevi tazminatsız bırakır. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Dünya üçüncüsü olmuş bir ülke için Avrupa Şampiyonası finallerine gidememek yeterince büyük başarısızlık değil midir? Gelen hocalar bilinmedik, yeni isimler değil ki geleceğe dönük olarak düşünülsünler. Çoğu yetmiş yaşına merdiven dayamış isimler.
‘HAKEM SORUNU MUTLAKA ÇÖZÜLMELİ’
Türk futbolunda çok ciddi bir hakem sorunu var. Hakemlere güven çok alt seviyede. Avrupa’da gayet güzel maç yönetenlerin burada sürekli yanlış düdükler çalması kabul edilebilir bir durum değil. Federasyon istediği an bu sorun anında çözülür. Aslında hakemler burada paravan, asıl güvensizlik federasyona ve MHK’ya. Zira telkinlerin kimlerden geldiği konusunda hiçbir şüphe yok. Federasyonlar içeride hakemleri istedikleri gibi manipüle ediyorlar, karşılığında da onların UEFA ve FIFA yollarını açıyorlar. Bu güvensizlik tepede asılı kaldığı sürece Türk futboluna huzur gelmez. Hakeme telkin ve hakem eyyamı ülke futbolunun çok net bir sorunu. Ne olursa olsun bu sorun çözülmeli. Hakemler gördüğünü çalabilmeli.
Çok yerinde bir uygulama olan VAR’ın bu sezon ligimizde uygulanması da büyük sorunlar yarattı. Bu güvensizlik ortamında VAR konuşma kayıtlarının kamuoyuna açık hale getirilmesi çok önemli. İşinizi doğru düzgün yapıyorsanız niye çekiniyorsunuz ki? VAR bir hakemin görev başında olduğu yer, yani bir çeşit kutsalı. Bu görev başında her söylediğine dikkat etmesi gerekir ve bunların bir tutanak olarak kayıt edilmesi gayet makul bir uygulama olur. Ne olursa olsun VAR uygulaması devam etmeli ama hepimiz neden bazı pozisyonlarda VAR yardımı alınıp pozisyonlar tekrar izlenirken diğerlerinde bunun es geçildiğini net olarak bilmeliyiz.
‘BELEDİYELER PROFESYONEL FUTBOLDAN ÇEKİLMELİ’
Belediyecilikte spor görevi rekreasyonel ve amatör düzeyde olmalıdır. Belediyelerin profesyonel kulüp kurmaları, kentin kaynaklarını buralara aktarmaları yanlıştır. Gerekli yasal düzenlemeler yapılarak doğrudan ya da dolaylı şekilde belediyelere bağlı profesyonel faaliyet gösteren futbol takımları sistemden ayıklanmalıdır. Bir kentin futbol kültürü onu üst liglere taşıyamıyorsa, bunun belediyeler yani siyaset aracılığıyla başarılmaya çalışılması kabul edilemez. Hiçbir şehir mutlaka profesyonel düzeyde futbol mücadelesi vermek zorunda olmadığı gibi otomatik olarak bu hakka sahip de değildir. Olursa olur, olmazsa olması için evrensel kurallara göre mücadele sürdürülür.
‘KÂRHANEDE ROMANTİZM’
Elbette biz ne dersek diyelim bugün için karmakarışık hale gelmiş futbolumuzda gerekli şeylerin yapılması sadece bir hayal. Futbolumuzu tanımlamak için kullandığım, sonradan Tanıl Bora’nın kitap adı yaptığı bir deyim var: Kârhanede romantizm… Durum şu an için bundan ibaret. Ancak umut bir yolculuk işte. Bir şeyler anlatmaya, farkındalık yaratmaya çalışarak umut ediyoruz, doğru bildiğimiz yolda yavaş yavaş da olsa ilerlemeye devam ediyoruz. Altı yıl önce Trabzonspor başkan adayı olduğumda kulüp için söylediklerimin hepsi, kaygılarımın tamamı gibi öze dönüş ısrarımın ta kendisi de bugün haklı çıktı. Çünkü bu konunun tam içinden geldim. Hiç alan tarafa geçmeden hep elimizden geldiğince vermeye çalıştık. Hayatta olmadığı gibi futbolda da mucize yok. Çalışmaya, emeğe, sabra ve uzun vadeye inanma zorundayız. Günü kurtararak yaşamaya çalışan bir toplum için bu elbette zor bir dönüşüm önerisi ama yarın ülke futbolunun tüm potansiyeli tükenmeden bir şeyler yapmak lazım. Bu gidiş çöküş gidişi. İstedikleri kadar büyük firmaları, sıra sıra ihaleleri, karmaşık ilişkileri olsun, çöküşü gözlerden gizlemeye çalışan zübüklerin, kayyumların, isimli veya isimsiz sahte kahramanların Türk futboluna verebilecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Bunlar aslında zavallı insanlar, çünkü bağımsız iradesi olmayan her insan zavallıdır.
‘ÇÖZÜMÜN İLK ŞARTI GERÇEKÇİLİK’
Önce gerçekçi olmakla başlamalıyız. Büyük ülke, güçlü ülke hamasetini bırakmalıyız. Futbolumuz da ekonomimiz gibi ciddi şekilde krizde. İçinde bulunduğumuz sıkışık koşulları kabul ederek, kulüplerimizin en az birkaç yıl mütevazı kadrolar kurmaları gerekiyor. Borç yapılandırması adı altında yapılması planlanan devlet desteği yine transferlere harcanıp düzenek içinde paylaşılırsa artık hiçbir çıkış yolu kalmaz. Ulusal takımımız için de öncelikli hedef saha başarısından önce artık yeniden hepimizin ay-yıldızlı takımı vasfına dönmesi olmalıdır. Giderek düşmanlaşan futbol camiamızda uzlaşmayı ancak milli takım sevgisi ile kurabiliriz. Oradan aşağıya yayılacak bir anlayışla huzurlu bir futbol camiası tesis edebiliriz. Elbette bunu başarabilmek için tarafsızlık ile bezeli bir güven ortamı sağlamalıyız. Bu da toplumu kutuplaştırma ustaları tarafından atanmış kayyumlar aracılığıyla mümkün değil. Her konuda olduğu gibi, futbolda da gerçek ihtiyaç aydınlık beyinler, temiz kalpler ve gerçek arayışı. Bizi kurtaracak tek şey doğruyu ve gerçeği bıkmadan usanmadan aramak, araştırmak.
PROF. DR. HAKAN KULAÇOĞLU KİMDİR?
1986 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Genel Cerrahi uzmanı olduktan sonra Ankara’daki eğitim ve araştırma hastanelerinde uzun süre görev yaptı. 2015 yılında Rize Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyeliğinden emekli olduktan sonra karın duvarı fıtıkları ve sporcu fıtıkları alanında spesifik olarak serbest çalışmaya devam ediyor. FIFA Futbol Tıp Diploması sahibi. Anadolu Üniversitesi Spor Yönetimi bölümü mezunu. Okul takımlarında ve amatör kulüplerde aktif futbol oynadı. Uzun süre futbol konusunda gazetelerde köşe yazarlığı, televizyonlarda yorumculuk yaptı. Kendine ait futbol konulu iki kitabı ve bazı kitaplarda bölüm yazarlığı mevcut. 2013 yılında Trabzonspor genel kurulunda başkan adayı oldu.