Ali Öztürk'un 'darbe aklayıcılar' diyerek suçladığı Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu bu yazısıyla Öztürk'e cevap verdi.
İşte o yazı...
Öncelikle bu tartışma nedeniyle okuyuculardan çok özür diliyorum. Çünkü bu köşeler bizlerin değil, sizlerindir. Ülkemizin alçakça bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldığı, hala tehdidin sürdüğü, ayrılıkların değil ortaklıkların öne çıkarılması gerektiği bir dönemde, gazeteci polemiği yapıyoruz.
Bir de Günebakış Gazetesinin değerli çalışanlarına selamlarımı sunuyorum. Bu tartışma içinde gazetenin adının çıkması, ne yazık ki Ali Öztürkün o talihsiz başlığı nedeniyledir.
CEVAP HAKKINA SAYGISIZLIK
Bu yazının özeti olan cevap hakkımı, gazetegunebakis@gmail.com adresi ile gazetenin değerli yazı işleri müdürü Aydın Gellecinin facebook adresine 24 Temmuz Pazar günü gönderdim. Kendisini de telefonla arayıp uyardım. Ancak 25 Temmuz tarihli gazetede göremeyince, daha geniş ölçekli bu mektubu yazmak zorunda kaldım.
Gazete ve gazetecilerin uyması gereken en temel haktır cevap hakkı. Bu aynı zamanda temel hak ve özgürlükler açısından bir kuraldır. Fakat ne yazık ki cevap yazıma yer verilmemiştir.
Bu yazı Ali Öztürkün, 21 Temmuz tarihli darbe aklayıcı gazeteciler başlıklı yazısı, devamında 24 Temmuz tarihli Fethullahçı üyeleri üyelikten atar mısın? başlıklı haberimsi yorumu, bugün yani 25 Temmuz tarihli Darbe girişimi sonrası Trabzon Gazeteci Camiası başlıklı Ali Öztürk imzalı yazı ile Öztürkün haber61 haber sitesine yaptığı açıklamalara toptan bir yanıttır...
YÜZDE 50YE SAYGISIZLIK İDDİASI
Hiçbir zaman ve hiçbir yerde oy çoğunluğu önemli değildir demedim. Bu yargı, Ali Öztürkün yazımdan çıkardığı bir yorumdur. Her zaman halk iradesine önem veren biri olarak böyle söylemem de mümkün değil.
Sayılar, oranlar, yüzde 50 elbet de çok önemlidir. Ancak her şey değildir. Haklılık, adalet ya da doğru, çoğunluğa göre aranmaz. Çoğunluk kadar haklılık, adalet, vicdan ve meşruiyet de önemlidir. Yani yüzde 50-60-70-80 oy aldınız diye her şeyi yapamazsınız.
Demokrasi, çok oy alanın her şeyi yaptığı, yapmaya hak kazandığı bir rejim değildir. Böyle bir rejimin adı, çoğunluk diktatörlüğüdür. Halkın oyunu alıp, bu iradeyi kötüye kullananların örnekleriyle doludur siyasal tarih.
Demokrasi, adil seçimlerle halktan yetki alanların, anayasa ve hukuk devleti kurallarına uyarak, herkesin haklarını gözeterek, yurttaşları herhangi bir ayrımcılığa tabi tutmadan yönetilmesi demektir. Demokrasi, iktidara karşı muhalefet etme, eleştiri ve protesto hakkının da güvenceye alındığı, azınlık grupların ve görüşlerin ya da inançların da korunduğu bir uzlaşma rejimdir.
İnançlara eşit mesafede ve onları güvence altına alan, kamusal alanı bir inanç ya da mezhebe veya cemaate göre değil, anayasaya göre yönetilmesini içeren laiklik, demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Dolayısıyla yüzde 52 oy almış bir cumhurbaşkanı ya da yüzde 49 küsur oy almış bir iktidarı eleştirmek, halk iradesini hiçe saymak değildir. Tam tersine, yüzde 52 ya da 49un verdiği yetkiyi kişisel ya da ideolojik, açık-gizli amaçları için kullananlar varsa, budur iradeyi hiçe saymak. Ve eğer bir gazeteci ya da yazar bunu eleştirmiyorsa; halk iradesinin kötüye kullanılmasına ses çıkarmıyorsa, sorumluluğunu yerine getirmiyor demektir.
Kaldı ki buradaki eleştiri, yüzde 49 ya da 52 oy veren vatandaşa değil, bu kadar oyun sorumluluğunu kötüye kullanan siyasetçi ya da iktidar sahiplerinedir.
Demokrasinin bu çok önemli kurallarını öğrenmek için biraz siyaset bilimi, biraz sosyoloji, biraz siyasal tarih ve felsefe okumak yeterlidir.
SİVİL DARBE NEDİR?
2. Sivil darbe süreci, son 10 yıldır, siyaset dünyamızda sıkça kullanılan bir kavramdır. 2006da başlayan bir süreçten söz ediliyor ve bir dönüşüm kastediliyor. Cumhurbaşkanının, ''Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir' yaklaşımı, anayasa ihlalinin itirafı, açık ihlali değil midir? Yani burada anayasa ve meşru sisteme karşı bir darbeden söz edilmektedir. Ki bu bir yorumdur, katılmayabilirsiniz.
Değiştirilmesi gereken birçok maddesi olsa da (ki çok büyük bölümü zaten değişti), cumhurbaşkanı anayasayı korumak, kollamak ve tabi ki ona uymakla mükelleftir. Yüzde kaçla seçilirse seçilsin, her cumhurbaşkanının en temel görevi budur.
Cumhuriyetimiz temsili parlamenter demokrasidir. Cumhurbaşkanı cumhurun başı olduğu kadar, cumhuriyetin de birinci 'korucusu'dur. ''Ona uymuyorum'' deme şansı yoktur.
Anayasaya uyma yemini edip Ben güçler ayrılığına inanmıyorum diyemez. Fiili durumlar yaratıp anayasaya aykırı davranamaz. Davranırsa, meşruiyeti tartışmalı olur.
Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyetinin birliğini temsil eder. Herhangi bir siyasal düşünceyi savunabilir ama, partiler karşısında tarafsız olmalıdır. Bir parti lehine ya da diğerleri alehine çalışırsa, anayasayı çiğnemiş, yani anayasaya darbe yapmış olur.
Elbet de anayasa değişirse, başkanlık ya da partili cumhurbaşkanlığı sistemi gelirse, o başka. Ama bu anayasa orda olduğu sürece, herkes ona uymalıdır.
Seçilmiş tarafsız cumhurbaşkanı, başbakanı azledemez, hükümeti kendisi kuramaz, her şeye karışıp her şeyi dizayn etmeye kalkamaz. Ülkeyi tek adam yönetimine götürecek süper başkanlık sistemini dayatamaz..
Tüm bunlar için, biraz da olsa anayasa hukuku, anayasa hukuku felsefesi, siyaset felsefesi okumak gerek.
Kaldı ki bunları ilk kez kullanıyor değilim. Ekim 2015te çıkan Darbe yazıları adlı kitabım, 2006dan buyana, önemli bir kısmı AKP-Cemaat ortaklığı olmak üzere 1 Kasım 2015 seçimleri öncesine kadar Türkiyede siyasal tartışmaları içeriyor, ülkenin nasıl dönüştürüldüğünü anlatıyor. Ki, cemaatin darbe girişiminin nasıl hazırlandığına ilişkin önemli bilgiler de var burada.
Yani, sivil darbe sürecinin önemli bir bölümü cemaatle birlikte kotarıldı. Ama devam eden bir süreç. Umarım Fethullahçı-Amerikancı bu cunta kalkışmasından sonra, iktidar ve Sayın Cumhurbaşkanı, daha uzlaşmacı bir tutum alır ve bu süreci sonlandırır.
DARBECİLERİN YARGILANMASI VE CEMAATE DESTEK OLANLARIN HESAP VERMESİ
3. Yargılama geçmişi kapsayacak mıdan kasıt çok açık. Sadece darbe süreci ve darbeciler değil, Türkiyeyi zehirleyen bu cemaatin, ortaya çıkışından bu yana yargılama kapsamının genişletilmesi gerektiğini söylüyorum.
Fethullah Gülen Cemaatinin temelleri, 50lı yılların ortalarına kadar gidiyor. NATO Gladyosu ve ABDnin haber alma ve karanlık operasyon örgütü CIA tarafından örgütlenen Komünizmle mücadele dernekleri ile başlayıp, 12 Eylül Amerikancı darbesi ile devlete sızmaya giriştiği, 90lı yıllarda F (Fethullahçı) Tipi örgütlenme olarak ifşa edilip hakkında dava açılan, ancak AKPnin iktidara gelmesiyle aklanan; sonra AKP ile koalisyon kurup devleti önemli ölçüde ele geçiren bir örgütten söz ediyoruz.
Cemaatin bu kadar büyümesinde, Ne istediniz de vermedik, Aldatıldık diyen iktidar ve cumhurbaşkanının, sorumluluğu olan kurum ve kişilerin en azından siyaseten hesap vermesi gerekmez mi? Ki bu konuda cemaatten sözde yararlanmak için büyümesine göz yuman Özal, Demirel, Çiller, Ecevit, Erbakan ve Türkeşin de siyasi sorumlulukları unutulmamalı.
ALKIŞLADINIZ
Ayrıca, F Tipi örgütlenme ve devlette cemaat yapılanmasının en çok olduğu, hatta bir dönem Erdoğan Başbakan görünse de asıl iktidarın zaman zaman cemaate geçtiği günler yaşadık. Bu ülkenin ordusuna operasyon yapılıp yerine FETÖcular geçirilirken, yani darbenin ortamı hazırlanırken, alkışladınız. Aydınlar, ulusalcı siyasetçiler zindanlara atılırken, Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere alçakça açılan düzmece davalar ortaya saçılırken, hepiniz savcı-polis oldunuz. O davaların nasıl savunulduğunu, cemaatin karanlık oyununun nasıl parçası haline geldiğinizi, kaleme aldığınız destek yazılarını da unutmadık.
Hatta o cadı avı yapıldığı zor günlerde, Türkiyeyi hedef alan saldırıya karşı çok az sayıda gazeteci olarak bizler halkı uyarırken, nasıl üzerimize gelindiği hala belleklerimizde taze.
Ayrıca, Gezi olaylarının büyümesine neden olan 'cemaatin kontrolündeki polisin' bilinçli gaddarlığını, katliamını alkışlamanız, Başbakan'ın ''Emri ben verdim'' sözleri de unutulmadı.
Tabi bunlar için de, biraz yakın tarihe tarafsız ve derinlemesine bakabilmek, saplantılardan kurtulmak gerek. Özeleştiri yapmanın bir ahlaki sorumluluk olduğunu unutmamak lazım.
O HEDEF GÖSTEREN BAŞLIK
4. Şu ana kadarki her şey tartışmaya açıktır. Eleştirilebilir, eleştirebilirsin... Beni en çok üzen darbe aklayıcı gazeteciler başlığı.
Yaşamı boyunca darbelere, zaman zaman hatalar yapsak da anti demokratik uygulamalara, özelde de cemaate açık tavır alan, bu konularda binlerce yazısı bulunan, son 2 kitabının önemli bir kısmında cemaati mahkum eden birinin, Türk halkına karşı alçakça saldıran ve dışarıdan beslenen bir güruhu aklıyor gibi gösterilmem, çok büyük haksızlık.
Bu puslu dönemde hep mücadele ettiğimiz bir yapıyı aklıyor gibi gösterilerek hedef yapılmak, bana ve arkadaşlarıma yapılmış en büyük hakarettir.
DOĞRUSU
Elbet de, Yahu arkadaş, iktidarın ve devletin ağır bir saldırıya uğradığı bir dönemde Erdoğanın bu kadar katı bir eleştiriye tabi tutulması doğru değil. Şu anda darbecilere ve bu tehlikenin savuşturulmasına yoğunlaşmamız gerekir eleştirisi haklı olabilir. Hatta bu konuda size, hak bile verebilirim.
JURNALİST-JURNALCİ
Ama o başlık, hedef gösteren, birilerine jurnalleyen, birilerini göreve çağıran bir saldırıyı içeriyor. Journalistlikle (gazetecilikle) jurnalciliğin (ihbarcılığın) birbirine karıştığı bir saldırı.
Amacın bu olmasa da, bu işe yaradı!
Özür dileyeceğine hala kendini haklı çıkaracak gerekçeler yaratıyorsun ya, ne demeli artık..
CEMİYETE SALDIRI
Bu arada Trabzon Gazeteciler Cemiyetinin saldırgan ve hedef gösteren başlığınıza karşı yaptığı açıklamayı küçümseyen, yönetim üzerinden cemiyeti tahrip eden yaklaşımınız
Sayenizde cemiyet yönetimi ilk kez olağanüstü genel kurul dışında bir olayda birleşti. O bildiri Yusuf Turgut başkanımız ve Tekin Atay başkanımızın ortak imalatıdır.
Yusuf Başkan olgunluğundan size bir şey demiyor. Her fırsatta onun adını yazıp rencide etmeye devam ediyorsunuz. Tabi bu arada cemiyeti de kamuoyu önünde zedelemeyi sürdürüyorsunuz. Sanki bir saplantı haline gelmiş gibi!
Artık vazgeç bu durumdan. Camiada hiç iyi karşılanmıyor, bilesin.
İşe bakın ki, Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu, Murat Taşkın ve Ergun Ata.. Yazıda söz edilen 3 kişi, eski cemiyet başkanı. Yusuf Turgut, şimdiki cemiyet başkanı, etti 4. Bir de sürekli hedef aldığın eski başkan Hasan Kurt, etti 5.
Bu arada Hasan Kurt'a ''iflah olmaz düşmanca'' diyorsun da, sen neden cemiyete, eski başkanlarına ve son dönemlerde özellikle Yusuf Turgut'a bu kadar düşmanlık yapıyorsun, anlamak mümkün değil.
Arkadaş senin ne alıp veremediğin var cemiyet başkanları ve cemiyetle. Düşünsel yarışı, düzeyli tartışmayı anlarım, ama herkesle kavga ederek, sürekli, gerilimi öne alarak ne elde edeceksin?
CEMAATÇİ ÜYELERİ AÇIKLA
Demişsin ki, cemiyet yönetimi, cemaatçi üyeleri atsın
Cemiyete üye yapılırken insanlar hangi cemaat, parti, düşünce, mezhep ya da başka bir kimliği, sorularak mı alınıyor? Yani şimdi ticaret odası, Gümüşhaneliler Derneği, kanarya seveler derneği, AKP-CHP-MHP, senin üye olduğun dernek ve vakıflar, komisyon kurup cemaatçileri belirleyip atacak öyle mi? Nasıl belirleyecek?
Ha suçu sabit, suça bulaşmış, darbe girişimine katılmış ya da destek vermiş, bu konuda kesin kanıtlar ya da yargı kararı var, o ayrı.
Ben de sana çağrıda bulunuyorum Ali Öztürk. Demek ki kimlerin cemaatçi olduğunu iyi biliyorsunuz. Açıkla isimlerini. Bakalım cemiyet ne yapar?
HAKKIMIZ SAKLI
Bu haksız saldırın, özellikle AKPye yönelik açık ya da kapalı yönlendirmeler, bazı kesimleri harekete geçirdi ve basın tarihi açısından bazı önemli sonuçlar ortaya çıkardı. O olayların netleşmesini bekliyoruz. Yani bazı konularda söz ve yasal hakkımız baki.