Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Trabzon’da basın açıklaması yaparak “Emekten Yana, Demokratik Halk Bütçesi İstiyoruz” ifadelerine yer verildi.
Atatürk Alanı Meydan Parkı Atatürk Anıtı önünde gerçekleştirilen ve KESK Trabzon Şubeler Platformu adına Dönem Sözcüsü Salih Kalyoncu’nun yaptığı basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi;
“Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na, KESK’e bağlı sendikaların üyeleri olarak, sadece kendimiz için değil, bu ülkede insanca yaşamayı hak eden tüm yurttaşlarımız için “Emekten Yana, Demokratik bir Halk Bütçesi İstiyoruz” demek için alanlardayız.
Ancak açıklamamıza geçmeden önce, biliyorsunuz dün bu ülkede hukuk bir kez daha ayaklar altına alındı. Türk Tabipleri Birliğini (TTB) hedef alan dava Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınması ile sonuçlandı.
Hekimlik mesleğinin toplumsal sorumluluğunu yürekten hissedenler, pandemide ve 6 Şubat depreminde halkın yanında yer alarak gecesini gündüzüne katanlar hukuksuz bir kararla cezalandırıldı.
KESK olarak bu hukuksuzluğu kınıyoruz. Emek, barış ve demokrasi mücadelesinde birlikte yol yürüdüğümüz, yaşamın, yaşatmanın, barışın yanında yer alan TTB ile dayanışma içinde olmaya devam edeceğiz.
TTB’nin de altını çizdiği üzere, eşitlik yoksa, özgürlük yoksa, demokrasi yoksa, adalet yoksa, sağlık yoksa; mücadele haktır! Bu mücadeleyi hep birlikte sürdüreceğiz.
Bu mücadelenin bir parçası olarak bugün başta İstanbul Kartal Meydanı ve Diyarbakır İstasyon Meydanındaki mitinglerimiz olmak üzere Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Hatay’a tüm memlekette omuz omuzayız.
Yaklaşık bir aydır TBMM’de 2024 bütçe kanun teklifi görüşülüyor. Ancak mevcut iktidar bu teklifin içyüzünü halkın, emekçilerin öğrenmesini, bütçe hakkına sahip çıkmasını istemiyor. Her şeyin kapalı kapılar ardında kalmasını, 11 Aralık’ta TBMM Genel Kuruluna getirilecek olan bütçe teklifinin alelacele kabul edilmesini istiyor. Cambaza bak oyunu ile dikkatleri başka yöne çekmek, gündemini değiştirmek için elinden geleni yapıyor.
Bir gün anayasa değişikliği tartışmaları ile uyanıyoruz. Ertesi gün 50+1 tartışmalarıyla. Sonraki gün “İsrail terör devletidir” nutuklarına şahit oluyoruz. Ama bu nutukları atanlar İsrail devleti ile siyasi, ticari, askeri ilişkilerini askıya almaya bile yanaşmıyor. Türkiye limanlarından İsrail devletine gıda, hammadde, akaryakıt, demir çelik sevkiyatı sürüyor.
Dolayısıyla buradan bir kez daha altını çiziyoruz. İsrail polisinin Filistin halkına ateş açtığı silahın çeliğinin bile bizim ülkemizden, bizim limanlarımızdan gitmeye devam ettiği koşullarda bu hamaset nutukları, buza yazı yazmaktan öteye gidemez.
21 yılı aşkın bir süredir ülkeyi yönetenler sadece Filistin konusunda değil, ülkenin geleceği hakkında da yıllardır hep nutuk attılar, masallar anlattılar.
“2023’te kişi başına milli gelir 25 bin dolar olacak, işsizlik %5’e, enflasyon tek basamaklı rakamlara inecek. Türkiye dünyada ilk 10 ekonomi arasına girecek” dediler.
Ama her geçen gün düne göre daha yoksullaştık. Daha güvencesiz hale geldik.
Geldiğimiz noktada:
• İşsizlerin sayısı 9 milyona yaklaştı. Neredeyse her evde bir işsiz var. İşsizlik en çok kadınları ve gençleri vuruyor. Her 5 gençten biri, her 3 kadından biri işsiz.
• Zamlar yağmur gibi yağmaya devam ediyor. TÜİK’in takla attırılan rakamları bile Türkiye’nin dünya enflasyon sıralamasında beşinci sırada olduğunu gösteriyor.
• Yaşadığımız gerçek enflasyon ise TÜİK’in sanal rakamlarını ikiye katlıyor. Bir bardak çay bile 10 TL. Bir simit bile 10 TL. Dört kişilik bir aile 3 öğün kişi başına 1 çay 1 simit tüketse dahi aylık 7 bin 200 TL ediyor. En düşük ev kirası asgari ücreti aşıyor.
• Açlık sınırı 16 bin TL’ye, yoksulluk sınırı 49 bin TL’ye dayandı.
• Bu koşullarda ülkede milyonlarca emekli 7 bin 500 TL’ye, çalışanların yarısı ise 11 bin 402 TL’lik asgari ücrete mahkûm edilmiş durumda.
• Milyonlarca kamu emekçisi maaşı bugün emekliliğine yansıtılmayan 8.077 TL’lik “ilave seyyanen ödenek” ile birlikte yoksulluk sınırının yarısına ulaşmıyor.
• Asgari ücretlisi, emeklisi, işçisi, kamu emekçisi ile 85 milyonluk nüfusun 50 milyonu açlık sınırı altında, 80 milyonu yoksulluk sınırının altında bir yaşam savaşı veriyor.
Tüm bunlara rağmen iktidar sözcüleri hiç sıkılmadan “Ülkemizde aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi yok” diyorlar.
“İşçiyi, memuru, emekliyi enflasyona ezdirmedik. 2023 için vaat ettiğimiz hedeflere inşallah 30 yıl sonra ulaşacağız” diyerek halkla dalga geçiyorlar.
Halkın ezici çoğunluğunun açlığa, yoksulluğa, işsizliğe itildiği koşullarda anayasasında sosyal devlet yazan bir devlet ne yapar?
İşsizler için istihdam sağlar. Vatandaşının yaralarını sarar, alım gücünü artıracak politikaları hayata geçirir. Bunun en önemli aracı ise devlet bütçelerdir. Bütçelerde tercih halktan yana kullanılır. Toplanan vergilerin, ülkenin kaynakların halka; eğitim, sağlık, yol, su, elektrik, yeni hastane, yeni okul olarak dönmesi sağlanır.
Ama ne yazık ki sosyal devlet çok uzun süre önce sadece anayasamızda, kâğıt üstünde kaldı. Bugün ülke olarak sadece ekmeğin değil, sosyal devletin de askıda olduğu karanlık bir sürece itilmiş bulunuyoruz.
Son iki senedir ek bütçe çıkardılar. Tüketimimizden gelirimizden, attığımız her adımdan aldıkları vergileri katladılar. 6 Şubat depremleri sonrasında “Milli Dayanışma Paketi” adı altında vergilerimizi bir kez daha arttırdılar.
Ama gidin Hatay’a, Adıyaman’a milyonlarca depremzede hala başını sokabileceği bir evi, bırakın konteynere dahi ulaşamıyor. Yüzbinlerce depremzede kapıya dayanan kış koşullarında çaresiz bırakılmış durumda.
Ülkedeki hayat pahalılığının, artan yoksulluğun mimarları düne kadar ''Bu kardeşiniz bu görevde olduğu sürece, faiz her geçen gün, her geçen hafta, her geçen ay inmeye devam edecek” diyorlardı.
“Düşük faiz Nas’ın gereğidir” diyorlardı. Ancak seçimleri kazanır kazanmaz tüm bunları rafa kaldırdılar.
Şimdi seçimden sonra geçtikleri ekonomi modelini “Yeni”, “Rasyonel” diye cilalıyorlar. “Enflasyonu düşürmek için halkın tüketimini kısmamız, ücret artışlarını sınırlamamız, tasarrufu arttırmamız şart” diyorlar.
Ama kendileri ne uçaklarından, makam arabalarından, ne lüks saray harcamalarından ne de üç dört yerden aldıkları maaşlarından vazgeçmiyorlar. Ama okul öncesi eğitimdeki yüzbinlerce öğrencinin 1 öğün ücretsiz yemeğini kesmeyi tasarruftan sayıyorlar.
Bu da yetmezmiş gibi “Yeni” ekonomi modeli adı altında başlatılan yeni saldırı dalgası ileelimizde kalan son haklarımıza da göz koyuyorlar.
Orta Vadeli Program, Kalkınma Planı ve bütçe kanun teklifinden oluşan bu “yeni” Bermuda Şeytan Üçgeniyle:
• Ücretlerimizi-maaşlarımızı gerçekleşen enflasyona göre değil, hedeflenen enflasyona göre artırmayı, böylece enflasyon farkı ödemesini kaldırmayı hedefliyorlar.
• Emekli olma yaşını yükseltmek, emekli aylıklarını daha da düşürmek istiyorlar.
• Sosyal harcamalara, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerine yapılan harcamaları daha da kısmayı, özelleştirmeleri tüm hızlıya sürdürmeyi hedefliyorlar.
• ‘Vergi reformu’ adı altında çalışanlara ve halka daha çok vergi, ‘esnek çalışma’ adı altında daha çok sömürü dayatmak, kıdem tazminatını ortadan kaldırılmak istiyorlar.
2024 bütçe yasa teklifi işte bu “yeni” ekonomi modele dayalı saldırı dalgasının ürünüdür.
Dolayısıyla bu bütçe teklifinde kamu emekçileri, emekliler, işçiler, asgari ücretliler, çiftçiler, esnaflar, kadınlar, gençler yine yok. Kısacası bu bütçe de halk yok.
Peki, bu bütçede ne var?
Sermayeye, patronlara bol kepçe vergi istisnası, muafiyeti, teşvik var. Faizden beslenenlere, silah tekellerine, rantiyecilere kıyak, yandaş müteahhitlere dolar kuru üzerinden Hazine garantisi var.
Devletin her 100 TL’lik giderinin 89 TL’sinin halktan alınacak vergilerden karşılanması var.
Bu bütçede; 2024 yılı için ücretlerimizin hedeflenen enflasyona yani %36’ya göre arttırması ama ödeyeceğimiz vergilerin bunun dört beş katı arttırılması var.
Örneğin ÖTV’de %175, maaşlarımızdan-ücretlerimizden kaynakta kesilen Gelir Vergisinde ise %140 artış var. Yine KDV’de %120, Damga Vergisi’nde %160, artış var.
Bu bütçede devlet toplayacağı her 100 TL verginin 25 TL’sinden ‘vergi harcaması’ adı altında sermaye, patronlara getirdiği muafiyet ve istisnalarla vazgeçilmesi var.
Kısacası bu bütçede halk, çalışanlar vergi yükü altında ezilirken koca koca holdinglerin, şirketlerin, firmaların çalıştırdıkları asgari ücretli kadar dahi vergi ödememesi var.
Üstüne bunlara birde 300 Milyar TL teşvik dağıtılması var. Bu da yetmemiş olacak ki Mecliste görüşülen torba yasa ile bu teşviklere takviye yapılacak.
Yükü yine bizim omuzlarımıza yıkılan bu vergiler nereye, kimlere harcanacak?
2006 yılında %40 olan genel kamu hizmetlerine ayrılan pay ise bu bütçede %29’a indiriliyor.
Üstelik eğitime ayrılan bütçenin bir bölümü CEDES gibi projelerle tarikatlara, cemaatlere, hısım akraba çevresinin kurduğu vakıflara, Diyanete aktarılacak.
Sağlığa ayrılan bütçenin 84 Milyar TL’si yani günlük 229 milyonu hasta garantisi verilen şehir hastanelerine gidecek.
Sonuç olarak bütçeden aslan payı ne eğitime ne sağlığa gidecek. Çünkü aslan payı istisna, muafiyet, teşvik olarak sermayeye, patronlara gidecek.
Ülkenin ekonomisini göz göre göre çökertenlerin yarattığı borçların faizine gidecek.
Savunma ve güvenlik adı altında silah tekellerine gidecek.
İşte bu bütçe yasa teklifi 11 Aralık’ta TBMM Genel Kurulu’na gelecek. 11 gün sonra ise “bütçeyi oylarınıza sunuyoruz, kabul edenler…” denilerek oyalanacak. Hepimizin bir yılı TBMM’de vekillerin bir iki dakikalık oylama ile belirlenecek.
Biz de buradan vekillere değil, asillere, sizlere, vatandaşlara soruyoruz. Bu bütçeyi kabul ediyor musunuz?
KESK olarak iktidarın kendi eliyle yarattığı enkazın tüm faturasını emekçilere, halka yıkmak istediği bu bütçeyi kabul etmiyoruz.
HALKTAN, EMEKTEN YANA BİR BÜTÇE İÇİN:
• Öncelikle bütçe hakkımızın önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
• Vergide adalet istiyoruz. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını, belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmasını istiyoruz.
• Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına, tasfiyesine, özelleştirme soygununa son verilmesini istiyoruz.
• Kamu hizmetlerine ve yatırımlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını istiyoruz.
• Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin hayata geçirilmesini istiyoruz.
• Başta depremzedeler ve öğrenciler olmak üzere tüm dar gelirlilere kamusal, güvenli ve sağlıklı barınma olanaklarının sağlanmasını istiyoruz.
• Eğitimin her kademesindeki çocuklarımız için 1 öğün ücretsiz, sağlıklı yemek istiyoruz.
• Emeğe kölelik dayatan politika ve uygulamalara son verilmesini istiyoruz.
• İnsanca yaşamaya yetecek, yoksulluk sınırı üzerinde bir ücret istiyoruz.
• Bütçeden engellilere yönelik kamu hizmetlerinin geliştirilmesi için ayrılan payın arttırılmasını, kamuda engelli istihdamının arttırılmasını istiyoruz.
• Yoksulluğu önleyici, dar gelirlileri koruyucu tedbirlerin hayata geçirilmesi için Temel Gelir Güvencesi istiyoruz.
Sözlerimizi tamamlarken emekçisiyle, işçisiyle, kadını genci ile tüm yurttaşlarımıza yaptığımız çağrımızı yineliyoruz.
Diyoruz ki, %1’in çıkarı için %99’u yok sayan bu haksızlığa karşı çaresiz değiliz.
Gelin emeğimize, ekmeğimize, geleceğimize, bütçe hakkımıza birlikte sahip çıkalım.
Yoksulluk, işsizlik ve yağma düzenin çarkları arasında öğütülmeye karşı” Emekten Yana, Demokratik Halk Bütçesi İstiyoruz!” Diyerek omuz omuza verelim. İnsanca bir yaşam, güvenceli iş, güvenli bir gelecek için mücadeleyi birlikte büyütelim.”