Yenişafak yazarı Abdülkadir Selvi, çözüm sürecinin son durumuna ilişkin kaleme aldığı yazısında, sürecin önünde engel olarak gördüğü konuları ve süreci pozitif ilerleteceğini düşündüğü 'anahtar' adımları yazdı. Selvi'ye göre özellikle 6-7 Ekim Kobani eylemlerinin ardından en önemli nokta 'Kamu otoritesi' konusu oldu.
Selvi, dün Hatip Dicle'nin de katılımıyla genişleyen HDP heyetinin Yalçın Akdoğan ile görüşmesinin ardından, heyet sözcüsü Sırrı Süreyya Önder'in ikinci kez bir araya geleceklerini açıklamasıyla, görüşmeden çıkacak sonuca göre HDP'lilerin Kandil'e gideceklerini belirterek; bu görüşmenin sonucunda hükümetin ve Kandil'in durdukları yeri belirlemekte yarar olduğunu ifade etti.
Selvi'ye göre, Kandil'de IŞİD'le mücadelenin sağladığı kazanımlar oldukça önemli. PKK ve PYD, özellikle ABD'nin gözünde, IŞİD'e karşı verdiği mücadeleyle adeta bir 'meşruiyet' kazandı.
İşte o yazıdan çarpıcı satırlar:
Kobani'de IŞİD'e karşı verilen mücadele başta ABD olmak üzere uluslararası camiada PYD'ye bir meşruiyet zemini kazandırdı. Kandil, yakaladığı bu tarihi fırsatı kendi açısından değerlendirmek ve IŞİD üzerinden ABD ile ilişkilerini derinleştirme çabası içinde.
Şimdiye kadar çözüm sürecinin önündeki en önemli engelin Suriye konjonktürü olduğunu söylüyorduk. IŞİD'le birlikte Suriye konjonktürünü de aşan bir durum ortaya çıktı. PKK-PYD, IŞİD'le mücadele üzerinden uluslararası meşruiyet kazanma fırsatını yakaladı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, PKK ile PYD'nin aynı yapılar olmadığını belirterek, "IŞİD ile savaşan PYD gibi Kürt gruplarının desteklenmesinin çok önemli olduğuna inandığımızı Türklere açıkça belirttik" demişti. Bunun bir sonraki cümlesi, IŞİD'le mücadele eden sempatik örgüt tanımıydı. Suriye konjonktürü PKK'ya yeni fırsatlar sundu, IŞİD ise ABD ile yakınlaşmayı sağlayıp, uluslararası bir kredi sağladı. Öcalan'ın da bunun farkında olduğu anlaşılıyor.
Ankara ise 6-8 Ekim olayları nedeniyle, "Kamu otoritesi"ni olmazsa olmazı olarak kabul etti. 6-8 Ekim çözüm süreci açısından bir travmaya yol açtı demiştim. Anlaşılan o ki sadece bir travmaya yol açmamış aynı zamanda çözüm sürecinin altını oymuş. İktidar, kamu düzeni sağlanmadan çözüm sürecini yürütmenin zorluklarını görmüş durumda. Diyarbakır sokakları ateşe verilirken, her sakallı IŞİD'ci diye katledilmeye çalışılırken, HÜDA PAR'lıların başları taşla ezilip, bıçaklanarak öldürülürken, çözüm sürecinin güvende olamayacağı hesap edilmemiş. Ya da tam da çözüm sürecini sabote etmek için yapılmış. 6-8 Ekim olaylarından sonra eğer güçlü bir siyasi irade olmasa biz bugün çözümü değil başka şeyleri konuşuyor olabilirdik. Çünkü iktidar, "Çözüm diyerek PKK'yı şımarttınız. Bölgede otoriteyi PKK'yı mı devrettiniz" şeklindeki tepkilerle karşılaştı. Kürt sorununu çözerken Türk sorunu üretme kaygısı diyebiliriz buna.
Diyarbakır'da, Şırnak'ta, Cizre'de meydana gelen olaylar, örgütün yol kesip, kimlik kontrolü yapması ve kaldırılan cenazeler, kamu otoritesini çözüm sürecinin anahtarı haline getirdi.
HDP heyetinin Başbakan Yardımcısı Akdoğan'la görüşmesine, "Kamu otoritesi" konusunun damga vurduğu anlaşılıyor.
30 Kasım'da HDP heyetinin yaptığı görüşmeden sonra yayınlanan açıklamada çok önemli noktalar vardı.