Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Akif Taşdemir, benliğindeki saldırgan ve cinsel dürtüleri bastıramayan veya bu dürtülerini yaşamın başka alanlarında olumlu bir üretkenliğe dönüştüremeyen kişilerin, bu dürtülerini aleni bir şekilde yaşayabileceğini söyledi.
Şiddetin, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümü olduğunu belirten Psikiyatr Dr. Akif Taşdemir, “Küresel ölçekte gösterilen çabaya, Bileşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi dünyanın en güçlü ve saygın kuruluşlarının bu konu hakkındaki yoğun çalışmalarına rağmen tüm dünyada şiddet içerikli olayların giderek arttığı gözlemlenmektedir” dedi.
“ŞİDDET İÇERİKLİ DAVRANIŞLARIN TEMELİNDE HEM BİREYSEL HEM DE TOPLUMSAL NEDENLER VAR”
Şiddet içerikli davranışların temelinde hem bireysel hem de toplumsal nedenlerin olduğunu söyleyen Taşdemir, “Benliğindeki saldırgan ve cinsel dürtüleri bastıramayan yahut bu dürtülerini yaşamın başka alanlarında olumlu bir üretkenliğe dönüştüremeyen kişiler bu dürtülerini aleni bir şekilde yaşayabilirler. Sıkça dürtüsel davranışlar gösteren bu şiddet eğilimli kişilerin ailesinden şiddet görmüş olması ve çocukluk çağlarında yoğun travmatik yaşantılarının olması sıkça rastlanılan bir durumdur. Genellikle düzensiz, dengesiz ve parçalanmış ailelerde yetişirler. Bu kişiler şiddet uygularken adeta madde kullanımında olduğu gibi haz yaşarlar. Özgecan’ı acımasızca katleden kişide de gözlemlendiği gibi bu kişilerde merhamet ve acıma duyguları körelir ve yaşamları boyunca birçok suç işleyebilirler. Bunlar çocukluk dönemlerinde yalancılık, hırsızlık, evden kaçma, kavgacılık, hayvanlara şiddet uygulama ve eziyet etme davranışlarını sıkça göstermiş kişilerdir. Yetişkin çağlarında da sık sık karakollara düşerler ve ne yazık ki gördükleri cezalardan pek de ders çıkarmazlar. Bu kişilerin saldırgan ve cinsel dürtülerinin hedefi ise maalesef toplumun fiziksel olarak zayıf olan kesimleri genelde kadınlar ve çocuklar olur. Öte yandan toplumda şiddetin yanlış tanımlanması, algılanması ve hatta normalleştirilmesi de şiddet olaylarının yaşanmasında kolaylaştırıcı bir etkendir.
Türkiye’de son 15 yılda yapılan bilimsel araştırmalarda çalışmaya katılan kadınların dahi neredeyse yarısının yemeği yakmanın, kocasına karşılık vermenin, parayı lüzumsuz yere harcamanın, çocuklarının bakımının ihmal edilmesinin, cinsel ilişkiye girmeyi reddetmenin şiddet görmek için haklı gerekçeler oluşturacağını belirttikleri saptanmıştır. Doğuda ve Güneydoğu’da bu oran daha da artmaktadır. Kadınların birçoğunun karşılık olarak sadece ‘sabretme’ tepkisi vermeleri sebebiyle şiddet ile mücadele sekteye uğramakta ve birçok olay gün yüzüne dahi çıkmamaktadır” diye konuştu.
“ŞİDDETİN HOŞ GÖRÜLMEDİĞİ BİR ORTAMIN OLUŞTURULMASI GEREKMEKTEDİR”
Kadına yönelik şiddet dünya üzerinde yaygın olduğunu söyleyen Taşdemir, “Bazı ülkelerde bu olguların çok az olması şiddetin önlenemez olduğu yönündeki düşünceyi çürütmekte, şiddet ile mücadele etme konusunda bizlere cesaret vermektedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi toplumların farkındalığının artırılması ile başlar. Önleme çabalarına kadın kadar erkeğin de katılımı sağlanmalıdır. Şiddetin hoş görülmediği bir ortamın oluşturulması gerekmektedir. Özellikle sağlık çalışanları, bilgilendirme kampanyaları ile kadınları sahip oldukları haklar, var olan kanunlar, sağlık kuruluşlarından nasıl hizmet alınacağı ile ilgili bilgilendirmelidir. Toplumun tüm kesimlerinden insanlar kadın erkek arasındaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, eşler arası şiddetin önlenmesi, cinsel şiddet ve taciz ile ilgili kapsamlı yasaların çıkarılması konularında savunuculuk yapmalıdır. Kadınların güçlendirilmesi ve toplumdaki statülerinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Kadına yönelik şiddet konusunda araştırma ve izlem çalışmaları yapılmalı, bu araştırmalar desteklenmelidir. Risk faktörlerine yönelik çalışmalar yürütülmelidir. Hem erkeklerin hem de kadınların meslek edindirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Şiddeti önlemeye yönelik birinci basamak önlemlerin yetersiz kaldığı durumlarda ikincil olarak sorun erken dönemde tanımlanmalı ve zarar önlenmeye çalışılmalı, üçüncül korunmada hekim geç evrelerde tanımlanmış sorunlarda, mevcut zararı gidermeye çalışmalı ve daha ileri zarar olmaması için korunma yollarını aramalıdır” şeklinde konuştu.