Kenan İskender Kimdir

Trabzonspor camiasının yetiştirdiği duayen isimlerden, bordo mavililerin 'Kenan abi'si, Trabzonspor eski As Başkanı iş adamı Kenan İskender bu sabah saatlerinde hayatını kaybetti.   Bu acı haber Trabzon’u yasa boğarken Merhum İskender, kısa süre önce haya

Trabzonspor camiasının yetiştirdiği duayen isimlerden, bordo mavililerin 'Kenan abi'si, Trabzonspor eski As Başkanı iş adamı Kenan İskender bu sabah saatlerinde hayatını kaybetti.
 
Bu acı haber Trabzon’u yasa boğarken Merhum İskender, kısa süre önce hayatına dair önemli anları Gazeteci Yazar İhsan Öksüz’e anlattı.
 
İşte Kenan İskender’in kendi ağzından hayatı;
 
(İhsan Öksüz’ün  “Bu Dünya’dan KENAN İSKENDER Geçti” adlı biyografisinden alınmıştır)
 
“ 1942 yılında Erdoğdu’da Hasan ve Emine’nin çocukları olarak doğmuşum. Babam nalbanttı.  İlkokul mezunuyum. Sanat Mektebi’ne yazıldım ama, okumadım. İlkokuldan sonra ufak tefek işlerde çalışmaya başladım. Benden 7 yaş büyük olan ağabeyim Kazım İskender, sonraları kayınpederim olacak Mehmet İskender’in yanında çalışıyordu. Beni de o işyerine aldılar. Mobilya dükkânıydı. Kısa bir süre sonra Mehmet Bey, ailesi ile İstanbul’a göçtü. İşyerinin malzemelerini ise bize sattı. Yani ağabeyimle birlikte Trabzon’da eski Ongan Pasajı’nda 30 metrekarelik küçük bir dükkânımız oldu. Sanıyorum 1959 yılı idi. Ağabeyim Kazım çok iyi bir mobilya ustası idi. Çok iyi mobilyalar yapmaya başladık. Trabzon’un gözdesi haline geldik. Çünkü o tarihlerde mobilya ve mobilya malzemesi bulmak zordu. İşlerimiz iyi gidiyordu. 
 
Bu arada Serdar Bali’nin babası rahmetli Zekeriya Bali’nin çalıştırdığı İdmangücü takımı ile idmanlara çıkmaya başladım. Zaman zaman B takımında da oynadım. Ama babam futbol oynamama izin vermedi. Gelip idmanlardan alırdı beni… Trabzon’un ünlü futbol simalarını o yıllarda tanımaya başladım. Ahmet Suat Özyazıcı, Özkan Sümer gibi zaman ünlü futbolcuları ve sonraları çok ünlü olacak yöneticilerle çağdaşım yani…
 
İşlerimiz açılınca bir de atölye ve şimdiki ortağım eski profesyonel futbolcu Mustafa Kayıkçı ile birlikte ayrıca bir dükkan daha açtık. Ağabeyim Kazım atölyede duruyor Mustafa Kayıkçı ile biz ise, mobilya aksesuarları satan dükkanda…  
 
1966 yılında sarı kırmızı renklerle kurulan Trabzonspor’da aktif rol almadım ama, onu kuranlarla ve o takımda oynayanlarla ahbaptım. Çünkü çok işlek bir yerde idi dükkanımız ve hemen her gün spor camiasının ileri gelenleri bizim mağazamıza gelirlerdi. Dışarıdan bir yönetici gibi sporcuların sorunları ile ilgilenirdim. Neredeyse tüm deplasmanlara giderdim. Kırmızı beyazlı forma ile kurulan Trabzonspor için yardım kampanyalarına da katıldım. Şehir içine çıkar, kulüp için para toplamaya çalışırdık. Ama şehirde İdmanocağı – İdmangücü kavgası bir türlü sonlandırılamıyordu. İdmanocağı camiası  “2.lige katılma hakkı bizimdi. İdmangücü bizi temsil edemez!” diyorlardı. Nitekim yardım toplamak için gittiğimiz kişiler bize “ Niye para topluyorsunuz? Bu takım nasıl olsa lağvedilecek!” diyorlardı! 
 
Hatta Ankara’dan o dönemin ünlü futbolcularından Trabzonlu olan “Kabak” Coşkun’u (Şahinkaya) almıştık. Muhalifler “Coşkun niye alındı? Trabzonspor olmayacak ki!” demeye devam ediyorlardı. Ama o sıralarda Ahmet Suat Özyazıcı, Atay Aktuğ gibi değerli futbolcular da Trabzonspor’a katılmaya başladılar. Çünkü artık futbolcular da Trabzon’un tek ve güçlü bir takımla liglerde temsil edilmesi gerektiğine inanıyorlardı.
 
Hır-gür ve kavgalar sonunda nihayet birleşme sağlandı. İdmanocağı yine ağırlıktaydı. İdmangüçlüleri pek hazmedemediler. Kulübün bordo mavi olan rengini bile sarı-kırmızıya çevirmeye kalktılar. Ama kendisi çok iyi bir İdmanocaklı olan rahmetli Rıfat Dedeoğlu bunu engelleyerek bugünkü Trabzonspor’un sürekliliğine büyük katkı sağlamış oldu.
Bunları dışarıdan takip ediyordum. Birleşmeden sonra hayli zaman geçirildi ve sonunda zorunlu olarak “öze dönüldü.” Bunun nedeni açıktı: Kentin artık yapacak başka şeyi kalmamıştı! Dışarıdan futbolcu alınmış; olmamış, teknik adam getirtilmiş yine başarı kazanılmamıştı. En iyisi kendi yağımız ile kavrulmaktı. Sonunda öze dönüş semeresini verdi ve Trabzonspor önce birinci lige çıktı sonra da peş peşe Türkiye Ligi Şampiyonları kazanmaya başladı.” 
 
 
"YÖNETİCİLEĞE NASIL BAŞLADIM?" 2. SAYFADA
 
YÖNETİCİLEĞE NASIL BAŞLADIM?
 
“Yöneticiliğe tamamen zorunluluktan başladım! Uzunsokak’ın en işlek yerinde bir lokantamız vardı. Bu lokantayı da Kazım Ağabeyim, Mustafa Kayıkçı ve kar ortağı olarak da Ali Baş’ı alarak açmıştık. Şimdiki İstikbal  Mobilya’nın olduğu yer… Adı Kristal Lokantası idi ve hala da orası “Eski Kristal” diye tarif edilir. Neredeyse kentin tüm tanınmış simaları, spor adamları, futbolcular, yöneticiler lokantamıza gelirlerdi. Orası adeta bir kulis merkezi idi. 
 

O dönemler yöneticilik yapmak zordu. Hem para vereceksiniz, hem zaman… Üstelik bu ikisi de yetmiyordu! Yetenekli de olacaksınız elbette… Yani işi bileceksiniz. Bir gün lokantada Trabzonspor’un ağır toplarının önemli konuşmalarına istemeden şahit oldum. O zaman Mustafa Şamil Ekinci kulüp başkanı idi. Başkanlığı bırakmak istiyordu ama, yönetici arkadaşları onu bırakmak istemiyorlardı. Ekinci’nin Kulüpten hayli alacağı vardı. Sanıyorum o zamanki para ile 10 milyon liraya yakın bir miktardı bu borç. Yöneticiler konuşmalarında diyorlardı ki “ Aramızda 625’er biner liralık senet toplayalım ve 5 milyon lirayı Şamil Bey’e verelim. Böylece hem kulübe verdiklerinin yarısını karşılar, hem de başkanlığa devam etmesini sağlarız. Böylece o da, alacağının yarısını bağışlayacak!

Bana dediler ki “ Seni de yönetime alalım ve sen de 625 bin liralık senet ver. Zamanı gelince paranı alırsın!” Dedim ki “Tamam, parayı vereyim ama, yönetime girmek istemiyorum.” Benden öyle bir söz çıktı ya, senetleri almaya geldiler. Trabzon’da yoktum ama ağabeyimle daha önce konuştuğum için 625 bin liralık senetleri hazırlamıştık. Ağabeyim imzaları atmış, o zamandan beri bizimle birlikte çalışan eski ünlü kalecilerden İbrahim Küçüktepe (Hantal İbrahim) da senetleri kulübe getirmişti.  Birkaç gün içinde de yapılan genel kurulda beni de yönetim kurulu listesine yazdılar. Yöneticiliğe başlamam böyle oldu. Yönetim kurulunda efsaneler var! M.Şamil Ekinci, Nizamettin Algan, Besim Kahraman, Süha Akçay, Utku Bozoğlu gibi isimler ki bunları bir daha aynı yönetim içinde bir araya getirmek imkansızdı. Ben onlardan gencim. Beni genel kaptan Süha Akçay’ın yardımcısı yaptılar. Bunun bir nedeni de benim teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı’ya yakın oluşumdu. Ayrıca Süha Ağabey de hayli yorulmuştu. Maçlara bile gitmek istemiyordu. 
 
O sezon başında Mehmet Ekşi, Necdet ve Orhan satılmış ve karşılığında yüklü miktarda gelir elde edilmişti. Böylece Şamil Ekinci’nin alacağının bir kısmı ödenmiş, bizim 625 biner liralık senetlerimiz de iade edilmişti. Yani vermeyi taahhüt ettiğimiz paraları da vermemiştik."
 
 
"FUAT “AGA”NIN TEPKİSİ!" 3. SAYFADA
 
FUAT “AGA”NIN TEPKİSİ!
 
Teknik direktör olarak başımızda Ahmet Suat Özyazıcı vardı ve sezon başında hazırlık kampı için Bursa’ya gitmiştik. Çok iyi bir hazırlık dönemi geçirmiştik. Bursa’dan hazırlık maçları yapmak için Almanya’ya geçtik. Kafile başkanı aynı zamanda Trabzon belediye başkan yardımcısı da olan rahmetli Fuat “Aga” (Eyüboğlu) idi. 
 
Almanya’ya inince Fuat Ağabey “ Kenan, ben hiçbir işe karışmayacağım. Gezip dolaşacağım. Ona göre…” dedi bana… Stuttgart’da iyi maçlar çıkardık. İlk maç öncesi Suat Ağabey (Özyazıcı) “ Kağıt kalem al, soyunma odasına gel!” dedi. Gittim. Kadroyu bana yazdırdı, imzalattırdı. Sonra da “Tribüne çıkma. Yedek kulübesinde benim yanımda oturacaksın” dedi. Maç boyunca onun yanında oturdum. O zamanlar bizde pek yoktu ama Almanya’da teknik direktörlerin ve yöneticilerin ortak basın toplantısı geleneği  vardı. Bizimle gelen Türk gazeteciler basın toplantısında bana da sorular sordular ve ben de dilim döndüğünce bir şeyler söyledim.
Ertesi gün söylediklerim Türkiye’deki gazetelerde yayınlanınca Almanya kampına sanki bomba düştü!!! Kampta tabir-i caiz ise kıyamet koptu! Ben nasıl demeç verirmişim? Bizimle olan diğer yöneticilerin bana olan tavırları da değişti, suratlarının şekli de. Anlam veremedim elbette. Demecin içeriği hiç önemli değildi, sadece benim demeç vermem olay olmuştu!
 
Almanya’ya ilk indiğimizde “ Ben hiçbir işe karışmayacağım. Gezip tozacağım” diyen Fuat Eyüboğlu çağırdı beni. Aynı zamanda kulüp ikinci başkanı idi.  Dedi ki “ Kenan! Bu yaptığın hiç olmadı! Kafile başkanı benim! Ben ayrıca siyasetçiyim. Senin demeç vermene ihtiyacın yok ama, benim var! Takımla ilgili her şeyi söyleyebilirsin ama, sonundaki imza Fuat Eyüboğlu’nun olacak!  Bundan sonra soyunma odasına da ben gideceğim, basın toplantısına da…” 
 
Olanları bir türlü idrak edemedim! Ne oluyordu? İş sonunda Ahmet Suat Özyazıcı’ya kadar gitti. Suat Hoca yumuşak görünümlü ama, son derece kararlı biri idi. “ Kardeşim, bana Kenan İskender’in genel kaptan yardımcısı olduğu söylendi. Genel kaptan yoksa yardımcısı vardır. Benim yanımda ya genel kaptan olacak, ya da yardımcısı. Başka kimseyi istemem!” dedi.
 
Huzursuz olmuştum. Suat Hoca’ya gittim:“ Hocam benim yüzümden kafilenin ahengi bozulmasın. Yedek kulübesine kim çıkarsa çıksın. Meraklısı değilim. Zaten bu olanlara inanamıyorum.” Suat Hoca ise “Hayır efendim. Bu işin kuralı budur. Benim yanımda genel kaptanın yardımcısı olarak sen oturacaksın.” deyip kestirip attı.
 
Oradan Köln’e, sonra Hamburg’a geçtik. Hamburg’ta amatör bir takımla özel maç oynuyoruz, rakibin sol açığı  bizim Turgay Semercioğlu’nu öyle bir zorluyor ki inanılmaz. Çünkü Turgay’ı Türkiye’de kimse geçemiyordu! Turgay sürekli söyleniyor “ Yahu bu adam Oleh Blokhin olmasın? Nereden buldunuz bu takımı ve bu adamı?” diyordu. 
 
Sonunda Süha Ağabey’in de sürekli beni öne çıkarması ve Özyazıcı’nın sahip çıkması ile yönetim kurulu beni kabul etti!  Bir nevi tanıdılar!!!”
 
O dönem kadromuz çok gençti. Ve 3 büyük kulüp karşısında bize pek şans verilmiyordu. Özyazıcı “ Ligde ne yaparsınız ?” diye sorulan sorulara “Her halde küme düşmeyiz.” cevabını veriyordu! 
 
Benim yönetici oluşuma kadar genel kaptanlar ve diğer yöneticiler idmanlara pek gitmezlerdi. Benimle birlikte Trabzonspor’da genel kaptanların idmanlara sürekli gitmesi geleneği başlatılmış oldu. Ama bütün bunları Süha Akçay’a rapor ederdim. Süha Ağabey maç öncesi soyunma odasına gelir ve hocanın verdiği maç listesini kara tahtaya tebeşirle yazardı. Ve bunu da çok severdi. Akçay büyük yönetici idi. Açıkça söylemem gerekirse yöneticiliği; başta teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı’dan sonra Süha Akçay ile Mustafa Şamil Ekinci’den öğrendim. Özyazıcı’dan futbolu, Akçay’dan genel kaptanlığı, Şamil Ekinci’den de sosyal ilişkileri… Saydığım bu 3 ismin tümü de hakemlere karşı son derece saygılı idiler. Bana da bunu öğretmişlerdi. Daha önce maçımızı yönetmiş olup da aleyhimize karar vermiş olsalar dahi, onlara karşı en küçük bir sitemde bile bulunmamam gerektiğinin altını özellikle çizmişlerdi.”
 
"PEYNİR EKMEKLE ŞAMPİYONLUK!" 4. SAYFADA
 
PEYNİR EKMEKLE ŞAMPİYONLUK!
 
Yine bir deplasman yolculuğuna çıkıyoruz. Tabii otobüsle… Yol uzun ve bitmek bilmiyor… Osmancık Yolu yeni açılmış… Kestirme olur diye vuruyoruz yola ama , yol hem kötü, hem ıssız… Gece yolculuğu bir türlü bitmek bilmiyor. Yol boyunca ne lokanta var, ne benzeri bir tesis… Hatta bakkal bile yok… Sonunda fırına bile razıyız ama, yol yeni olduğu için henüz tesis yok! Gece yarısı geçilmiş… Derken yolun kenarında loş bir  ışık görüyoruz. Bir bakkal… Bayram ediyoruz. Ama içine  girince yiyecek hiç bir şey olmadığını görüyoruz. Bakkal, sadece peynir tenekesinin içinde tortu kaldığını ama, az ileride bir fırın olduğunu, orada ekmek bulabileceğimizi söylüyor. Hemen fırını buluyoruz ki mis gibi ekmekler… Ne kadar ekmek varsa alıyorum. Bakkaldaki peynir tortusunu ekmeklerin içine koyuyoruz ve futbolculara dağıtıyorum. Çocuklara içlerinde katık olarak sadece peynir tortusu olan ekmekler bal börek geliyor. Sadece onlar değil, biz yöneticiler de yiyoruz, afiyetle… Trabzonspor şampiyonlukları böyle kazandı. Bilinsin diye anlatıyorum.”
 
 
 

Yorum Yap
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yaşam Haberleri