Yargıtay'ın, resmi nikahsız birliktelik yaşayan kadınlara, ayrılıkta tazminat ödenmeyeceğine ilişkin kararlarına karşı bir Yargıtay üyesi, bu durumdaki kadınların ''cinsel yönden sömürüldüklerini ve tazminat almalarının hakları olduğunu savundu.
Adana'da resmi nikahı olmadan 19 yıl bir adamla yaşayan Hülya D, üç çocuğunun babasının kendisini terk etmesi ve başka bir kadınla resmi nikahla evlenmesi üzerine, ''haksız eylem nedeniyle'' manevi tazminat davası açtı.
Adana 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, Hülya D'nin manevi tazminat istemini kısmen kabul etti.
Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy çokluğuyla bozdu.
Daire'nin kararında, tarafların uzun süre birlikte yaşadıkları ve üç çocuklarının olduğu, davalının birlikte yaşama son verdiği ve başkasıyla resmi nikah yaptığı belirtildi.
Davacı ile davalı arasındaki gayri resmi birlikteliğin, Türk Medeni Kanunu anlamında gerçekleşen ve hukuk alanında geçerlilik taşıyan bir evlilik olmadığı, taraflar arasında bir evlilik ilişkisini de doğurmadığı vurgulanan kararda, bu nedenle aralarındaki ilişkinin aile hukuku kurallarına göre değil, borçlar hukukuna ve özellikle de haksız eylem hükümlerine göre değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi.
Davacı kadının, davalı ile rızasıyla birlikte olduğu ve evlilik vaadiyle kandırıldığını da kanıtlayamadığı ifade edilen kararda, şöyle denildi:
''Getirilen aile nüfus kayıt tablosuna göre, davalı davacı ile birlikte olduğu zaman diliminde evli olarak görünmektedir. Bu duruma razı olan davacının ortak üç çocukları da olduğu gözetildiğinde, 19 yıl süreyle evlilik vaadiyle kandırıldığından söz edilemez. Davacı bu hususu da kanıtlamış değildir. İstemin tümden reddedilmesi gerekirken mahkemece kısmen kabul kararı verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.''
-Başkan ve bir üye görüşe katılmadı-
Çoğunluğun bozma kararına katılmayan Daire Başkanı Şerife Öztürk, yerel mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu ve onanması gerektiğini belirtti.
Karara katılmayan Üye Bilal Köseoğlu ise karşı oy yazısında, olayı bu durumdaki kadınların sömürülmesi olarak niteledi.
Karşı oy yazısında, tarafların uzun zamana yayılan cinsel beraberliklerinin olduğu ve bundan tarafların çocuklara sahip olduklarının görüldüğünü belirten Köseoğlu, ''Davalı erkek, kendine yeni bir cinsel arkadaş bulmakla davacı ile ilişkisine son vermiştir. Davacı tazminat isterken evliliğe değil, geçmişe ve yıllara dayalı cinsel beraberliğe dayanmaktadır. Bir anlamda davacı davalıya cinsel anlamda yıllarını vermiştir'' ifadelerini kullandı.
Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) hükümlerinden örnek veren Köseoğlu, şunları kaydetti:
''CEDAW hükümlerine göre açıklarsak, davalı davacıyı yıllarca cinsel olarak onun niyetini kötüye-boşa çıkararak sömürmüştür. Kanun maddelerinin yetmemesine karşı CEDAW hükümleri davalının bu davranışını yasaklamakta ve sözleşmenin tarafı devletleri cinsiyet sömürüsüne karşı uyarmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeye taraf olmakla davacının tazminat hakkını korumakla görevlidir. İlk derece mahkemesi kararı tam bu anlamda yerindedir. Bundan dolayı kararın onanması görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.''
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi daha önce de resmi nikah yaptırmadan, davetliler huzurunda kendi rızasıyla evlenen 18 yaşından büyük bir kadının, birlikteliğin sona ermesi halinde tazminat talep edemeyeceğine karar vermişti.
-Hukukçuların görüşü-
Yargıtay'ın, söz konusu kararlarını değerlendiren hukukçular farklı görüşler dile getirdi.
Eski aile hakimi avukat Eray Karınca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını anımsatarak, Türkiye kaynaklı iki ayrı davada, korumanın, ''kadına yönelik şiddetten korunma'' söz konusu olduğunda yapılabileceği söyledi.
Medeni Kanun kaynaklı tazminat talebinde, AİHM ''Türk Hükümeti, resmi nikaha önem arz etmekte serbesttir'' yönünde kararı olduğunu belirten Karınca, ''Ben de AİHM'in bu konuda koyduğu kıstası doğru buluyorum. Medeni Kanun kapsamındaki ekonomik talepler, resmi nikah olmadıkça istenemez. Bu talep ancak davacının 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kanunu kapsamında olsaydı değerlendirmeye alınırdı'' dedi.
Avukat Hülya Gülbahar da medyada yer aldığı kadarıyla yerel mahkemenin kararına katıldığını ifade etti.
Gülbahar, pek çok ülkede, kendini aile gibi hisseden, aile gibi yaşayan çiftlere bazı hakların tanındığını dile getiren Gülbahar, ''Örneğin Miras Hukuku'nda birbirlerinin mirasçısı olabilmek gibi... Günümüz koşullarında aile konusuna biraz daha esnek bakmak gerekir. Ancak bu bizi erkek çok eşliliğine ve çok hukukluluğa asla götürmemelidir. Türkiye için tek doğru çözüm, tek ve ortak bir hukuk sistemidir'' dedi.
CEDAW'ın medeni hale göre ayrımcılık yapmama kuralının akıldan çıkarılmaması gerektiğine değinen Gülbahar, ''Türkiye'nin imzaladığı İstanbul Sözleşmesi'nde de kadına karşı şiddetin söz konusu olduğu durumlarda medeni hal ayrımcılığı yapılmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu konu da CEDAW ve İstanbul Sözleşmeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir'' diye konuştu.
Avukat Ayten Ünal da çoğunluğun görüşüne katılmayan üyenin karşı oy yazısını ''vicdanlı bir yol'' olarak nitelendirdi.
Karşı yazının kaynağında, uluslararası hukukun, CEDAW Sözleşmesi'nin bulunduğuna dikkati çeken Ünal, bu görüşün, yargı bağımsızlığından, hukuktan ve kadınlardan yana bir bakış olduğunu söyledi.
Ünal, ''AİHM kararları, CEDAW Sözleşmesi, Anayasa'nın 90. maddesine göre uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğu dikkate alınarak burada bir aile gibi değerlendirme yapılarak Yargıtay'ın dar, hayatın olağan akışına uygun olmayan görüşünün aksine, manevi tazminatla birlikte maddi tazminat, nafaka ve mal rejiminin tasfiyesi dahi istenebilir görüşündeyim. Bu mağduriyetlerin giderilmesi gerekir'' dedi.