Tarihsel, sosyolojik, edebi ve felsefi açılardan ele alındığında kardeşlik yalnızca kan bağıyla sınırlı kalmayıp insani değerlerin, toplumsal dayanışmanın ve kültürel yapının bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Antik çağlardan günümüze kadar, kardeşlik toplumlar arasında dayanışmayı güçlendiren ve güç ilişkilerini şekillendiren bir olgu olmuştur.
Antik Yunan’da kardeşlik bireyler arasındaki eşitlikçi ve güven temelli ilişkilerin en yüksek formunu ifade ederdi. PLATON'un "Devlet" adlı eserinde, ideal devlette tüm vatandaşların birbirlerini kardeş olarak görmeleri gerektiği savunulmuştur. Toplumsal sorumluluk, adalet ve eşitlik anlayışıyla yoğrulmuş bir kavramdı.
Ortaçağ’da ise kardeşlik, Hristiyanlık öğretilerinde derin bir şekilde yer bulmuştu. Tanrı'nın insanları kardeş olarak yarattığı inancı, tüm insanları eşit kabul eden bir ahlaki değer taşır.
Ortaçağ'ın dini metinlerinde, özellikle Aziz FRANSUVA'nın öğretilerinde kardeşliği, her türlü maddi çıkarın ve sınıf farklılıklarının ötesinde, tüm insanların birbirine yakın olması gereken bir erdem olarak tasavvur ederdi.
Sosyolojik açıdan bakıldığında, kardeşlik, toplumsal yapının ve kültürel ilişkilerin temel taşlarından biri olarak karşımıza çıkar. Özellikle dayanışma, yardımlaşma ve kimlik oluşturma süreçlerinde, kardeşlik ilişkilerinin önemli bir rolü vardır. Toplumları bir arada tutan ve bireyleri bir aidiyet duygusuyla bağlayan, zamanla pekişen kardeşlik bağlarıdır.
İbn HALDUN, " Mukaddime " de kardeşlik ve dayanışmanın doğal bir süreçle başladığını, ancak bu bağların zamanla zayıfladığını belirtir. Bu süreç, özellikle güç ve çıkarların değişmesiyle ilgilidir. İnsanlar arası ilişkilerde samimiyet ve yardımlaşma başlangıçta güçlü olsa da, bireysel çıkarlar ve hırslar devreye girdiğinde bu bağlar kolayca kırılabilir. Kardeşlik, aynı zamanda, toplumsal bağlar güçlüyken daha kalıcı olabilir; fakat bu bağların zayıflaması, zamanla bireyselcilik ve çatışmalara yol açar diyor.
Emile DURKHEİM, toplumsal bağlılık ve birey arasındaki ilişkiyi ele alırken, sosyal düzenin sağlanmasında insanların birbirine olan sadakatlerinin önemli olduğunu vurgulamıştır.
Max WEBER ise, toplumsal değerler ve etik bağlamında kardeşlikten söz etmiştir. Weber, kardeşlik, toplumsal sorumluluğun ve ahlaki yükümlülüklerin bir simgesi olarak ortaya çıkmıştır.
Kardeşler (Les Frères) adlı eserde, Alexandre DUMAS, kardeşlik kavramını, biyolojik bağların ötesinde, birbirine olan sadakat, fedakârlık ve sevgi üzerinden tartışır.
DOSTOYEVSKİ'nin Karamazov Kardeşler eserinde kardeşler arasındaki ilişkiyi sadece ailevi bir bağ değil, ahlaki, dini ve toplumsal çatışmaların bir sonucu olarak sunar. Dostoyevski'nin eserlerinde, kardeşlik hem bir vicdan muhasebesi, hem de insanın özgürlük ve sorumluluk arasındaki çatışmasını simgelerken bireylerin birbirlerine karşı sorumluluk taşıdığı, ancak aynı zamanda birbirlerinin farklılıklarını kabul etmek zorunda oldukları bir ilişkidir.
Yani kardeşlik, insanlığın en temel ihtiyaçlarından biri olarak, hem bireyler arasında hem de toplumlar arasında güçlü bir bağ kurar.
Ya Türklerde nasıl derseniz....
Türk kültürü ve kimliği, tarih boyunca pek çok farklı coğrafyada varlık göstermiş, farklı milletler ve topluluklarla etkileşime girmiş bir kültürdür. Bu uzun süreç içerisinde kardeşlik, birlik ve dayanışma gibi değerler, Türk toplumunun kültürel yapısının temel taşlarından biri olmuştur. Türk kültüründe hem toplumsal hem de bireysel düzeyde önemli bir yer tutar ve tarihsel örneklerle güç kazanmıştır.
Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya uzanan coğrafyalarda kardeşlik kavramı kendini her zaman derinden hissettirmiştir. İlk olarak Orta Asya'daki göçebe Türk toplumlarında "KUT" anlayışı, devlet yönetiminde birlik ve kardeşlik anlayışını simgelemiştir. "KUT", Tanrı tarafından verilen ilahi bir güç olarak kabul edilirdi ve bu güç, yalnızca toplumda adaleti sağlayan ve halkını koruyan HAKAN'A verilirdi. Bu anlayış, hükümdarın halkıyla kurduğu yakın bağı ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken kardeşlik bilincini besliyordu.
Anadolu'ya uzanan yolculukta Selçuklu'dan Osmanlı Devleti'ne kardeşlik, sadece aile içindeki bağlarla sınırlı kalmamış, geniş topraklarda hüküm süren Selçuklu ve Osmanlılar fethettikleri bölgelerdeki farklı etnik ve dini grupları bir arada tutarak, "millet" sistemiyle kardeşlik anlayışını inşa ve teşvik etmiştir.
Büyük Selçuklu'nun efsane veziri NİZAMÜLMÜLK, "Siyasetname" adlı eserinde kardeşliği devletin güçlü ve istikrarlı olabilmesi için iç dayanışma ve birlikteliğin sağlanması olarak tanımlar. Bu birlik, yöneticiler ve halk arasında karşılıklı güven ve adaletin temeli olarak kabul edilir. Nizamülmülk, kardeşlik anlayışını, özellikle hükümdar ile vezirler arasındaki ilişkilerdeki sadakat ve işbirliği üzerinden işler, böylece devletin yönetiminde başarının anahtarı olarak görür.
Osmanlı Devletinin büyük tarihçisi NAİMA'ya göre kardeşlik; insanları bir arada tutan, birbirini destekleyen ve anlayışla yaklaşan bir bağdır. İnsanların birbirine yardım etmeleri, sevgi ve saygı göstermeleri gerektiğini vurgular.
Devlet adamı, tarihçi ve hukukuçu AHMET CEVDET PAŞA'ya göre, kardeşlik; insanlara karşı sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma gibi değerlerle şekillenen bir ilişkidir. Bu ilişki, toplumun huzur ve refahı için önemli bir rol oynar.
Cumhuriyet döneminde ise Türk kimliği daha da belirginleşmitir. Milli kimliklerin belirgin hale geldiği ve değer bulduğu bu dönemlerde kardeşlik anlayışı modernleşme sürecinde TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin kurucusu MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ün , halk arasında birlik ve beraberliği teşvik etmek için "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesiyle, sadece ülke içinde değil, dünya genelinde de kardeşlik ve barışa vurgu yapmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zorluklar ve savaşlar, Türk halkının birbirine sıkı sıkıya kenetlenmesine neden olmuş ve bu süreçte kardeşlik anlayışı, ulusal birliğin ve kimliğin pekiştirilmesine hizmet etmiştir.
Cumhuriyet dönemi sosyologları tarihçileri, edebiyatçılarına göre, kardeşlik, genellikle toplumsal dayanışma, eşitlik ve birliktelik gibi kavramlarla ilişkilendirilen kardeşlik çoğu zaman toplumsal huzurun ve ulusal birliğin simgesi olarak görülmüştür. Bu düşünce, milliyetçilik, laiklik ve cumhuriyetçilik gibi ilkeler ve yaklaşımlarla beslenmiş, toplumun bir arada yaşama bilincini güçlendirmeyi hem bireysel ilişkilerde hem de ulusal ve uluslararası düzeyde Türk halkının kimliğini şekillendiren önemli bir üst kavram olmaya devam etmektedir.
Modern Türkiye'nin kardeşlik felsefesi, toplumsal birlikteliği, hoşgörüyü ve eşitliği vurgulayan bir anlayışa dayanır. "Birlikte yaşama" anlayışı, toplumsal huzur ve barış içinde bir arada yaşamanın önemine dikkat çeker. Ayrıca, bu felsefe, insan haklarına saygı ve adaletin sağlanması gibi evrensel değerlere de dayanır.
Sonuç itibariyle dünyada yaşananlar, Ortadoğu'da karşımıza çıkan tablo ve yaşananlar iyi okunduğunda sizce olması gereken nedir? Artık kararı hep birlikte verme zamanı değil midir? Türk kimliği çatısı altında kültürel zenginliklerimizi toplumsal temelde eşitlik, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü içerisinde kardeşlik olgusunu güçlü kılma zamanı değil midir?