Savcı Zekeriya Öz'ün 17 Aralık 2013'teki operasyondan bir gün sonra İstanbul Emniyeti'ne yaptığı baskında dayağın kıyısısından döndüğü iddia edildi.
Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, 17 Aralık operasyonunu değerlendirdiği buğünkü yazısında cemaate yüklendi.
Karagül, Öz'ün 18 Aralık'taki sürpriz İstanbul Emniyeti ziyaretiyle ilgili ilginç bir ayrıntıyı köşesine taşıdı.
AZ KALSIN ORADA DAYAK YİYORDU
(...)İçerideki operasyonel kadroların bu kadar özgüven ve pişkinlikle hareket etmelerinin sebebi arkalarında hissettikleri daha doğrusu talimat aldıkları güçlerdi. 28 Şubat İsrail aşırı sağı ile ABD'deki neoconların ortak operasyonuydu ve Türkiye'de kendilerine yakın askeri unsurlar üzerinden yürütüldü. 17 Aralık'ta da yine aynı çevrelerin parmak izleri çok açık bir şekilde ortada. Dahası, operasyonun merkezi ABD'de ve her şey oradan yürütülüyor.
18 Aralık gününü hatırlıyorum. Önceki gün açığa alınan Zekeriya Öz, Mali Şube'yi bastı. Polislere zorla örgüt şeması yazdırmaya kalkıştı. Örgütün tepe ismi olarak da Tayyip Erdoğan'ı yazdırıyordu. Devamında bakanlar vs. geliyordu. Öyle bir pervasızlık ve pişkinlikle hareket ediyordu ki, talimatlarına uymayı reddeden emniyet mensuplarını tehdit ediyordu. Ona göre darbe başarılıydı, hükümet gidiciydi, Erdoğan'ın ellerine kelepçe takılacaktı, bakanlar tutuklanacaktı.
Efgan Ala'nın müdahalesiyle apar topar Mali Şube'den dışarı atıldı. Örgüt şeması yazdırmaya çalışan Öz, oradan kovulmuştu. Az kalsın orada bir de dayak yiyordu.
BAŞBAKANI NE ZAMAN ALIYORUZ TALİMAT GELDİ Mİ?
Sadece Öz değil, diğer savcılar, hakimler, emniyet mensupları, gazeteciler, işadamları, aklınıza kim gelirse, örgüt içinde yer alan herkes bir şekilde darbenin başarılı olacağından emindi. Yeni hükümet, kadrolar kimlerin nerelere atanacağı, kimlerin tasfiye edilip hapislere doldurulacağı belirlenmişti. Önlerine çıkan ve çıkacak kim varsa yok edilecekti. Binlerce insan bu yüzden dinlenmiş, fişlenmiş, tapelenmiş ve haklarında örgüt ya da başka bir suçtan kurgular yapılmıştı. Dosyalar hazırdı. Sesini çıkaran içeri atılacaktı.
Okul yaptırmadığı için, haraç vermediği için, cemaatin şirketlerinin gireceği ihalelere girdiği için işadamlarını hapse atıp yüz yıl, iki yüzyıl ceza veren bir anlayışın, iktidar olduktan sonra neler yapabileceğini bir düşünün. Böyle onlarca dosya var. O zaman dertlerini anlatacak kimse bulamıyorlardı. Devletin bütün yargı kurumları kapıları yüzlerine kapatıyordu. Bu insanların çoğu iflas etti, hayatları karardı. Şimdilerde sayısız dosya geliyor gazetelere. Bize de bunları yaptılar diye.
Emniyet istihbaratta dinleme yapan polislerin kendi aralarındaki yazışmalarda "Yurt dışından talimat geldi mi, Başbakan'ı ne zaman alıyoruz", "Bakanlar Kurulu'nu burada (emniyette) toplayacağız" diyorlardı. Başbakan'a ağır küfürler ediyorlardı.
HERKES BU DARBECİLERLE AYNI CEPHEDE YER ALIYOR
Erdoğan'a kişisel öfke duyan herkes şimdi bu darbecilerle aynı cephede yer alıyor. Ortada fikri, siyasi bir hesap yok, sadece kin ve nefret hissi ile bir savrulma var. Kendi tükenmişliklerini bu şekilde örtmeye, gayri meşru bir arayış üzerinden can suyu bulmaya çalışıyorlar. Bazılarının ise müdahalenin dış aktörlerinin nüfuz alanında olduğuna şüphe yok.