"Güzel bir kitap okumak ve ömrümün kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum, demişti. Sonra da bana dönüp sormuştu: İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Barış Bıçakçı'ya ait okuyacağım ilk kitap olmasının heyecanıyla kitabı elime aldım ve bu yazıyla karşılaştım. Üstelik yaşadığım şehrin yaylasında minik bir göle doğru kurulmuş çadırımızın içinde okumaya başlayacakken. Daha başlamadan gönlümü çelmiş oldu yani.
Bu kitabıyla Bıçakçı yorumu yapmak hem çok zor hem kolay. Kitap birbirinden bağımsız öykülerden oluşuyor. Her ne kadar okuduğum ilk Bıçakçı kitabı da olsa kendisi hakkında kitaplarını çok okumak isteyecek kadar bilgi sahibiydim. Bu yüzden de hikayeler beni şaşırtmadı. Havada asılı kalan daha doğrusu yarım ya da eksik kalmış duygusu veren hikayeler okuyacaksınız. Hikayelerin kahramanları gibi sizler de boşlukta hissedeceksiniz okurken ya da kendi boşluklarınıza benzeteceksiniz.
"Şarap kadehi elinde, bir oğlanınki gibi kesilmiş tırnaklarıyla ince parmakları güzel görünüyor."Dokuyu tamamlayana kadar bölünüyor, bölünüyorlar. Tamamlayana kadar, anlıyor musun? Çoğalıyorlar. Eksikliği gidermek için..." Burnunu kadehin içine soktu, sonra "Boşluğu doldurmak için" dedi."
Çünkü bu boşluk hepimize ait. Yaşadığımız zamana ait bir boşluk. Zamana maruz kalan herkes alıyor kendi payını. Şarap kadehini tutuşundan, felsefesine, bilimine kadar. Çünkü zaman çok hızlı ve biz kendilerimizi sürekli yetersiz hissetmek zorundayız. Yine de her halimizle biziz işte. Önceki dönem eserlerinden en farklı yanı da bu. İyi ve kötü özelliklerimizle biz bir bütünüz. Tamamen iyi ya da tamamen kötü değiliz.
Düşünebiliyor musunuz, demişti yedi numara, "Adam Cumhuriyet Bayramı'nda bayrak asıyor! İki yanında da artık çorap mı istersin, don mu? Herkes önce kahkahalarla gülmüş, sonra ayıplamıştı."
Alıntıda da farkedeceğiniz üzere hikayenin kahramanı milli duygulara sahip ve bayrak asıyor. Fakat yanına çamaşır da asılıyor. Aslında duygularımızın ne kadar da gösterişe yönelik olmaya başladığı ve içinin boşaldığı tek bir örnekte dahi görülüyor. Halkın tepkisi ise daha da tuhaf olanı. Önce gülüyor sonra ayıplıyorlar. Biz gerçekten biz miyiz sorusu gelmiyor mu sizin de aklınıza?
Zamanda sıkmışlık, boşluk, zamansızlık, eksiklik hikayeleri, dolayısıyla da kitabı özetleyen cümleler. Sonuç olarak postmodern özellikler gösteren bir kitapla daha karşı karşıyayız. Okurken ben bunu hissettim ama ifade edememiştim hissini yaşamayı çok sevdiğimden bu tarzı seviyorum. Sizlere de keyifli okumalar dilerim.
ALINTILAR
"Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz."
"Çıkıp bir sokakta yürüsek şehrin boğazına kaçmış gibi oluruz. Binalar, kaldırımlar, tabelalar, belediyenin işlek caddelerin kenarına diktiği cılız ağaçlar, püskürtmek istercesine üzerimize gelir. Evde kalsak komşunun oğluna Türkçe dönem ödevi için yardım etmemiz gerekir. Zavallı çocuk bizim ağzımızdan içinde "umarsız" sözcüğü geçen bir dolu cümle yazar sonra da umarsızlık içinde bir bize bir de yazdığı cümlelere bakar."