Onu bırakıyor. Başka bir tavuk alıp gerisini yokluyor.
“Bu da yaramaz. Milano tavuğu. Benim bundan da bi tane vardı, ordan biliyorum.”
Ardından bir tane daha…
“Kesinlikle yaramaz. Napoli tavuğu...”
Sonra satıcıya dönüp,
“Bu arada, sen nereliydin birader?” diye soruyor.
Satıcı kızgın, arkasını dönüyor,
“Yokla, anlarsın.” diyor.
Bu fıkradaki çokbilmiş kişide bilgi yok aslında, hadsizlik ve önyargı var.
Önyargı bazen işe yarar. “Bu adamın gözü göz değil, kaçalım.” dersin, hayatın kurtulur.
Fakat önyargılar çoğu zaman da hayat karartır.
ABD’de yapılan bir deneysel çalışmadan çıkan şaşırtmayıcı sonuç:
“Gece yarısı karanlık bir sokaktaki kişi ‘zenci’ ise elinde tuttuğu şey bir silahtır.”
Öyle midir gerçekten?..
Ülkemizde sınav sorularını çalanlar, “Bugüne kadar hep onlar çaldı. Şimdi sıra bizde.” diyorlardı. “Onlar” diye anılan insanlar gerçekten soru filan çalmış mıydı?..
“Önyargı, insanların başkalarının haklarını gasp ederken geceleri rahatça uyumalarını sağlar.” diyor bir düşünür.
“Güzel olan iyidir.” şeklinde bir önyargı var. Yalan değil, araştırmışlar. Güzel (yakışıklı) olanlar, “öteki” insanlardan daha sevimli ve zeki kabul edilirken iş hayatında da %10 - 15 daha fazla kazanç elde ediyormuş. Fazla kilolu olanlar tembel addedilirken uzun boylular da kısalara oranla daha donanımlı ve lider gibi algılanıyormuş…
Bizim neden iyi bir baltaya sap olamadığımız da buradan anlaşılıyor.
Öğretmenlik yaşantımızın dördüncü yılında nihayet biz bekârlar da lojmana çıkabilmiştik. Odamın duvarlarına Namık Kemal, Mahmut Ekrem, Halit Ziya gibi sakallıların portrelerini asmıştım. Kıdemli bir meslektaş evimize konuk olduktan sonra beni okul idaresine ihbar etmiş:
“Müdürüm, duvarları hep komonis resimleriyle doldurmuş bu herif!..”
Heyhat!.. Önyargı, cehalet ve gammazlık bir arada…
Bir Fadime yengemiz var. Kötü hastalığa yakalandığını öğrenmiş, doktor arayışına girmişti. Bir doktor bulduk.
“Yok, uşuğum, olmaz!” dedi. “Ben kadın doktor istemem.”
“Niye istemiyorsun?”
“Erkek doktorlara daha çok güveniyrım…”
Israr ettik, pek ikna olmadı ama salık verdiğimiz doktora gitmek zorunda kaldı.
Ameliyattan ve toparlanmaya başladıktan sonra,
“Oy uşuğum, ben ona kurban olurum! O ne has doktor imiş…” dedi.
Bu, mesleğinin yüz akı, eli öpülesi insanı ben de tanıdım. Adını buraya yazmayı borç bilirim: Op. Dr. Duygu Kavak Cömert…