Bir diş hekiminin tezgâhtarlık yapması

İsmet Paşa 50 yaşındayken viyolonsel dersleri almış. Öğrenebilmiş mi? Hayır. Ama takdire şayan bir çaba.

Tolstoy’un bisiklet sürmeyi öğrenmek için 67 yaşında kendini heder edişi de öyledir…

Trabzon Belediyesi “Sepet Örücülüğü Kursu” açmış. Köyde ararken şehirde buldum diye sevindim. Ne zamandır sepet örmeyi öğrenmek istiyordum. Fakat yaş sınırı koymuşlar, 35’ten yukarısı olmuyormuş. Güzelim kursu 19 yıl farkla kaçırdık. “Eğitim hakkımız engellenemez!” diye figan eylesek de faydasız… Peki, ne yapalım şimdi? Halk Eğitim’in “Hafif Düzeyde Zihinsel Engelliler İçin Düz Kirkitli Dokumalar” veya “Brüksel Lahanası Yetiştiriciliği” kurslarına mı katılalım?

“Yetişkin eğitimi” diye bir kavram var. “40’ında saza başlayan…” diye söze başlayan şom ağızlılara bakmayın. Toprağı bol olsun, 71 yaşındaki Sokrates, ölümüne az kala saz çalmayı öğrenmek istemiş. “Mesele sazı çalıp eğlenmek değil, yeğen.” demiş. “Öğrenmenin tadı başka…”

Bir belediyemizin bilgisayar kursuna katılan 70 yaşındaki Ali İhsan amcamız da öğrenmekten keyif aldığını söylemiş. Bilgisayar öğrenip torunlarıyla oyun oynamak istiyormuş. Torunların dünyasında bilgisayarsız oyunlar yok ise gayri ne yapsın dede?

65 yaşındaki Sabriye yengemiz, payına düşen arsayı erkek kardeşlerine kaptırdıktan sonra okuma yazma öğrenmeye karar veriyor. 9 çocuklu, yetmiş yaşındaki Ayşe teyzemiz ise bir başka belediyenin kursunda üç ayda okuma yazma öğrendikten sonra kitap yazmaya başlamış. Yaz bakalım Ayşe teyze. Seninle bir edebiyat yarışmasında karşılaşırız da el mi yaman, bey mi yaman, görürüz…

Efendim, yetişkin eğitimi şaka kaldırır da genç eğitiminin şakaya gelir yanı yok. Sürekli tartışılan sorunları buraya yazıp değerli vaktinizi çalacak değilim. Ama üniversitelerimizde 8 milyondan fazla gencimizin eğitim görmekte olduğunu, bunların azımsanamayacak bir miktarının ne yazık ki işsizler ordusuna katılacağını görmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Çalışma hayatında gereğince karşılık bulamayan bölümlerin kapatılması veya kontenjanlarının hatırı sayılır miktarda azaltılması farzdır. Buna koşut olarak meslek liselerine ciddi yatırım yapılması gerektiği de malûmunuzdur. 

500 bin civarında öğretmen atama beklerken eğitim fakültesi kontenjanlarının azaltılMAması akla ziyan bir durumdur. Çok da eski olmayan bir “eğitim bakanı”nın “Öğretmenler kendilerine başka iş baksın.” şeklinde özetlenebilecek çözümü dâhiyanedir fakat derde derman değildir. “Bir diş hekiminin tezgâhtarlık yapması” ancak mizah konusu olur. Peki, bir öğretmenin tezgâhtarlık veya kasiyerlik yapmasını olağanlaştırmak yazık günah değil midir? Yüz binlerce öğretmeni yetiştirmek için yapılan yatırımın heba olmasının da bir vebali yok mudur? 

İşletme, iktisat, maliye, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler, tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji gibi pek çok bölümün işsiz mezunlarını da unutmadan soralım:  
Bu çocukların hayallerini yıkmaya, umutlarını yok etmeye ne hakkımız var?

İlk yorum yazan siz olun
Haberlerde yapılan yorumlarda Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri