Bu kent de doğan, bu şehrin çocukları ilk seni severdi , ana kucağından sonra...
Mahallesindeki sevgilisini düşünürken, henüz ilk sakal, bıyık tıraşını ustura ile olmamışken,
İlk sevdasıydı bu şehir…
Bir türlü değişmeyen otogarı yani, köy otobüs terminali de! inatla yerinde dursa da,
El ele tutuşup gezmişlerdi, yanak yanağa Faroz’un mendireğinde.
Bir semaver çay, parada tuzlu da olsa Aşıklar Parkı’nda, Isınamadı bu gençlik Meydan parkına.
*
Atapark’ı sevmiştin, kuğulara simit atarken havuzunda… Zağnos vadisinde sabahladığınız gece, açılmıştı karşı surlardaki hanımelleri.
Karşısındaki 40 yıllık bina, nice karakterlere sahne olmuş tiyatro da, yeni kavşak için yıkılmayı beklerken idam mahkumu gibi, yenisi nerede, ne zaman bir an önce yapılacak diye bekler oldunuz.
Aslında hiç ayrılmak istemedi bu şehrin çocukları, Ayasofya müzesinin altındaki Orkide gazinosu ile
Kemerkaya sahilindeki, Emperyal gazinosu yıkıldıysa da, halen kulaklarınızda değil mi “ kahverengi gözlerin” türküsü…
Gözlerinizin önünde değil mi? Ganita kıyısında Jamer Köksal'ın dalgaları iki metreden sihay beyaz fotoğrafladığı an.
Arafilboyu'nda "liman manzaları taşlıklı evler, gaz lambalarının içerden perdeye vurduğu ışıkları hatırladınız mı?
Sahilde eski kordon boyundaki, mahalle arkadaşlarının oluşan sokak korosu, bir elde bağlama, bir elde darbuka, hep bir ağızdan söylerdiler gecenin karanlığında “ Damdan dama atlarken hooop sana yandım. Osman abim evde mi, evde mi. Üç odalı yerde mi yerde mi” diye.
Yüksek çirkin binalar yok iken bu şehirde, geceleri mahallesinde nara atan Ralli Mehmet ile sahilin as solistiydi Anton Muzaffer .
Sokaklarında oda müzik yapar gibi, bağlamasını tıngırdatır, gönderirdi evdeki babaannesine
şarkısı vardı hep tekrarladığı “ Şoförsün dediler kız vermediler”
Bir metre kar yağdığı gecelerde, soğuktan korunmak için, yorgan niyetine hayallerini örterdi üstlerine bu şehrin çocukları…
*
Sonra? Sonrasını hiç sorma…
Aylar, yıllar geçti , tanınmaz oldu bu şehir…
Nefes alamıyor sokaklar ve caddeler. Yıkıyorlar ama yıktıkları yere de yine bina dikiyorlar. Ne bağ var, nede bahçe. Terk etti gitti bizi, Bozbakan’larla, Kırlangıç sürüleri…
Ana cadde üzerinde çirkin duran dolmuş durakları, kulakları delen klakson sesleri, cinayet öncesi gibi düğün konvoylarındaki gürültü ve mermiler.
Buram buram kültür kokan kimliğinden çıkarken bu şehir, Hamam Sokakta ki tarihi yazlık Yıldız sinemasını, üç ayda çok katlı pasaj yaptılar.
Cam binalar kapladı, birde güneşi kesmeye çalışan gökdelenler etrafı.
Ne raylı sistem, ne teleferik, ne de bir plaj.
Deniz memleketinde denize hasret bu şehrin çocukları.
Kimi zaman ağır kokulu tıkalı mazgalları, açık olduğunda kumbara sanan bizler, Sunay Akın’ın dediği gibi “ bozuk paraları biriktirmek için o mazgala atardık. Açıp da alamazdık. O yüzden en çok denizden alacaklıyız”
*
Zamanla coşkusunu sahte gülüşüne bıraktı, rant uğruna yağmalanan Boztepe ile Çukurçayır.
Bostan tarlalarını aldılar elinden Beşirli’nin… Gargalaklı yalısına asfalt döktüler.
Her gelen bir şeyini aldı… Sizi, bizi parselleyip çocukluğumuzu, anılarımızı sattılar…
Yıllar sonra yapanlara beddua ederek Trabzon’da ki çirkinlikleri,
yaşamak için yıkacak olsa da torunlarımız.
Bu şehir...
Bu şehir...