Türkiye'de spor üzerine düşünüp, ülkenin tamamını kapsayacak sosyokültürel fikirler üreterek nitelikli bir yarın tasvirinden bugünü okuyabilen ender isimlerin başına gelen Cem Dizdar ağabeyimiz, geçtiğimiz gün Fanatik Gazetesi'nde medya, sosyal medya ve kullanıcı kitlesi üzerine tadı damağımızda kalan bir yazı kaleme aldı.
Keşke bu fikirler daha sık, daha çok ve daha uzun süre yaşantımıza yön verebilen bir hâle gelse.
Fakat; benzeri yazıların yılda birkaç kez ve sadece birkaç kişi tarafından gazetelerde yayınlanıyor olması bile sosyal medyayı bu denli konuşuyor olmamızın temelinde yatan sebep değil mi?
Medyanın kendini eleştiremeyecek ve değiştiremeyecek kadar büyük bir esaret içinde olması, kendinde sorun göremeyecek kadar derin bir vasatlığa teslim hâli, nitelikli içerik üretmek yerine basitliği, ucuzluğu ve kolaylığı mükemmel bir biçimde yapma gayreti, üretimin ve farklılaşmanın kalitesini bilerek ve isteyerek aynılaşmanın sığlığına tercih etmesi sorunun kaynağı değil mi?
Pespayeliği teşvik eden, güç odaklarından yana tarafgirliği öven ve ucuz işgücüyle hiçlikte huzur bulan gazetelerin, kendisine alternatif bir güç odağına yenilmesine şaşırmamak gerek. Şaşırılması gereken medyanın kendi gücünü yeniden kazanabilmek, değişen güç dengelerinde yeniden güç odağı olmak yerine yenildiğine teslim olup sosyal medyanın hakimiyetinde yeni çıkış yolları araması!
Bilgi, fikir, düşünce, yorum, gerçeklik, kalite ve ''haberdar olmak'' kavramlarının uzağındaki medya mecraları yaşayabilmek için ''işini düzgün yapmak'' yerine gazete sayfalarını sosyal medyanın daha çok şekillendirmesine dair yöntemler düşünmeye başladıysa mağlubiyet ve teslimiyette bir başka seviyeye, köleliğe geçmişiz demektir.
Okuyucu, yazar veya muhabirlerin; kâh haber paylaşarak, kâh haber vererek, kâh yorum yaparak, kâh olumlayarak, kâh nefret kusarak, kâh RT sayısına göre, kâh takipçi artışı oranında güçsüzlüğünü yenmeye / güçlü olmanın hazzını tatmaya yönelik yaşadığı bağımlılığın, bir üst perdede kurumsal kimlikleri köleleştirmeye başlaması gazetecilik mesleği ve medya sektörünün ne denli büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunun göstergesi.
Bir tarafta güçlü holdingler ve iş adamları... Bir diğer tarafta güçlü sosyal platformlar ve milyonlarca denetimsiz sanal kimlik. Gazeteleri, gazeteciliği kim esir alacak?
Umursamazlığın, vazgeçişin, teslimiyetin tarihin en önemli mesleğini getirdiği yer işte burası!
AVNİ AKER'İN DÖNÜŞÜMÜ!
Dün MÜSİAD, düzenlediği bir basın toplantısıyla yıkılan Avni Aker'in yeri için ürettikleri ''park'' projesini tanıttı. Park deyince benim aklıma yeşil alanlar geliyor, insanların yürüyebildiği, oturabildiği, dinlenebildiği, düşünebildiği bir yer anlıyorum.
Fakat; Trabzon'da ne mümkün!
Park deyince bizim insanımız hemen binaları düşünüyor. Taşları diziyor, taşların arasında ağaçları serpiştiriyor. Sonra binalar, binalar, binalar... Binaların sadece ismi değişiyor. Spor salonu, tiyatro salonu, düğün salonu, kütüphane, müze vesaire!
E orada zaten stadyum vardı? Önemli değil...
E orada zaten stadyum var? Önemli değil...
E orada zaten spor salonu var? Önemli değil...
E 300 metre ileride kütüphane var? Önemli değil...
E 500 metre ileride yeni tiyatro binası yapılıyor? Önemli değil...
E ne önemli, ben anlamıyorum!
Projenin fotoğraflarını oturdum inceledim, videosunu izledim. Bir tane kuş yok, bir tane kedi yok, bir tane köpek yok. Bir tane mavilik yok... Siz hiç sevgi, huzur, dinlenme ihtiyacı duymuyor musunuz?
Bir tane kütüphane var, muazzam... Kitap okumak için 27 metre boyunda olmak lazım.
Gelin şöyle yapalım;
Altı otopark mı olacak, olsun. Ama üstünü Trabzon'un kültürüne, tarihine, turizmine katkı sağlayacak şekilde yapalım. Minik bir Uzungöl'ü projelendirelim. Yemyeşil olsun, masmavi olsun. Bina mı yapacağız, dışını Sümela Manastırı yaptıralım mesela... Trabzon evleri yaptıralım, Sürmene evleri yaptıralım, Akçaabat evleri yaptıralım, yayla evleri yaptıralım, küçük kaleler, surlar yaptıralım.
Patikalarımız olsun, karayemişlerimiz olsun... Fındık, hurma, amofta olsun.
Taşları dizip üzerine bina, aralarına iki tane ağaç koymaktan vazgeçelim artık. Bizi anlatsın, bizden olsun, şehirden olsun, tarihten olsun.
Rant olmasın, hayat olsun!
Değişen güç dengesi!
Değişen güç dengesi!