Muzaffer ve Dursun köyden Ankara'ya göç etmeye karar veren iki arkadaştır. Ailelerini de yanlarına alarak Ankara'ya gelir, kendilerine yer alıp bir gecekondu inşaa ederler. Roman boyunca birçok yerde karşımıza çıkacağı üzere bu göç onların yabancılaşma ve giderek yok olma serüveni olacaktır.
Muzaffer'in oğlu Hüseyin yıllardır kayıptır. Onun ne zaman ve nasıl kaybolduğuyla ilgili bir bilgi yoktur. Roman boyunca dönmesi beklenir.
Muzaffer sefer tasını evde unuttuğu gün ona kızı getirir. Kızının o yolculukta sebebini öğrenemeyecekleri bir şey başına gelir. Sonrasında Güldiyar'ın ağladığında gözlerinden yaş yerine taş dökülmeye başlar. Gözlerinden dökülen taşların haberi kısa zamanda yayılır. Muzaffer'in tanımadığı insanlar kapılarında nöbet tutmaya başlar. Taşları görmek isteyenlerden para alarak onları içeriye girmeleri için sıraya koyarlar...
Bu şekilde özetleyebileceğim romanı derinleştiren birçok sembol ve öge bulunmaktadır. Metafor olduğunu düşündüğüm gözlerden yaş yerine taş dökmeyi araştırdığımda gerçekten böyle bir olayın yaşandığını gördüm ve oldukça şaşırdım. Üstelik romandaki gibi o kıza da "şeytan" olarak bakıyorlardı. Mitolojide böyle bir kahraman var mı diye de ufak bir araştırma yaptım fakat karşıma pek bir şey çıkmadı. Sizlerin aklına gelen bir mitolojik karakter varsa mutlaka paylaşmanızı isterim.
Güldiyar'ın o yolculukta değişim geçireceği daha gitmeden bellidir. Annesinin içi onu gönderirken de gönderdikten sonra da pek rahat etmez. Hatta gitmeden kızların, çocukların başına gelenlerden bahseder.
Güldiyar'ın başına ne geldiğine dair kitaptan hiçbir bilgi alamıyoruz. Annesinin gitmeden söylediği şeyler, döndüğündeki dağılmış hali bizlere kötü bir şey olduğunu düşündürüyor. Fakat metaforik olarak bakacaksak bu yolculuğa ki bunun için birçok makul sebep var, Güldiyar'ın başına geleni değişim olarak nitelendirmeliyiz.
"Derenin dibinden sessizce akan iki bilek kalınlığındaki boz bulanık suyun kenarına varınca yavaşladı Güldiyar, adamakıllı yavaşladı. Sonra çocukluğunu yad edercesine, hiç gereği yokken şöyle bir sıçradı ve sıçrarken hafifleyip birdenbire kelebeğe dönüştü."
Bu alıntıda kelebeğe dönüşme kısmı oldukça dikkat çekicidir. İncelememi başına gelen kötü şeyler üzerine değil de dönüşümü üzerine yapmak konusunda ısrar etmem için beni cesaretlendirir niteliktedir. Kelebek dünyada az yaşayan canlı olarak bilinse de göklere ait olma konusunda dikkat çeker. Bu da Güldiyar'ı bir mesaj ögesi olarak düşünmemiz gerektiğini bize gösterir. Nitekim ak sakallı dede kızı Güldiyar hakkında Muzaffer'i uyaracaktır. Anlamdıramadığımız şeylere şeytan işi yakıştırması burada göze çarpsa da bu kısımı da Güldiyar'in başka bir konuma-yere ait olması,dönüşmesi olarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bu bakışı sağladıktan sonra roman kendiliğinden çözülecek. Çünkü Güldiyar medet umulan herhangi bir amaca, kendimiz olamayışımıza dönüşecek. Bu gözle baktığımızda Güldiyar umursamadığımız çevremizde olup biten kötülüklere yani bize ağlıyor olabilir. Seyrederken verdiğimiz zararlara dikkat çekmek istiyordur.
Romanda en çok altı çizilen şey de seyretmek kültürüdür. Bunun da ait olmadan göç etmekten kaynaklandığı belirtilir. Aile köyden kente göç eder fakat kente ait değildir. Bu başlarının üstünden her uçak geçtiğinde yaşanan kötü şeylerden çıkarılabilir. Nitekim ikinci uçak geçişinde Güldiyar'ın sırtına bıçak saplanmaya başlanacaktır.
Dikkat çeken bazı motifler:
Romanın başlangıcında annenin çamaşır makinesinin bozulmasına ve eşi Muzaffer'in bir türlü yapmamasına söylenişi adeta modernizme ve onun kültürünün aileye yaptıklarına işaret eder. Her şeyin suçlusu çamaşır makinesinin bozuk olması gibi görünür. Hatta bu kısımda Güldiyar aynada kendine bakarken birden babasını canavar olarak görür. Çünkü onları köyden alıp şehire getirmiştir.
Halil romanda diğerlerinden farklı olarak gösterilir. Aileye yardım etmek ister fakat insanlar birleşip yardım etmekten korkar. Bunun yerine seyretmeyi seçerler. Halil ise sürekli ağaca çıkar. O da Güldiyar gibi romanda başka bir diyardan ya da katmana yükselmiş gibidir. Başka bir deyişle göklere ait olanlardandır. Nitekim sık sık kuş benzetmesi yapılır. Ağaçta donması ve tekmelenerek uyandırılması da önemli ayrıntılardır.
Kızının bıraktığı boşluğa bakan babaya karşı insanlar yine sürüce tepki verecek başlarındaki insanların onları listelemesini, para almalarını isteyeceklerdir. Romanın bu kısmı aklıma bir 1984 getirmedi değil.
Bu romanla ilgili söylenecek gerçekten çok şey var. Bir başka gönderiye uzatmak istemediğimden romanın ismine değinerek bitiriyorum. Hepinize tanıdık geldi değil mi? İşte o Ümit Yaşar Oğuzcan şiiri:
"Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın, Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın, Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı; Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın. "
Keyifli okumalar dilerim.
ALINTILAR
"Sizin mideniz kaldırıyorsa, kötülük edene de kötülüğe maruz kalana da aynı şekilde gülümsemeye devam edebilirsiniz..."
"Biliyor musun abi onu görünce içimdeki yeşiller dört parmak uzardı."