Bu gezegende; en yaşlı futbolcu unvanını elinde bulunduran 84 yaşındaki Hatay Yurdakul, yine transfer yaptı.
Yıllara meydan okuyan; torun torba sahibi 84 yaşındaki Trabzonlu delikanlı:
HATAY YURDAKUL ‘’TABUTLA DEPLASMANA GİTTİK’’
Yurdakul ’’Zigana Dağı’nda baktım yol kesik, az ileride anayol üzerinde çalışan mühendislere doğru giderken, ağlamış gibi gözlerimizi biraz yaşlandırdık Şerif Kunt Hocayla. Dedim ki; ya şefim böyle, böyle, Almanya’dan gelen cenazemiz var. Tabut üstünde olan minibüste arkadaşlar bekliyor, hepimiz cenazeye gideceğiz. Bize müsaade edersen aç yolunda cenazeyi yetiştirelim. O da bana: ‘Ben seni tanıdım abi, sen Erdoğdu’nun kaptanıydın, karşılıklı oynamıştık seninle.’ Biz bu cevabı duyunca rahatladık tabi. Yüzde bulunca; ‘Tamam da delikanlı, sırada bekleyen diğer araçların çoğu da bu cenazeye geliyor’ der demez, ‘peki o zaman yolu bir süre açalım da hepsi geçsin.’ Diyince içimizden bir ‘ohh’ çektik.
----------------------------------------------------
Fakir bir ailenin çocuğu olarak, kuruyan yaprakları döken bir eylül akşamında; Trabzon’un, henüz beton bina istilasına uğramamış yeşili bol Erdoğdu Mahallesi’nde dünyaya geldi.
Zehra ile Faik çiftinin bir oğlu olmuştu. Anne rahmetli Zehra, ev temizliklerine gider, baba Faik’ de ayakkabıcılık yapardı. Babası bazen pazarcılıkta yaptı. Bir ara tuhafiye malzemeleride satarak evinim iaşesini sağlamaya çalıştı.
Yıl 1938 idi. Ekmeğin karne ile sayıyla alındığı bir dönem. 2.Dünya Savaşı kapıda, ha başladı, ha başlayacak. İlkokulu halen yerinde duran İsmetpaşa İlköğretim Okulu’nda, Cumhuriyet Ortaokulu’nun ardından da, Sanat Okulu’nda Mobilyacılık Bölümü’nde okudu.
İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde iki yıl Harita ve Kadastro Bölümü’nde biraz eğitim aldı. Çünkü; okul dört yıllıktı ama o iki yıl sonra yarıda bıraktı. O yıllarda, Aksaray’daki sahibi kadın olan, Trabzon Talebe Yurdu’nda kalmıştı.
1955 Yılında kurulan;Trabzon Erdoğduspor Kulübü’nün ilk lisanslı sporcusu oldu. Futbola sol iç olarak başladı. Rahmetli Sebahattin Arıman başkanlığındaki Necmiati’ye iki yıl aradan sonra ilk transferini yaptı. O Necmiati onun kalbinin bir parçasıydı artık. Son yıllarda yaşadığı ve futbol oynamaya devam ettiği Antalya’dan gelerek, son kez gönül takımına Necmiati’ye 84 yaşında transfer oldu. Ağabeyi Selahattin Yurdakul’da o yılarda Necmiati’de oynuyordu. İlk transfer parasını Necmiati formasını giymeye başlayınca aldı. O parayla kendine yepyeni bir pantolon ile bir gömlek almıştı. Hatay Yurdakul o günü şöyle hatırlıyor :‘’Giyindim heyecanla, hemen Uzun Sokağa çıktım, biraz turlayıp, çevredekilere hava atayım dedim. Bakayım ki kimse bana, üstüme başıma bakıyor mu? Diye, biraz kasıldım anlayacağın.’’
O Necmiati takımında;Farozlu Nail ve rahmetli Beykoz Mahmut vardı.Necmiati Kulübü’nün tarihinde de ilk kez para alan oyuncu ben oldum. Eskiler bilir; o zamanlar transfer döneminde imza gününe kadar futbolcu kaçırma modaydı. ‘’Benide Erdoğdu takımından sezon sonu kaçırdılar.’’ diyen Yurdakul, ‘’Farozlu Nail’in, Yoroz Burnu’nda teyzesi vardı, oraya gittik üç gün gizlendik. Sonra geldik transfer dönemi resmen açılınca imzayı atmıştım Necmiati’ye. İlerleyen dönemde İskenderun’a bahriyeli asker olup gidince, Denizgücü formasını giydim. Başkanımız Sebahattin Arıman beni özel bir arabayla yollamıştı askere. Seksen kişi gelmişti Trabzon’dan, bahriye askeri olarak oraya. Sanırım Aralık ayının 1958 yılıydı, 20 yaşındaydım. Bir sabah içtimasın da ‘futbolcular kenara ayrılsın’ dediler. Bi baktım futbolcu olanda olmayanda ayrıldı. Ben hiç kıpırdamadım. Çoğu futbolcuyum diye çıktı kenara. Eğitim alanında betondan yapılmış bir gemi maketi vardı. Gece çok sıcak ve kışla kalabalık dışarıda kampetlerde yatıyoruz. Sıcak basınca gece, uyuyamadık. Kalktık baktık bir gemi, geminin etrafında;Faroz’dan bizim balıkçı Hayati ile dolaşıp deniz arıyoruz serinlemek için, o derece yani! Karanlıkta nöbetçi asker bağırıyor bize; ‘Durrrr; parola. ’’Biz daha yeniyiz ne parolası, marolası bir şeyden haberimiz yok. Durumu anlattık. Nöbetçi bize dedi ki ‘oğlum siz manyak mısınız? Deniz iki saat mesafede. Bu gemi değil taştan büyük bir maket.’ Ne bilelim aynı gemiye benziyor, Rizeli bir asker yapmış, bitirincede teskere almış. Biz gece hayal meyal gemiyi görünce, etrafında deniz aramaya başladık, suya girip serinlemek için ne yapalım? ‘’ diyince Hatay Hoca ile gülüşmeye başladık.
***
Yurdakul Hoca, 84 yaşına rağmen halen daha dinç görünüyordu, bu söyleşiyi yaptığımız bu yıl içerisinde Trabzon’da yatalak olan eşi Handan Samyel Yurdakul (Kanlıkaya) hanımı, 75 yaşında kaybetmiş ve Antalya’dan Trabzon’a cenazesine gelmişti. Antalya’da ağırlaşınca Trabzon’a kızlarının yanına getirilmişti. Son yedi yıldır yatalaktı. Felç geçirmişti, ardından Alzheimer olmuş. Bir ara özel bir bakım evinde de titizlikle bakılmıştı.
Hatay Hoca anlatmaya, bizde not almaya devam ettik. ‘’Bölükte kaleci Kenan diye biri vardı, beni tanımıştı. Gitti komutana benim için ‘O, futbolcudur’ dedi. Bir gün baktım. Beni komutan çağırıyor. Gittim tekmili verdim. Ciddi bir yüz ifadesiyle bana dedi ki ’Sen futbolcuymuşsun niye içtimada ayrılmadın bakalım.’ Ben de ’’ Komutanım, herkes futbolcu diye bir kenara ayrılınca, ben kendimi fazladan sandım, çekindim bende ayrılmaya.’’
Haliyle vatani görevde ilk maçına, ilk 11’de Karagücü önüne, hazırlık maçına çıkar Hatay, bu maçta libero bir arada santrafor oynar. İdmanocaklı Polat Demirer’de aynı takımdaydı. Vatan görevi bitene kadar meşin yuvarlağın peşinde koşan Hatay Yurdakul gibi erler, o dönem üç yıl askerlik yapıyordu. Yurdakul, İskenderun’dan bir yıl sonra torpille Gölcük’de Deniz Komutanlığına gider. Orada hemen duyulur. Çamur Şevket lakaplı bir başçavuş gelir ve Hatay’ı alır, İzmit Denizgücü’ne götürür. Yemeklerini Çeşme ya da Yavuz Gemisi’nde yerler, iyi bakılırlar anlayacağınız.
O sıra Hatay Hoca, bölük çavuşu olur. Oradan da ayrılmak ister ve ayrılır. Yine torpille İstanbul’a mayın döşeme Komutanlığı’na ( Mana Grubuna) gider. Bugünlerde Trabzon’un 1 No’lu Beşirli Mahallesi’nde, evli oğluyla ve torunlarıyla oturan nam-ı diğer Piknik Aydın’da (Şekerci) asker arkadaşıdır. Orada da günleri futbolla geçer ve bir yıl kadar sonra teskere alır.
O sıra İstanbul Futbol Amatör Kümesi’nde, sahte lisansla forma giyer. Asker olunca tabi lisans yapılamıyordu. Yurdakul: ‘’Fatih’te Haydarspor’da kaçak oynadım. Maçlarımızı Vefa Stadı’nda yapardık. Hemen yanı başında hizmette olmayan bir kilise vardı. Oranın içinde soyunur giyerdik. Şimdi duruyor mu hizmet veriyor mu? Bilmem. O aylarda sahte lisanla zamanın iyi takımlarından Vefaspor A Genç Takımı’nda oynadım. Bir gün bana itiraz ettiler; bu oyuncu kaçak diye. Tabi kaçak oyuncuyum, baktım yakalanacağım devre arası soyunma odasından kaçtım sahadan.‘’ diyip gülmeye başladı.
1960 yılının aralık ayıydı. Hatay Hoca; teskeresi cebinde otobüsle Trabzon’a dönerken tesadüf buya, yan koltukta Fenerbahçe’nin ünlü eski kalecilerinden Cihat Arman’la tanışır. Bakalım sonra ne olur? Yolculuk esnasında sohbet başlar. ‘’Ankara’ya gidiyormuş. Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF) işleri vardı. Konu konuyu açar ve bana ‘o zaman sen dönemezsin!’ dedi. Bende ‘Niye?’ dedim. Sana şimdi yazılı bir not vereceğim. Sana dönüş biletini de alayım, sen doğru İstanbul’a geri dön. Seni Fenerbahçe ‘ye gönderiyorum’ der. Tabi ben şok. ‘Çift kaleye de çıkma direk git anlaş’ der. Ben korktum ne yalan söyleyeyim . Beyaz yalan konuşmak zorunda kaldım; Annem hasta abi Trabzon’a dönmem lazım, kaç yıldır dışarıdayım zaten. Ama, dedi bana ‘söz verirsen döneceğine seni bırakırım. Anneni gör ve haftaya İstanbul’a dön, kulüpte bekliyorum seni dedi.’’
Fenerbahçe’de oynayamam endişesiyle Trabzon’a döner. Özlemiştir doğduğu şehri. Geldi ki Necmiati takımı küme düşmüş. Tornacı Ali, takım kaptanı. Kendine bir yön çizmesi lazım. Gelin gerisini kendisinden dinleyelim :‘’İstanbul’a Fenerbahçe’ye korktum gitmekten, yine Necmiati ile anlaştım, transfer olduk. İyi para verdiler. Şampiyon olduk o sezon, yeniden 1. Amatör Kümeye çıktık. 23 yaşında Yolspor’a transfer oldum. Rahmetli Özkan Sümer’de o sezon Yolspor’a geldi. Adı üstünde Yolspor; karayollarının kurduğu bir takımdı; Trabzon Karayolları Bölge Müdürlüğü’nde kadrolu iş karşılığında Yolspor’a imza attım. Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Burada iki sezon oynadım. O ara haritacılık kursuna gittim. Sonrasında yakın arkadaşlarımın ısrarı üzerine küme düşmüş olan ilk takımım Erdoğduspor’a döndüm. İlerleyen aylarda YSE kuruldu. Oraya imza attım takım kaptanı olarak. Hatta YSE’de kadın basketbol takımını kurdum. Türkiye Şampiyonası finalinde Ankara Mülkiye’ye yenilip, Türkiye 2.olmuştuk. Şimdi YSE yok tabi, tarihe karıştı.’’
***
Bunlar yaşanırken bir ara fırsat bulan Hatay Hoca; 1962 yılında rahmetli eşi Handan Samyel Hanım ile dünya evine girer. 1983 yılında 45 yaşında emekli olan Hatay Hoca, tekrara Necmiati takımına döner. Üç yetişkin evlat; Murat, Yasemin Babul, Figen Emiroğlu’nun babası olan 84’lük delikanlı; aynı zamanda üç erkek, dördü kız, yedi torun sahibi. 46 yaşındaki oğlu Murat, Alanya’nın tanınmış emlakçılarından.
Bugüne kadar Erdoğduspor, Necmiati, İskenderun Denizgücü, İzmit Denizgücü, Fatih Haydarspor, Vefaspor A Genç, Yolspor, YSE, KTÜ, Antalya Trabzonlularspor takımlarında forma giyer. Bu kulüplerin bazılarına, belirli yıllardan sonra tekrar döner ve tekrar forma giyer. En çok Trabzon transferi ise gönül bağı olan Necmiati takımına yapar. Kendisiyle YSE ve Necmiati formalarını giydiği dönemde ilerlemiş yağına rağmen, Trabzon Süper Amatör Küme’de karşılıklı olarak, rakip takımlarda oynamıştık. YSE yıllarından rahmetli kayınpederimizin de iyi arkadaşıydı. Yıllarını spora, özellikle futbola adamış adamda anılar olmaz mı? Çok olur tabi! Sadece pandemi döneminde mecburen uzak kalmıştı futboldan.
Mesela bir anısını şöyle anlatıyor. ‘’Rahmetli kravat Nihat’ı Trabzon’da herkes tanır. Necmiati’de beraberdik. Birbirimizi kardeş gibi severdik. 1970’li yıllarında ‘gel yine Necmiati’ne hizmet et’ dedi. Nihat, Yavuz Selim Sahası’ndaki soyunma odasına gelir, formayı giyer, takım kaptanı kolluğunu takar, takımı sayar ve sahaya çıkardık. Bir gün yine maçımız var Çukurçayır ile… Maç başlamak üzere; Nihat ortalarda yok. Baba Ruşen’de bizim takımda. Sahaya çıkmasak 3-0 mağlup olacağız, maç başlamasına 15 dk kala geldi. Meğer akşam alkolü fazla kaçırmış geç kalktı ama, lisanları her zaman ne olur ne olmaz diye, hep ceketinin cebinde taşırdı. Maçın hakemi Allah selametini versin:Yıldıray Yavuz. Devamlı soyunma odasına haber gönderiyor, versenize esame yani takım listesini maç saati geldi diye baskı yapıyor, biz tamam gönderiyoruz diyor ama, vakit kazanmaya çalışıyorduk. Çünkü ortalarda lisans misans yoktu! Hep olduk stres,
20-25 kişiyiz. O ara kapı girişinden bir ses Nihat: ‘’’Korkmayın baba geldi’ dedi. İçeri girdi dedi ki:’Sırtına forma giyenlerde çıkarsın. Yalnız Hatay ile Ruşen çıkarmasın . Benimki ile kalecininkini de ayırdım. Geri kalan yedi formayı havaya atacağım, kim kaparsa o giyecek, ilk 11 de onlar oynayacak bugün. ’Maçın önemi var, liderliğe oynuyoruz. Dedik ki; ya Nihat, ne yapıyorsun? Aramamızda hiç oynamamış gençler var, desek de formaları havaya fırlattı. Genelde yedek oyuncular hiç oynamamış genç oyuncular formaları kaptı mı? Ruşen ile birbirimize baktık, kızdık tabi. Dedik Nihat’a ki: ‘Ne yapıyorsun ya, asıl oyuncular forma kapamadı. Böyle takım mı sahaya çıkarılır?. O da bize, formayı havada kapamayanlar için ‘Konuşmayın la, bunlarda sahaya çıkacak yürek ve istek olsaydı formaları havada kaparlardı.’ Dedi. Lisansları hakem odasına vermeye gidince, biz karar kara düşünmeye başladık arkadan. O ara maçın hakemi Yıldıray Yavuz, tam önümüzden geçerken. Hocam dedik bu Nihat hala sarhoş, akşamdan kalma, kafası iyi maç başlayınca at onu dışarıda rahatlayalım. ‘Tamam, yalnız maç oynanırken bana hatırlatın.’ dedi. O ara Hürriyet Gazetesi’nin bölge spor sayfasının muhabiri Osman Diyadin idi.
O gün maça görevli gelmişti. Sahanın içinde ısınıyoruz. Bize takım resmi çekti ama 10 kişiyiz, fotoğrafta Nihat abi yok. Soyunma odasında giyinip gelecek halen. Maç başladı. Çukurçayır bizden zayıf bir takım ama, bizim 11, asıl 11 değil. İlk yarı 2-0 mağlubuz. İkinci yarıya çıktık, isteksiziz, rezil oluyoruz. Yıldıray Hocaya yanaştım çaktırmadan hatırlattım. Hocam at şu bizim Nihat’ı dışarı diye. Yıldıray birden oyunu durdurdu. Nihat’ı yanına çağırdı. ‘Nihat’ sen sarhoş musun?’, ‘Yok hocam’ dedi. ‘Yalan konuşma lan. Bana doğru bi huu et bakayım’ dedi. O ara olup bitenlere tribündeki seyirciler, herkes gülüyor maç değil sanki tiyatro oynuyoruz. Nihat huu etti. ‘Olmadı, daha derinde et’ dedi. Nihat zorla hakem Yıldıray Hocanın yüzüne daha sertçe bi huuuu etti. Yıldıray Hoca da eliyle yüzünüzü sıvazladı. ‘Ohh be iyi geldi ya, maç sonuna kadar bana huu ette, bende biraz kafayı bulayım.’ Arkadaş herkes başladı gülmeye. Seyirci gülüyor, biz gülüyoruz, rakip takım gülüyor. Atmadı dışları Nihat’ı, Yıldıray Hoca. Nerde Yıldıray Hoca, Nihat boş kalınca hemen yanına gidiyor yüzüne huu ediyor, Hakem Yıldıray Yavuz yüzünü sıvazlıyor ‘ohh be’ derken, biz o arada iki tane attık, maç 2-2 bitti. Nihat’ı kırmızı kart görmedi, geldi soyunma odasına bize dedi ki ‘Lan Allahsızlar, bak hocaya maç boyunca gaz verdim kafası iyi oldu, maçı beraberlikle kurtardık.’ Ertesi günde gazetede bizim resmimiz çıktı tabi! Takım 10 kişi. Nihat yıktı ortalığı ‘Ulan ben yokken nasıl resim çektiririsiniz’ diye. Hey gidi günler; Yavuz Selim Sahası bir okuldu. Bir rehabilitasyon merkeziydi. Orada her şey vardı. Şimdi ise yerinde yeller esiyor. Geldiğimde Yavuz Selim Sahası’nı yerinde göremeyince gözlerim yaşardı. Bir çok anı gözümün önünden bir anada hüzünle gelip geçti.’’
***
Mesela yine Yavuz Selim sahasından bir anı daha anlatayım: ‘’Biz sabah erkenden kalkıyoruz. Şerif hoca ile sabah namazını camide kılıp, soyunma odasına geliyoruz. Saat 7 gibi diğer arkadaşlarda geliyor. 8.30’a kadar çift kale maç yapıyoruz aramızda. Yaz sezonu maçlar bitmiş, Arjantin isminde bir mahalle takımı kurduk sabahları çift kale yapıyoruz. Saat 9’da ise 2. Amatör küme maçları başlayacak. Trabzon Gençlik Spor İl Müdürlüğü çalışanı rahmetli Musa geliyor maç oynanırken yanımıza, ‘çabuk sahadan bir an önce çıkın sahayı çizeceğim, saat 9’da amatör maç başlayacak diyor. Sabahın körü ortalıkta çıt yok, güzel pırıl pırıl bir hava, maç bitince duşumuzu alıyoruz soyunma odasında, ardından kahvaltımızı yapıyoruz o günler… Yine güzel bir sabahın köründe! diğer arkadaşlarla on bire, on bir, bazen ona on maç yapıyoruz. Saat 8.30 kadar bitirmemiz lazım ki, beyaz kireçle sahanın kenar çizgileri çizilecek, bizim sahadan çıkmamız lazım. O ara oynarken kuzey kale arkasındaki Numune Hastanesi’nden bir grup beyaz önlüklü bize doğru sahanın içine doğru gelmeye başladı. İçlerinden sonradan öğrendiğimiz hastanenin başhekimi Dr. Mehmet Usta, bize dedi ki; ‘Burada ne yapıyorsunuz ya sabahın bu erken saatinde, kim bu işin başı’ dedi. Şerif Kunt anladı ki bi sıkıntı var arkalara doğru kendini sakladı beni attı öne, bende ‘benim dedim’ buyurun.’ Ya dedi burada bağırıp, çağırıyorsunuz servislerde yatan hastalar var, hep kalktılar ayağa rahatsız oluyorlar daha sabahın körü be!’ dedi. ‘’Ben de Dr.Mehmet Usta’yı tanıyorum, YSE’de iken kendisine köylerindeki yol projesini ben yapmıştım, programda o yolu öne çekip bir güzellik yapmıştım ona, tanışıyoruz yani. Hayırdır doktorum dedim bir şey mi oldu. Eğer bizim gürültümüzden hastalar ayağa kalktıysa, demek bunların hepsi iyileşmiş numaradan yatıyorlar, gidin dedim hepsini taburcu edin, yatakları işgal etmesinler diyince, onlarda bizde herkes başladı gülmeye… Böyle olunca dedi bana ki maçınız bitince, bütün arkadaşlarınızı hastaneye bekliyorum kahvaltıya, dedi ve gittiler. Bizde maçtan sonra duşumuz aldık, üstümüzü giydik, yirmi kişi doğru başhekim Usta’nın yanına, yaptık kahvaltımızı sohbet ettik gülüştük.
***
Hatay Hoca anlatmaya başladıkça açıldı; ‘’Çok var daha ama bir tane daha anlatayım. Yine amatör küme maçları bittiğinde , bu kurduğumuz Arjantin takımıyla saha sola maç yapmaya gidiyoruz. Şerif Kunt, o da halen daha futbol oynamaya devam eder 70 yaşını geçti. Dedi bana ki;’bizim memleketin takımı Kelkit ile maç aldım, bizi bekliyorlar maç yapacağız. Tuttuk bir minibüs, o zaman Zigana Dağı’nda eski yoldan gidiliyor. Hamsiköy’de öğle olmadan maç yemeğini yedik, öğleden sonra ikindi saatleri gibi maçımız başlayacak. Kalktık yola devam ettik. Zigana Dağı’nın tepesine geldik ki; yerli-yabancı plakalı en az yirmi otuz tane otomobil, kamyon, minibüs, önümüzde durmuş. Ne oldu? Karayolları çalışma yapıyor, geçişe izin vermiyorlar, akşam mesai bitene kadar yolu açmayacaklarmış. E, beklersek maça geç kalacağız. Ne yapalım, ne edelim derken, dedim arkadaşlara ki inin arabadan, siz burada kenarda oturun, biz Şerif Hoca ile Hamsiköy’e kadar gidip geleceğiz. Benim aklıma bir fikir geldi tabi, minibüsle gidiyoruz. Şoföre dedim ki Hamsiköy’de camiye gidiyoruz. Şerif Hoca şaşırarak dedi ki ‘Ya Hatay Abi, haşimdi caminin sırası mı? Namazı yolda kılarız bu iş duayla mualla olacak iş değil, biz nasıl izin alıp karşıya geçip Kelkit’e gideceğiz? Sen eski karayolcusun tanırsın bunları, bi konuşsaydın bunlarla istersen’ dedi. Bende sen merak etme ben halledeceğim dedim. Hamsiköy’e girişte cami var. Gel peşimden dedim. Etrafta kimse var mı? dedim, bi bak dedi ‘yok.’ Caminin altında boş tabutlar var. Onlardan birini aldım, at dedim onu arabanın üstüne habu Türk bayrağını da ört üstüne. Minibüsün üzerine tabutu bağladık. Döndük bizim çocukların yanına. Gittim ileriye doğru yolu yapan mühendislerin yanına, gözlerimizi biraz yaşlandırdık ağlamış gibi, Şerif Hoca sende gözlerini biraz ıslat dedim. Şefim böyle böyle, şöyle şöyle! Almanya’dan cenazemiz geldi, millet arabanın hep yanında, hepimiz cenazeye gideceğiz. Bize müsaade edersen cenazeyi yetiştirelim. Dedi bana ki Ben seni tanıdım abi, sen Erdoğdu’nun kaptanıydın, karşılıklı oynamıştık diyince, biz rahatladık. O ara dedim ki o mühendis arkadaşımıza; ya delikanlı sırada bekleyen arabaların çoğu da cenazeye geliyor diyince ‘tamam, yolu açalım hepsi geçsin’ dedi. Tabi biz duyunca herkes sevindi, yoksa akşama kadar orada bekleyeceklerdi, geçtik. Geçer geçmez oradan gurbetçiler bize; yolu açtırdık diye mangalda et ısmarladılar. Minibüsün üzerinde Türk bayrağı sarılı tabut biz minibüsün çevresinde olan bitene gülüyoruz. Jandarma biz böyle kahkaha atarken görünce şüphelendi. Çağırdı bizi Zigana’nın zirvesindeki karakola, yakındık da oraya, gittik. ‘ya dedi, hem cenazeniz var hem de hepiniz deminden beri sizi kolluyorum, gülüp duruyorsunuz. Hayırdır?’ dedi. Bende gülerek dedim ki;ya komutan biz gülmeyelim de kim gülsün, bize dediler ki; Trabzon tarafında trafik kazası olmuş, bir yakınımız vefat etmiş. Gittik tabutla onu almaya baktık ki o değilmiş, isim benzerliğiymiş. Bizde boş tabutla yine geri dönüyoruz. Ama lazımsa isterseniz size bırakalım karakolun yanına . ‘Tamam lazım olabilir belki, bırakın’ dedi. Bizde boş tabutu indirdik aşağıya, Ondan sonra çıktık yola doğru Kelkit’e… Maç başlayana kadar yolda, anlatıp anlatıp güldük. Herhalde tarihte tabutla deplasmana giden tek takım bizdik, yani: ‘Arjantin’ ‘’ derken, Hatay Hoca’da bizde gülüşüyorduk.
***
….Ve bu Hatay Hoca; Pandemi nedeniyle iki yıl futboldan uzak kalınca, kafayı yemek üzereydi neredeyse, Covid-19’un etkisini azaltmasıyla, yeniden sahalara döndüğünü açıklayan 84 yaşındaki Yurdakul, evet evet yanlış okumadınız 84 yaşındaki Yurdakul, gönlünün takımına yine geri döndü; Necmiati Kulübüne.
Uzun zamandır yaşamaya başladığı Antalya’da, 1.Futbol Amatör Küme’de, kendi kurduğu, yönettiği ve oynadığı Trabzonlularspor Kulübü’nde en son 2020 yılında 82 yaşında forma giyen Hatay Hoca, iki yıllık pandemi arasından sonra, hayatımın son transferini yapıyorum diyerek, Trabzon’a geldi ve geçtiğimiz 3 Nisan günü, Necmiati takımına imza attı, 10 dakikalığına da olsa rakip takım Özdilspor önünde sarı lacivertli formasını giydi. İlk ve son maçına çıktı ve yeniden Antalya’ya döndü.
Hatay Hoca için zaman geçtikçe, futbol oynaması da zorlaşıyordu. Çünkü; futbolsuz bir dünyanın diğer işlerini hep öteliyor, yaşamın ve sağlığın diğer penceresine zaman ayırmayı bile unutuyordu. Sanırım bu son transferiydi artık… Ünlü Fransız yazar Albert Camus’un dediği gibi: Yaşam benim için gittikçe zorlaşıyordu; beden keyifsiz oldu mu, yürek de ölgünleşir… Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum.