Şike üzerine yazılan kitaplar serisine bir yenisi daha eklendi.
Farklı, bambaşka…
Uzun süredir merakla beklediğim Gazeteci-yazar İhsan Öksüz’ün “Şike Şike tapeler, yalanlar, gerçekler” adlı eseri nihayet yayınlandı.
Herşey öyle güzel anlatıldıki!
Hele o girişi yok mu..
Tembellik edip sayfa atlama şansın yok..
Kaçırdıklarına yanarsın.
İçin cız eder geri dönersin.
***
Dayanamadım.
Size biraz tüyo vereceğim.
İlk perdeyi İhsan abi açtı.
Bu aymazlığa duyarsız kalan medyaya, siyasilere ince ince giydirdi.
Trabzon’u da unutmadı!
Trabzonluların kendi içinde yaşadığı iç kavganın şikeye karşı duruşu yerle bir ettiğini kelimelere döktü..
Ben okurken utandım!
Yazının altında ‘en dik duruşu Trabzon medyası sergiledi’ dese de bu kentin çocuğu olarak yüzüm kızardı.
***
Hemen ardından Trabzonspor’un şike avukatlarından Erdem Egemen, hukuki dille şikenin boyutlarını ortaya koydu.
Mesela yazısının bir bölümünde, “..2010-2011 sezonunda birçok maçta şike yapıldığı; UEFA Disiplin Kurulu, UEFA Temyiz Kurulu, CAS ve İsviçre Federal Mahkemesi kararıyla sabit olunmuştur” diyor.
Lakin bunlara rağmen Türkiye Futbol Federasyonu’nun ‘şike yoktur’ kararını ekledi.
Bu çarpıklığı ortaya koyarken, ”Trabzonspor Kulübü’nün UEFA ve FİFA’ya başvurmasıyla başlayan ve halen devam etmekte olan soruşturmanın temeli budur” diye cümleyi bağladı.
Altını özellikle çizmek istediğim sözü de, “Suçu affedenler, suç işleyenler kadar sorumludurlar.”
***
Ön sözler içerisinde yer alan bölümün üçüncü sırasında o dönem şike davasında Trabzonspor’u savunan ve şike zanlılarını mahkemede sorularıyla köşeye sıkıştıran hatta bazılarını revire gönderen avukat Nusret Yılmaz’ın imzasıyla 4 sayfalık bir yorum-analiz var.
Öyle güzel anlattı..
Öyle güzel sıraladı ki…
Okudukça insanın tekrar okuyası geliyor.
Türk futbolunu düşürdükleri duruma da acıyası geliyor insanın..
Hele bir tespiti var, üstüne roman bile yazılır.
Diyorki; Şike öyle boyuttaydı ki; şike zanlıların kullandıkları şifreli kelimeler ağızlarda yeni bir ‘jargon’ oluşmasına sebep oldu.
Evet evet…
Neydi bunlar…
“Tarla sürmek, taş ocağı, mühendis, kuma, dava, inşaat işçisi, kırmızı kart gören işçi, kahve içme..” gibi..
***
Nefes kesen kitabın diğer can alıcı girişlerinden birini de Sadri Şener yaptı.
Kupası elinden alınan, camiasına dert anlatmaya çalışan, zorla sanık sandalyesine oturtulduğu halde aklanan o dönemin Trabzonspor Kulübü Başkanı..
Yazısı ‘Futbol insan onuruna hizmet etmeli’ diye başlıyor ve uyarıyor; “Güvensizlik, futbolun değerleriyle birlikte spor ekonomisini de etkilemiştir. Ülkemiz spor camiası, yetkili kurumlarıyla birlikte bu güvenin yeniden tesis edilmesinde ivedilikle etkin çalışmalar üretmelidirler.”
Trabzonla ilgili şu cümleleri kullanıyor; “Trabzon futbol olduğu kadar, aynı zamanda önemli bir kültür ve değerler kentidir. Anadolu’da futbolun gururudur. Kazandığı başarılar kentin hudutlarını aşmıştır. ‘Bize heryer Trabzon!’ dünyanın en güzel, en gerçekçi ve dünyaya milyonlarca göç vermiş özlem çeken/çekilen bir kenti yansıtan futbol sloganıdır”
***
Kitaba daha başlamadan harika tespitler, yorumlar ve değerlendirmeler akıcı bir şekilde önünüze konuyor.
Durun!
Daha bitmedi..
Önsöz bu ülkede belkide en fazla şikeden canı yanan teknik direktörü ile tamamlanıyor.
Doğrusu da buydu zaten!
Şenol Güneş, “Sadece adelet” ile başladığı yazısında, “Endüstriyel hal alması, futbolun; oyun gerçeğini ortadan kaldıramamıştır.” ifadesiyle bu gerçeğin Türkiye’de genetiğiyle oynandığını bariz anlatmak istediği ortada..
Stadyumların boş kalması da bunun bir örneğidir.
Uyarılarını sıralarken yine, “Futbolumuz ne yazık ki haklının değil, yalnızca güçlünün her ne pahasına olursa olsun var olduğu bir ortam haline getirildi” ifadelerini kullanıyor.
Ve tekrar ediyor;
“..hala umut kırıntılarım var”
***
Nefes almadan buraya kadar geliyorsunuz.
Daha da ileri gidip..
İçeriğinden fazlaca bahsetmek isterim lakin; İhsan abi yine kızacak bana..
“Şu heyecanına başlayacağım ha şimdi! Dur bi’” diye basacak azarı..
Biliyorum.
Herşeyin belgelerle karşınıza çıktığı, köşede bucakta, perde arkasında tek bir kırıntının kalmadığı, ‘gerçekten’ daha fazlasını bulacağınız bu eseri okuduğunuzda Nusret Yılmaz’ın bam telimize dokunduğu o cümlesi gibi sıralanacak dilinizde Türk futbolu;
“Futbol ‘ayak oyunu’ değildir. Ayakla oynanan bir oyundur!”
***
Kütüphanenizde kocaman bir yer açın..
Öyleki onlarca yıl orada ışık saçsın.
‘Temiz Futbol’ mücadelesi verenlere de güç versin.