Denizi sıyırıp gelerek insanın yüzünü şamarlayan, ufaktan bir esinti.
Homurdanan bulutlar, yanı başımdaki ağaçların konuştuklarını hisseder gibiyim, tıpkı bir Yoroz eylül’ü gibi...
Dolmuş minibüslerin klakson seslerine irkiliyorum. Atatürk alanından, Ganita’ya sarkıyorum. James Köksal’ı düşlerken, Foto Nimet ablayı arıyorum. İskenderpaşa Cami’sinin avlusunda koklaşıyor beyaz paçalı güvercinler. Merhum Gazeteci-Yazar Zeyad Nemli’nin "Kırmızı Paçalı Güvercin’’ adlı hikayesi düşüyor aklıma. Taş duvarlar arasından, Arnavut taşlı sokaktan İtalyan Santa Maria Kilisesi’ne doğru iniyorum. Eski bahçeli evler nerede ki? Suratsız apartmanları görüyorum.
Ressamlarından; Abit Güner ve Ceyhan Murathanoğlu ağabeyin tuvale vurduğu fırçasını dinliyorum, pencerelerinin altından geçerken… Düşler sokağından geçip, merdivenlerden ağır ağır inerken, demir kapının aralığından ürkek ürkek bakan, kilisenin papazına başımı eğerek, inceden bir selam verip geçip gidiyorum.
*
Trabzon’un en güzel yerlerinden biri olan; şehrin her iki limanı, batı ve doğusundaki küçük ve büyük limanını gören, denizin içine burnunu sokmuş! büyük dik bir kayalığın üzerine kurulu silahlı kuvvetlere ait Kalepark’ın salonunda ve bahçesinde yapılan o kültür ve kalite kokan kır düğünleri aranıyor artık. Sivil ailelerinde çoluk, çocuğuyla o yıllarda park olarak kullandığı Kalepark sivillere de artık kapalı ve açılmasını da bekliyor bu kentin insanları!
Sahilden işte o Kalepark’ın surlarına tırmanmadan, deniz kıyısında gece, gündüz lastikli siyah donla yüzenlerin, Tombul Kaya’dan atlayanların milli sayıldığı bizim uşakları arıyor gözlerim. Boztepe’den bakınca ardımdaki tüneller arı kovanını andırıyor sanki, 1980 öncesi bir mesai bitiminde evlerine giderken, üstten kurşunlanan işçi ve memurları taşıyan o mavi otobüs geliyor aklıma.
Hasır bir iskemleye oturmuş, dalıp gitmişken imarı erezyona uğramış kente doğru; rahmetli söz yazarı Aysel Gürel’in eskiden bu sahilde kumsala bakan bir evi olduğunu hatırlıyorum. Üstü yosun tutmuş kayaların; dibine yapışmış midyeleri çıkarıp, kıyıda ateş yakarak teneke üstünde kızartıp, nar gibi olunca! mideye indirdiğimiz günler geliyor aklıma. Aslında bütün gün burada oturmak bir çay, yanında bir de sarma sigara yakayım, batarken yakalayacağımız kızıl güneşi, başka bir gün yakalayamayabiliriz diyorum.
Gözümün önünden geçiyor rahmetli üstatlar ile bizim insanlarımız! Trabzon meydanında turlayan; Mahmut Goloğlu, Kaptan Sebahattin, Zeyad Nemli, Özkan Sümer, Orhan Kaynar, Tahtabacak Muzaffer, Harun Kırman, Şapkalı Hadiye, Akrep Celal, Haçkalı Hoca, Hasan İzzettin Dinamo, Celalettin Algan, Deli Musa, Godik Ömer, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Başbakan Hasan Saka, Ahmet Şener, Ali Haydar Özak, Suavi Kaptan, Hüseyin Albayrak, Kenan Oltan, Kemal Dursun, Ali Osman Ulusoy, Hikmet Aksoy, Barbon Ziya, Hasan Polat, Zekeriya Bali, Taka Naci, Şükrü Güngör Köleoğlu, Cansız Hoca, Ford Osman, Sebahat Ülker Hoca, Hayri Gür, Ali Kalkanoğlu, Nimet Abla, Dinyakos Salih Baba, Tatlıcı Salim, Cambaz Kemal, Kaplan Dayı, Cemil Bulak, Kolcu Hasan, Ali Başkan, Ziganoylu Cemile Cevher, Hafız Türkan Demirsoy, Mehmet Tan, Vasfiye Hoca Hanım, Burhan Agah Özak, Topal Hakim Ergüney, Gezgin Ruhsan Koç, Koreli Hüseyin Hayali, Deli Süreyya, Mustafa Gedik, James Köksal, Kont Fahrettin, Cüce Agah Efendi, Hafız Aşık Zehra, İmam Ali Aktaş ile Dozer Cemil ve de daha daha niceleri. Adları saymakla, yazmakla inanın bitmez. Hepsine saygı göstermeden geçilir mi?
Yıllar yıllar önce; Gürcistan topraklarından sürgüne Trabzon’a kaçmak zorunda kalan, 1991’de Kemerkaya Mahallesi’ndeki mezarı aynı yerde açılıp kemikleri çıkartılan ve Gürcistan’a gönderilip orada anıt mezarı yapılan; Gürcü Kralı 2. Solomon’un yaptırdığı 650 yıllık gibi önemli bir geçmişi olan St.Gregory Kilisesi’ni yerinde arıyorum, bulamıyorum. Dinamitle uçurmuşlar tarihini!
Eylül ve ekim’dedir, Trabzon’da palamut, hamsi ile çinakop, kızılcıklar ile bıldırcın sürüleri… Keşke yağmuru yemeseydi, karşı bahçede ender kalan, maranzul ile patlıcan inciri ile kokulu üzüm salkımları, kentsel dönüşüm projesiyle tek tek kayboluyorlar, Çömlekçi, Kuzgundere, Hacıkasım ve Yenicuma Mahalleri gibi… Viyadük oldu, yol oldu, tünel oldu çocukluğunuz, çocukluğumuz, genç kızlığımız, delikanlılığımız! Yırtık Ali’nin kahvehanesi hatıralarda kaldı artık, Cumhuriyet Bakkalı ile Hacıkasım Fırını gibi. Rahmetli Muhtar Metin’in;Kuzgundere’deki kahvesinin ortasında, karlı bir kış günü cayır cayır yanan kızarmış sobasının etrafında oturdunuz mu hiç?
Yeşilçam’ın Trabzonlularından Cilali İbo, Mehtap Ar, Tanju Gürsu, Mine Soley, Hayati Hamzaoğlu, Müjde Ar, Hüseyin Avni Danyal, Şevket Altuğ ve Ersun Kazançel’i, gayrimüslim Rum ve Ermeni kökenli Trabzon’un sokaklarında doğmuş, büyümüş sanatçılarını da, Kemerkaya’nın Arnavut taşlarının üzerinde bırakıyorum hatıralarıyla.
Meydan Parkı’nın doğu tarafındaki tarihi opera binasını arıyorum, yerinde bulamıyorum.
Bir gecede 50 işçinin katil balyoz darbeleriyle! yıkılmadan önce Sümer Sineması’ydı adı. Önündeki kestanecinin tablasına aşık olurdu insanlar. Ne güzel kokuyordu sinema salonunda film seyrederken pişmiş kestaneler! Sotka’nın taşlıklı, sokak kapısı sarı demir tokmaklı, bahçesinde bakraçlı su kuyusu olan ekonomik ve sosyal yaşamın yıktığı davlumbazlı evleriyle, kaybolan ince uzun, siyah kumsalını, Uzunkum’unu arıyorum Trabzon’un...
Atların sırtında, her iki yanlarındaki sepetlerine de inşaatta kullanmak için kaçak deniz kumu yüklerdiler eskiden Uzunkum’dan, sonra köy yoluna vururdular bu atları, ay ışığında keçi yolu boyunca!
*
Başımı kaldırıp ufka doğru bakıyorum, çığırtkan aç zinoslar geçiyor başımın üstünden.
Islak, nemli sokaklarının rahmetli olmuş efendileri, renkleri; Kolbastı Muhammer, Çolak İbrahim, Sünnetçi Hasan, Patagoz İbrahim, Toto Salih, Fırıncı Rüştü, Pansumancı Osman, Eczacı Salim, Gurban usta, Kravat Nihat, Süslü Melahat, Şişko Kenan, Bayram Ali, Got Temel, Anthony Muzaffer, Berbat Süleyman, Guduk Reyhan, Tellak Kavruk Usta, Terzi Fadime, Aga Kazım, Peştemalcı Binnaz Abla, Hacıkasımlı Terzi Nermin, Er Yaşar, Diplomat Tevfik, Kara Haydar, Sobacı Yılmaz, Jet Cemil, Gırtlak Ahmet, Keski İsmet, Tabakçı Hayri, Kemeraltı’nda Deli Ali, Fatsalı Filiz Abla, gibileri geçiyor gözümün önünden bir an aklıma gelenleri, rahmet ve sevgiyle anarak…
Halen daha gökyüzü yeryüzüne küsmüş gibi, ayam kapalı. Uzunsokak’taki şimdi yerinde yeller esen Kanarya Çay Bahçesi’nin çayını, Rüştü’nün Fırını’nda ekmeğini, Kuyu Restoran’ın yemeğini, Akçay’ın dönerini, Ertuğrul’un peynirlisini, Tatlıcı Salim’in dondurmasını, Kalkanoğlu pilavını, Piknik Aydın’ın yaş pastasını, Eski As Sineması’nın aralığındaki, Ali ustanın tavuk göğsü muhallebisini özlüyor insan. Ramazan ayının pidesini, kaymaklıcısını…
İlk önce Yoroz’un açıklarından görünürdü öfkeli çatlı kaşlı dalgalar; Karayel gösterirdi sert suratını kente doğru. Bazen geçici siklonlar oluşturur, balıkçılar dümen kırardı hızla Faroz’da ki, Küçük Liman’a…
Kayalık Mahallesi’nin ara sokaklarından; üstteki yola doğru birbirine yakın okulların; Trabzon Lisesi, Cumhuriyet Ortaokulu, 24 Şubat ve Cumhuriyet İlkokulu’nun önüne çıkardı, 1970’li yılların ayaklı kantini! tek simitçisi Kavanoz Temel ya da diğer adıyla Got Temel…
O çevrede oturan 1970 sonrasındaki yıllardan itibaren dönemin haylazlarından, hanginiz alçılamadınız kırılan kolunuzu, bacağınızı, doktor yok kadar az iken bu kentte, Faroz’da ki zamanın alaylı ortopedisti! rahmetli Kırıkçı Kadir’e! Yenimahalle Bahçeli Evler’de kim göstermedi şiddetli ağrı yapan dişini, gece yarısı Dişçi Hasan abiye. Yoksa siz Aşık Zehra’dan, dinlemediniz mi Ramazan ayında ilahi ile mukabele.
Güneş; Ayasofya Müzesi’ne selam verdikten sonra, gider batardı ufuktan.
Emperyal Gazinosu’nda, Fuar’da ve Ayasofya Müzesi’nin altında Orkide ve Çağlayan gazinolarından gelirdi çarşamba kadınlar matinesinde, Hacı Osman Tiryaki ağabeyin sol dizinin üstündeki darbuka resitalinin sesi ile merhum kardeşi Selahattin Tiryaki’nin ’’kahverengi gözlerin’’ türküsünün sesi…
Şimdiki; Trabzon Emniyet Müdürlüğü binasının olduğu yer, Trabzon Fuar Alanı’ndaki Hayvanat Bahçesinin olduğu alandı. Bu hayvanat bahçesinde yer alan çeşitli vahşi hayvanların arasında da, bir de kadın vardı; Eftelya… Deniz Kızı kostümü içerisinde deniz kızı diye sergilenen ‘Deniz kızı Eftelya’yı görmek için, meraktan kuyruğa girerlerdi tıka basa.
Resmi bayram günlerimizin gecelerinde; Trabzon sokaklarında iki cemse kamyonun arka kasasına doluşmuş, kamyonun kasasının çevresi havada asılı duran ampüllerle ışıklandırılmış ve ellerindeki çeşitli müzik aletleri olan sazlarla şarkılar, türküler söyleyerek geçen 48. Piyade Tugay Komutanlığı’na ait bando askerlerinin yaptığı eğlenceli, neşeli fener alaylarını dört gözle beklerdik bayram geceleri karanlık çökünce sokağımıza… kızlı,erkekli çocuklar koşardı bu fener alaylarının peşine uzaklaşana kadar, bakardı artlarından balkon ve pencerelere doluşmuş huzurlu insanlar.
Devlet ve Amatör tiyatrolar yeni sezon oyunlarını sahnelerken, begonvil sarmaşığının çiçeklerine çökmüş bal arılarını izliyorum. Hamsi tirolları yanaşıyor limana doğru, Şehir Kulübü’nde demlenenler, tavada sargan ızgara ile yumurtalı ada mezgiti var. Eski Hükümet Konağının karşısındaki bahçeli kahvede otururdu, belinde Barabelli olanlar. Sırtını taş duvara dayamış, kafada beşgen kasket, Siyah ceket, siyah yelek, beyaz gömlek, siyah yeleğin ön cebinde köstekli saat, altta diz üstü bol, aldı dar dibi yandan düğmeli siyah pantol, onunda altında gıcır gıcır parlayan daracık deri çizmeleriyle otururdu, 70’ine merdiven dayamış palabıyıklı Tonyalı bir Ağa. Çıkarırdı cebinden gümüş tabakasını, sarardı kaçak tütünden sigarasını, önünde kahvesi, muhtar çakmağıyla yaktı mı cigarasını, yüzünü kaplayan dumanla, siz hiç seyrettiniz mi bir köşeden tarih kokan o insan manzaralarını? İskele Caddesi’nde bu şehrin misafirleri; Laura, Linda, Roksana ile Roza, kol kola yürüyordu topuklu ayakkabıları ve tüm zarafetleriyle kenar kaldırımdan Uzun sokağa doğru.
Bengisu’da ki çam ağaçlarının dalında şakırdardı birbirlerine nispet yaparcasına Sarı Guduk karatavuklar, nazlı güneş doğarken Polita’nın üstüne.
Kızlar Manastırı; olmuştu artık kentin güney yamacındaki yeni Sumela gibi, şehri selamlıyordu asırlardır şimdi de açılan yeni yüzüyle. Yıldızlı’da Sera Gölü’nde sudan bir metre havaya fırlayan sazan balıkları,‘’Şlaappp’’ diye, suya vurunca irkiliverirdiniz oturduğunuz yerde!
*
Yorgun evinin ahşap cam kenarında oturmuş; Ahmet Selim Teymur’un, Temel Şükrü Doğru’nun omzundan geliyor kemanlarının ve Suat Kurtuldu’nun tamburisinin sesi. Kanunu ağlatıyor dizlerinde Özdemir Hafızoğlu, Bağlamayı okutuyor Hasan Saka ile Turan Topsakal…
Salim Önder, Işık Atakan, Beduh Atakan, Ali İhsan Tunç’un sesi geliyor sanki, sahildeki eski Emperyal Gazinosu’ndan. İskenderpaşa Camisi’nin efsane imamı Cafer hoca’dan dinlediniz mi Kuran’dan bir sure? Trabzon İtfaiyesi’nin şimdiki karargahının! olduğu yerdeki eski fındık fabrikasını hatırlarsınız belki. Bir öğle paydosunda duvarının dibine oturmuş sırtını güneye ve güneşe doğru yaslamış fındık çuvallarıyla boğuşup, yorulmuş bir işçinin şekerleme yapması düşerdi gözlerimizin önüne. Fındık kabukları sobalarda yakılmak için satılırdı çuval içinde, sıra sıra...
Şimdi yerinde yeller esen Kuzgundere’nin at arabacıları, zamanın kamyonetçileriydiler. Atlarını kırbaçlarıyla kişneterek dört nala geçerdiler nal sesleriyle, ıslak nemli sokaklardan Çömlekçi’ye doğru, Aslen Gümüşhaneli olan şimdi Boztepe Mezarlığında yatan Fevri Aga’nın at arabaları!
Aşıklar Parkı’nın önünde; sabahın köründe eski konsolosluk binalarının önünden geçen Kabadayı Arabacı Yusuf’u, Aga Bilal’ı, Hacıkasımlı Köfte Burhan’ı, Bıçakcı Sotkalı Ali Osman’ı, Arafilboyu’na doğru bitirimce yürüyen delikanlı Taşkın ağabeyi hatırlar mısınız? Ya Mıstığı? Ya Kıvırcık Ömer’i!
Uzun sıcak yaz gecelerinde Holamana’da ki tarlalardan gelirdi bostanların o nefis kokusu...
Kavakmeydan’da; Ticaret Lisesi’nin karşısında dış duvarları tuğladan örülmüş çömlek fabrikasını, bu satırları okuyan kaçınız hatırlar. Bir bekçisi vardı; Trabzonlu, sanırım Rum kökenliydi; ismi Dago. Kısa boylu biraz kambur, üstü başı dökük! başında kirli bir şapka, tur atardı fabrikanın etrafında. Victor Hugo’nun ‘’Notre Dame’ın Kamburu’’ kitabındaki baş kahramanı, katedralin çirkin zangocu Quasimodo’ya benzerdi tipi. Çocuktuk onu görünce fabrikanın etrafındaki tütün tarlasında dolaşırken, ‘Dago’ diye bağırır ardından da korkak kaçardık. Siz hiç kaçtınız mı hiç o, Dago’dan? Önce kızdırıp, sonra dört nala kaçmadaysanız ondan, eksik kaldınız demektir!
*
Bu kentin dar sokaklarında; İnci, Sümer, Hisar, Konak, Yıldız, ve Fuar’ın yazlık sinemalarında, gökyüzü yıldız dolu gecelerde siz seyrettiniz mi hiç ‘Üç Arkadaş’ filmini? Memduh Ün’ün 1958 yapımı yönetmenliğinde, Fikret Hakan ve Muhterem Nur ‘un o başrol oynadığı siyah,beyaz o nefis Yeşilçam filmini? Hele de o gece yağmur başlarsa, gözyaşları yağmura karışırdı, kimse anlamazdı ağladığınızı. Bunları yaşadınız mı? Yaşamadıysanız bir yanınız eksik kalmış demektir bu binlerce asırlık yeniden denizine kavuşmaya çalışan kentte!
Kimileri eski aşkını arıyor artık, yeşil bahçelerinde yaş çay ve fındık hasadı gelmeden. Belki görürüm yine onu, salına salına yürürken bu düşleri kırılmış Arnavut taşlı sokaklarda diye! Siyah, beyaz fotoğraflı günleri, siyah karton yapraklarından yapılmış albümde, hatıralarda saklı halen…
Trabzon’u hep yaşamak istediler karlı tepeleri, yeşil ve toprak kokan Trabzon hurması bulunan bahçeleri, Hamsi sürüleri, koyu mavi yosun kokan kıyılarıyla.
Düşümde gördüm dün gece; Soğuksu’daki Atatürk Köşkü’nden;çam ağaçlarının üzerindeki çam sakızlarını koklayarak iniyorum yerdeki kozalakların üstüne basmadan, ellerim ceplerimde, tekme sallıyorum çalı çırpıya ıslık çalarak, bir de türkü de tutturmuşum maziye doğru, duyuyorsunuz değil mi?