Savaşlarla kazanılmış topraklarda 88 yıldır hür kimliğimizle çalışıyor, mücadele ediyoruz. Bayrağımızı gönderlerden, istiklal marşımızı dillerden, maneviyatımızı kalplerden, onurumuzu ve şerefimizi benliklerden eksik etmeden, cumhuriyetimizin ayakta kalması için çırpınıyoruz.
Toprak hassasiyetimiz ve bunun doğal sonucu olan milli hislerimiz gezegenimizde beraber yaşadığımız diğer ülkelerden çok daha fazla bir dışavurumcu seyir izlemektedir. Hele hele terör denilen o lanet şeyin son 30 yıldır ülkemizin başına bir kara bulut gibi çökmesi karşısındaki yek vücut milli hassasiyeti anlamamak mümkün değildir. Ancak sahip olduğumuz öyle iki kutsalımız vardır ki bunlarla ilgili nasıl hareket edeceğimize devletçe henüz karar verememiş durumdayız. Bu kutsallarımızdan biri bayrağımız diğeri istiklal marşımızdır.
Bayrak Kanunumuz çok ince detayları kapsamaktadır. Bayrağın tasarımsal ölçülerinden tutun da elde taşınma şartlarına kadar açıklamalarla doludur bu kanun. Ama ne gariptir ki bayrağımızı daha düne kadar özel günlerin dışında serbestçe kullanamamaktaydık. Amerika gibi kozmopolit bir devin bir bireyi dahi evinin bahçesine ya da giriş kapısına Amerika Birleşik Devletleri Bayrağını rahatlıkla asabilirken, milli duygularını her yerde her konuda eksik etmeyen güzel ülkemin yasaları dünyanın en güzel bayrağı olan bayrağımızı evimizin önünde göndere çekmeyi yasaklıyordu. Yani bayrağımız tanımında olduğu gibi devleti ve milli birliği temsil eden yerlerde sergilenebiliyordu.
Bayrak kanunu olan bir ülkenin milli marşına ait nerede ve nasıl okunması gerektiğini belirten özel bir kanununun bulunmaması ayrıca şaşırtıcıdır. Yani bayrakla ilgili her detaya giren yasalarımız aynı hassasiyeti her okunduğunda tüylerimizi diken diken yapan istiklal marşı için göstermemektedir. Bir başka deyişle istiklal marşımızın her yerde, her an, gelişi güzel okunmasını engelleyecek herhangi bir yasa yoktur. Hal böyle olunca yukarıda bahsettiğim milli hassasiyetlerimiz ve dışavurumcu duygularımız bu kutsalımızı çok kolay sabote edebilmektedir. Bir milli hassasiyette ki bunun en bariz güncel yansıması terör meselesidir, böyle bir meseleyi protesto etmeyi amaçlayan her etkinlikte aklı evvel biri tarafından spontane ve detone istiklal marşı okunmaya başlamakta bu da meseleyi asıl olması gereken hedefinden uzaklaştırmaktadır. Bırakın terörü, her hangi bir başka toplumsal olayda, gecekondu yıkımında, seyyar zabıta kavgasında, yürüyüşte istiklal marşımız gelişi güzel okunmakta ama en acısı da buna uymayanlar cezalandırılmaya çalışılmaktadır. Yani kutsalımız sıradanlaşmaya ve kaba kuvvete alet edilmektedir. Bunu yaşanmış bir örnekle açıklayalım;
En son hain bir saldırı sonucunda şehit verdiğimiz 13 ana kuzusu için yurdun çeşitli yerlerinde protesto gösterileri düzenlendi. Ancak şimdi adını vermeyelim bir kentimizde gerçekleştirilen protesto gösterileri sırasında yine düzensiz bir biçimde aniden istiklal marşı okunmaya başlıyor. O sırada protesto içinde yer almayan ve uzaktaki bir kafeteryanın terasında karşılıklı çay içen bir bay bayan çift, ya duydu ya duymadı, istiklal marşının okunması sırasında ayağa kalkmıyor. Vay sen misin kalkmayan. Bütün göstericiler bu çifte hücum ediyor.
Bir ulusal marş kanunu eksikliği yaşanırken insanların bu kutsal değerimizi bahane ederek güç gösterisine kalkışmasına artık devletin dur demesinin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Günün birinde bir caddede 20 ayrı sivil kişi 20 ayrı istiklal marşı okumaya başlarsa takınılacak tavır ne olacaktır merak etmekteyim. Aynı hassasiyet her 10 Kasım sabahı sirenler çalarken lüks otomobillerin çıstak çıstak seyretmeye devam ettiği ortamda niye gösterilmez ayrıca merak konumdur..