Yeni bir eğitim öğretim yılı daha başlıyor.
Bu meslekten gelen bir insan olarak, geçmişte bu konuda olduça yazı kaleme aldım.
Bu konuda okumaya, farklı sesleri dinlemeye çalışıyorum.
Geçenlerde duyduğum bir cümle, beni tekrar düşünmeye sevk etti ve eğitim sistemi içinde bu kadar çok değişiklik yapılmasının nedenini sonunda anladım; “İz bırakma sendromu” imiş…
Ülkemizde eğitim alanında yapılan değişimlerin çoğu sıralama sonuçlarını sağlamaya dönük.
Sınavları kutsallaştıran, özü değil biçimi değiştirmeyi önceleyen değişimler.
Önceleyen değişimler neyi önemli yaptı?
Ezberi.
Onlarca kez bir gecede sistemler sınavlar değişti, eğitimin (öze) niteliğine katkı vermedi.
Sınavların “sonuçlarını” tartışmak, salt istatistiksel veriler üzerine konuşmak ve dünyayı anlamak yerine sıralama sağlayan “sınavların niteliğine” odaklanmak çıkmaz sokağa götürdü.
Öze değil biçime odaklı değişiklikler (çoğu akşamdan sabaha alınan kararlar) ile Bakanlar, bir iz bırakmak istemişler.
Başlığa çektiğim cümleyi, Atatürk’ün talimatıyla kurulmuş TED okulları başkanı, hemşerimiz (Rize- Fındıklılı) Selçuk Pehivanoğlu’nun konuşmasından aldım.
Bir gecede değişen TOEG vb. sınavları değiştiren Bakanların tek derdi “iz bırakmak”mış.
Ama bıraktıkları ize dair bulgular, orta öğretimde yapılan PİSA ölçümlerinin sonuçlarında mevcut. PİSA sınavları ile elde edilen sonuçların en acı çıktısı;
“okuduğunu anlamayan, ifade edemeyen” bir gençlik, tokat gibi bir gerçek, iz bu işte.
Bu veri ”okuduğunu anlamayan ve anlatamayan kuşakların gelecekte; ezberleri ile baş başa kalacaklarını” ifade ediyor.
Yani şöyle diyebiliriz, Mış (!) gibi yapan eğitimimiz var.
Bu sonuçla, yani ezberle geleceğe yürümek işin en acıklı yanını oluşturuyor.
Çözüm?
Siyaset (karar vericiler) alan açmalı, işin özü; eğitimin özneleri gözden uzak tutulmamalıdır.
Sıralamaya dayalı sınavlar kaldırılmalıdır.
Hazır reçete yerine biraz dünyada olan bitene bakarak karar verilmelidir.
Ölçülebilen sonuçlar üzerinden
“Baktık tüm dünyadaki sistemlere, Türk tipi ....” ile başlayan cümlelerle olmuyor.
Neden mi?
En uzun ders saatleri bizde mi?
Hayır.
Ama biz öyle biliyorduk değil mi?
En uzun günlük ders saatleri bildiğimizin tersine, hesaplama farklılığından dolayı Finlandiya gibi ülkelerdedir. Bizde bir ders saati 40 dakika, onlarda 1 saattir.
Okul yok, eğitim yok.
Kültür insanı Hasan Ali Yücel’in bu konudaki sözü yukarıdan beri söylediklerime ışık tutar niteliktedir; Eğitim sınavdan (sıralamadan) ibaret değildir, asıl eğitim kültürden geçer.
Mış gibi yapmak, mış gibi sistemini can siperhane korumak yerine, eğitimde önceliklerin belirlenmesini gerekiyor.
Bu öngörülemeyen geleceğe, ezberin ötesinde neler taşımalıyız?
Meslek liselerini ne yapacağız?
Köy okullarını?
3-5 fen lisesinden yetişen çocuk mu Türkiye’nin geleceğindeki yüksek teknolojiyi üretecek olanlar?
Ya yurtdışına giden binlerce gencimiz?
1,5 milyon İmam Hatipli gençten bu ülke nasıl yararlanacak?
Gelecekte meslekler yok olacak, yetkinlikler olacak.
Üniversite sıralamasındaki yetersizler, öğretme yetiştirmedeki yetersizlere hiç girmeyeyim.
Ne mi diyorum?
Takdir ve teşekkürlerle dolu karneler, çeşitli disiplinlerin diplomaları değil;
Bu disiplinlerde okuryazarlığı önem kazanacak.
Hangileri mi?
Fen okuryazarlığı, kod okuryazarlığı, finansal okuryazarlık vb…
Neden mi?
“Okuduğunu anlamayan, ifade edemeyen” çocuklarımızın oluşturduğu bu veri “kök sorunu” ifade ediyor da ondan.
Bu nedenle kök sorun bir sisteme (programa) ihtiyacımız olduğunu açıkça göstermektedir.
Sorun finansal değil, sistem sorunudur.
Yeni ders yılında eğitimin öznelerini saygıyla selamlıyorum.