İstanbul Beylikdüzü Belediyesi “Barış ve Sevgi Günleri”nin beşincisindeyim (30 Ağustos-9 Eylül); etkinlik bir festival havasında sürüyor. Konserlerde eğleniyor, kitaplarla ve söyleşilerle öğreniyoruz. “Çardak Altı Sohbetleri”nde bu yıl “eğitim” konusu çok değişik ve ufuk açıcısı boyutları ile konuşuluyor. Eğitimi tüm boyutlarıyla (sistem, köy enstitüleri, edebiyat, sinema, tiyatro, siyaset, ...) her seviyede tartışıldığına hiç tanık olmamıştım. Sektirmeden izledim. Her akşam büyük aydınlanma yaşıyorum.
Her gün söyleşilerde farklı düşüncelere sahip insanlardan aldığım notları kaydederken, birden önüme şöyle bir haber düştü.
“Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Türkiye’nin eğitimde ‘kıyameti koparması’ gerektiğini belirterek “Ortak akıl, ortalama akıldır. Bizim sivri akıllara ihtiyacımız var”.
Dikkat edin sevgili okurlar, bunu diyen Ziya Hoca, son 10 yıldır hızla kamplaşmış, farklılıklara tahammülü olmayan bir toplumda, birbirine karşı baltaları ellerinde olan cephelerden birinden sesleniyor. Değerli bir çıkış yaptı. (Tüm kalbimle bunun gerçek bir yol ayrımının başlangıcı olmasını umuyorum. Eğitim konusunun siyaset üstü bir şekilde ele alınması ve bilimin ışığında şekillendirilmesi kaçınılmaz, yoksa fakirleşeceğiz.)
Eğitimle ilgili lezzetli söyleşilerden aldığım ilginç notlardan bazıları şöyle:
• Bebekler doğumdan yürümeye başlayana kadar ortalama ikiyüz kere düşer kalkarmış. (rakam bana az geldi) Bizim küçük desteklerimiz olsa da olmasa da bütün çocuklar iki yaşına kadar yürümeyi kendileri öğreniyor.
• Evde yapılacak işlerde çocuklara rol vermiyoruz. Versek de erkek ve kız cinsiyet ayrımcılığının tuzağına düşüyoruz. Daha küçük yaşlardan çocukları cinsiyet kalıplarına sokuyoruz.
• Bir çocuk ana sınıfına başladığında onun için bütün “trafik ışıkları” yeşil iken, ilkokula başladığında kırmızıya dönüyor. Okul da çocukların kalıplara girmesine neden oluyor. Makbul vatandaş (kime göre, devlete göre, ortalama akla göre) yetiştiriyoruz.
• Biz yetişkinler öğrenmenin beslendiği ana kaynak olan “deneyimleme”nin, en iyi öğrenme ortamı olan “başarısızlıktan öğrenme”nin önünü tıkamışız; Başarısızlığa izin vermeyerek aslında gerçek hayatta var olan “başa çıkmanın” yolunu kapamışız.
• Çocuklara sorgulama yetisini ancak okumayı sevdirerek verebiliriz. Sorgulamayan çocukların keşif yapmasını nasıl beklersiniz? Keşiflerin yüzlerce deneyin sonunda ortaya çıktığının ne kadar değerli bir tespit olduğunu anımsamakta fayda var.
Bu bir kaç nota baktığımızda görüyoruz ki, ana sorun biz yetişkinlerde. Kendimize ve eşimizi yalan söylemeyecek ve dürüst olacağız, sorun bizde.
Neil deGrasse Tyson (ABD'li ünlü astrofizikçi) : “Problem her zaman büyükler. Çocukların içindeki merakı öldürüyorlar. Sayıca çocuklardan üstünler. Oy verme hakkına sahipler. Kaynaklar onların ellerinde. Bu yüzden benim asıl hedef kitlem yaşça büyük olanlar” diyor.
O zaman nasıl bir eğitim?
Ben de modelin bizden çıkması gerektiğine inananlardanım. Finlandiya eğitim sisteminden yararlanılabiliriz ama transfer edilmesi doğru değildir.
Mevcut okul türlerinin, eğitim müfredatının, medrese tarzı (aktaran-öğreten-belleyen) öğretim modelini artık savunan kaldı mı bilmiyorum.
Yol bellidir. Bilim, akıl, özgür birey, özgür düşünce, araştırmaya deneyimlemeye dayalı bir eğitim sistemi ve YAZILIM’ı tercih edeceğiz. Etmek zorundayız.
Neden mi?
Çünkü biz başımızı kaldırıp bakamıyoruz o kadar uzağa belki ama robotlar çağındayız artık. Geldiler.
Şeklini şemalini konuşmasını bir tarafa koyarsak, robotlar mekanik ve yazılım ile inanılmaz başarı hikâyesi yazıyorlar. Bilgi, bırakın yılı günde ikiye katlanıyor. Bildiğimiz pek çok meslek elimizden ha kaydı ha kayacak. Ders veren öğretmen robotlar, hamburger yapan robotlar, kargo teslimatı yapan robotlar, insansız araçlar (araba, kamyon, uçak, gemi), doktordan daha az hata payıyla teşhis koyan yapay zeka sistemleri, ameliyat yapan robotlar, milyonlarca sayfalık yargıtay kararlarını saniyeler içinde tarayıp hukuki tavsiye veren robotlar...
Yepyeni bir çağın kapısı açıldı, bunu ancak körler görmezden gelebilirler. Biz bu robotların tüketicisi mi olacağız? Bu eğitim sistemiyle ve bu ebeveyn mantığıyla evet. Üreticisi olabilir miyiz? Belki. Eğitim reformu ve toplumsal uyanış ile… Belki.
Son yapılan üniversite sınavında ilk 1000’e giren gençlerimizin büyük çoğunluğunun mühendislik yerine tıp ve hukuk fakültelerini seçmesi, 90’ların 2000’lerin alışkanlığı değil mi? Neden mühendislik değil?
Kaçınılmaz olan gelmektedir.
İnşaata harcadığımız paranın onda birini yazılımcı gençler yetiştirmeye ve teşviklere harcasaydık keşke ama geç mi kaldık derseniz, hayır derim.
Ne yapacağız peki?
Eğitim sistemimizi baştan aşağıya değiştirirken, kod yazmayı taa ana sınıfına kadar indireceğiz. Çünkü bugün okula başlayanlar gerçek hayata atıldıklarında bambaşka bir dünyada kulaç atmaya başlayacaklar. O gün çok farklı bir dünya olacak emin olun. Gelecekte kod yazmayı bilenlerle bilmeyenler arasındaki uçurum giderek artacak.
Meslekler yok olacak. Yeni meslekler doğacak. Ve biz buna hiç ama hiç hazır değiliz.
Çocuklarımızı kalıplara sokmayalım, sorgulayan, analitik düşünen, “farklı” “sivri akıllı” çocuklar yetiştirmektir asıl vatanseverlik.
Konu sistem sorunudur, karar vericilerin kör gözleri dilerim erken açılır.
(Okuma tavsiyesi: Robotların Yükselişi – Martin Ford)