İslam aleminin son yıllardaki en büyük sorunlarından biri devletler arası mezhep temelli siyaset anlayışının etkin kılınmasıdır. Mezhepsel sıkıntılar yeni olmayıp tarihi geçmişi olan meselelerdir. Emevilerle başlayıp devam eden bu mesele bölgede belirli dönemler hariç hep kan ve gözyaşına neden olmuştur. Mezhepsel rekabet ve çatışmalar müslümanların birliğine, beraberliğine dinamit koyan bir hüviyet kazanmıştır. Yaşanan bu anlamsız mücadele İslam alemini karpuzun ikiye bölünmesi gibi dilimlere ayırdı. Bölünmüşlük her defasında dış unsurlara karşı müslümanların zayıf karnını oluşturmuştur. Dışa karşı savunma bütünlüğünü yok etmiştir, savunma refleksini ve argümanlarını güçsüz kılmıştır.
İslam dünyasının paydaşları; bunu bildiği halde kendi ikbal ve geleceklerini, menfaatlerini koruma ve devam ettirme adına mezhepsel dini anlayışı politik malzeme yapmaktan geri durmadılar, durmayacaklardır. Ortadoğu'da ne zaman güçlü bir siyasi oluşum ortaya çıktıysa " Selçuklu, Osmanlı, Türkiye gibi " bu siyasal egemen yapıdan rahatsız olan diğer bölge unsurları güçlü olan egemenleri zayıflatmak ve kendilerini öne çıkabilmek için mezhep argümanını öne alıp kendi saflarını sıkılaştırmaya çalışmışlardır.Tabiki yaşanan ortam nedeniyle düşman unsurlar, İslam alemini karıştırma ve zayıf düşürme adına önemli koz elde etmiştir. Müslümanların dinsel kavgası bölgede çıkarı olan her devletin işine gelmiştir. Bazen mezhep kimliğini öne çıran bu Müslüman ülkeler, dış unsurlarla işbirliğinden de sakınmamışlardır. Neden? Kendi siyasi iktidar ve egemenlikleri için...Kardeş kanının akması, gözyaşı dökülmesi onları hiç rahatsız etmemiştir, etmemektedir.
Mezhepler tarihi incelendiğinde, farklı mezhepleri benimsemiş devletler, süreç içerisinde kıran kırana mücadele içerisinde olmuştur. Bir örnek verecek olursak: 16 yüzyıl içerisinde Osmanlı ve Safevi Türk devletlerinin mücadelesinde; siyasi, ekonomik, askeri kavgada, siyasete alet edilen Sünni, Şii ruhu önemli bir argümandı. İslam dünyasının liderliği mücadelesinde Safeviler bölgedeki egemenlikleri , hakimiyetleri için dini kullanmaktan geri kalmamış, yeri geldiğinde kendi ikballeri için Müslüman kanına girmiş, müslümana yakışmayacak şekilde gayrimüslim devletlerle işbirliğinden çekinmemişlerdir. Tabiki batılı gayrimüslim unsurlar, müslümanların kavgasından büyük memnuniyet duydukları için istenilen desteği vermekten geri durmamışlardır. Bu sayede her iki devlet kardeş kavgası yaşarken Hıristiyanlık alemi yaşanan kavgadan kazanımlar elde ediyorlardı. Hıristiyan alemine karşı müslümanların hali bu mu olmalıydı? Tabiki hayır ! Çok yönlü değerlendirilmesi olan, derinliğine girmediğimiz bu tarihi örnekten hareketle günümüz İslam alemine bakmak gerekir.
Son yıllarda yaşanan mezhepsel kriz ve çatışmalar; Irak'ta, Suriye'de, Filistin'de, Yemen'de, Kafkaslar'da kendini aynen beyan ortaya koymuştur. Şii, Sünni mücadelesi Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi. Batılı emperyalist çeteler yaşanan bu durumu her defasında fırsat olarak kullanmış ve kullanmaya devam etmektedir. Malesef iki yüzlü, riyakar, acımasız mevki makam ve güç delisi sahte müslüman birçok devlet adamı ve avaneleri kendi varlıkları için müslüman halkları amaçlarına kurban ediyor, kan gözyaşı ve sefaletlerine umursamaz bir şekilde görmezden geliyorlar. Bu gibi devlet lider ve yöneticileri; küresel büyük çetelerin oyuncağı, kuklası, maşası durumunda oldukları için bu argümanlarının yarattığı olumsuz sonuçlarından hiç rahatsız olmuyorlar.
Mezhep kavgası İslam dünyasının kaderi değildir. Bu talihsizliği yıkacak bir milad gerekmektedir.İslam dünyasında herşeye rağmen bu kavgayı bitercek bir hamleye ihtiyaç vardır. Hareketin başlaması domino etkisi yaratır ki arkası gelebilir, gelmelidir. Aslında son günlerde bu hareketin başlayabileceğini gösteren önemli bir gelişme yaşanmaktadır. Bu adımın önemini anlamak kavramak ve uygulamak artık İslam dünyası için elzemdir. Dikkatlerden kaçan ama ele alınıp uygulanırsa ve olabilirliği üzerinde çalışılırsa, bu konu önce Türk dünyasında arkasından diğer İslam dünyasında zincirleme etki yapıp mezhep kavgalarının minimize edilmesinde etkili olur diye düşünüyorum.
Nedir bu gözden kaçan, mezhep farklılığına rağmen olabilir konu ?
Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Karabağın bağımsızlığı ve diğer alanlardaki işbirliğini artırmaları...Nasıl yani ? Takdir edersiniz ki; iki ülke Oğuz topluluğunun kardeş iki devleti... Ancak iki devletin mezhebi farklı... Ağabey Sünni Türkiye Cumhuriyeti, kardeş Şii Azerbaycan... Mezhep farklılığına rağmen Karabağ'ın azgın Ermenilerden azat edilmesi sürecinde herşeye rağmen iki ülke kavi olmayı, bir olabilmeyi, dik durabilmeyi, birlikte hareket edebilmeyi hem Türk dünyasına hem de İslam dünyasına yeni kapılar yeni ufuklar açabileceğini göstermişlerdir. İki devletin ortaya koyduğu kardeşlik ve dayanışma, dostluk azmi, ruhu, siyaseti İslam dünyası için mezhepsel kavgalara son verebilme adına önemli ve hayati bir adım olabilir. Bu adım tüm İslam alemi için milat olabilir. Yeni bir başlangıcın kapısını açabilir. Ancak bu hamlenin önce Türkiye ve Azerbaycan tarafından özümsenmesi, güçlü ve kavi kılınması, sonrasında diğer İslam devletleri ile kurulacak diplomatik temaslar, oluşturulacak ortak kurum ve kuruluşların asgari değerlerde birleşebilmesi Ortadoğu'nun kaos, kriz ortamını büyük oranda giderilebilir.
Evrensel ve ulusal politikalar gözönüne alındığında her ne kadar mezhepsel sorunların aşılması zor görünse de sıkıntıları minimize etmek için şu çalışmalar yapılabir.
* Öncelikle İslam ülkeleri yönetimlerinin halklarının huzur ve refah içinde yaşamasına yönelik politikalar geliştirmesi gerekir.Kendi yönetimlerinin değil halkın önceliklerine eğilmeleri gerekir.
* İslam ülkeri arasında siyasal ilişkilerinin geliştirilmesi ve siyasi, dini, kültürel altyapıları etkin hale getirilecek bağlantılar kurulmalıdır.
* İslam devletleri kendi mezheplerini siyaset malzemesi haline getirmekten uzak durmalıdır.
* Ülkelerin din işleri kurumları, İslami ortak değerler üzerinden hareket etmelidir. Farklı fetva ve kararlarlar tartışma yaratmaktan kaçınmalıdır.
* Tarikat vb. yapıların her ülkede sosyal, kültürel, dini yaşam alanları güvence altına alınırken; dini değerleri siyaset malzemesi yapmalarını denetim altında tutmak gereklidir. Devlet, bu grupların hem birbirini rakip gören hem de diğer mezhepleri düşman gösteren, karalayıcı, kötüleyici söylemlerden uzak durulmarı için tedbirler almalıdır.
* Devlet ve mezhep liderleri hasmane tutum ve söylemlerden uzak olmalıdır.
* Ortadoğu'daki kendilerini mezhep temeline dayandıran terör örgütlerine karşı birlikte mücadele etme zemini aranmalıdır.
* Ülkelerin diyanet kurumlarının işbirliği oluşturması ve ayrılıkçı, bozguncu, nifakçı din baronlarına karşı ortak mücadele verilmeleri gerekirlidir. İslam'ı bunların oyuncağı olmaktan kurtarmalıdırlar.
* Her İslam devleti sorumluluk alıp istenen doğrultuda samimi azami gayret içerisinde olmalıdır.
Ne dersek diyelim sonuçta; bütünleşmeyi, kardeşliği, birlikteliği, tek vücut olmayı sağlayacak, adımları atacak olan ülkelerin siyasal kadro ve güçleridir. Bu yolda irade gösterecek yönetimler işbaşında olabilirse özlenen tablo ortaya çıkabilir. Tabiki olması zor bir görünen bir tablo... Aslolan zorluğu aşma yönünde gayret göstermektir. Bu yola revan olmada Türkiye Azerbaycan üzerinden İslam alemine bir model oluşmuştur. Oluşan bu model yapının diğer devletlere sirayet etmesi için yeni adımlar atılmalıdır. İslam dünyasının buna büyük ihtiyacı vardır. Emperyalist güçlerin dayatmalarından, baskılarından, aşağılayıcı tutumlarından, riyakar politikalarından, müslümanları birbirine düşüren iki yüzlü çifte standart siyasetlerinden, zulümkar pençesinde kurtulmak istiyorsak...
2020 yılı her ne kadar zor geçiyorsa da, oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Azerbaycan devletinin farklı iki mezhebe sahip olmalarına rağmen Karabağ'da, Kıbrıs meselesinde, Doğu Akdeniz'de, S-400 krizinde oyun kurucu devletlere rağmen, mezhep farklılığına rağmen ortak hareket edilmesi, birlikteliğin olabileceğini gösteren bir delil ve modeldir. Yeni dünya düzeninde birlikteliğin diğer İslam ülkerine örnek olması dileğiyle...