Bir rüya gördüm:
Osmanlı dönemindeyim.
Betonarme apartmanların yerinde yaprakları rüzgarla dans eden ağaçlar var.
Trabzon sahilinde yürürken semtin adının niçin Uzunkum olduğunu anlıyorum. Öylesine
güzel bir sahil, simsiyah kum güneş ışıklarıyla parlayıp insanın gözünü
kamaştırıyor. Bir an bir şey göremediğimi hissediyorum. Aniden ayağım bir şeye
takılıyor ve yere düşüyorum. Ancak o zaman anlıyorum, yerde duran bir halıya
takılıp üzerine düştüğümü... Rüya bu ya, halı uçan halı. Ayağım yerden kesiliyor, kendimi
hızla yükselirken buluyorum. Şehir bir değişik görünüyor. Her yer dikdörtgen.
Kalekapı’dan geçerken aşağıya bakıyorum; Varlıbaş AVM yok ama dikdörtgen
bahçeli dikdörtgen evler surların dışına bile taşmış. Vilayet binası yerinde
dikdörtgen bir alan var, içinde de bir otağ... Ortahisar da dikdörtgen binalardan
nasibini almış. Meydan da öyle... İskenderpaşa Caminin önünde dikdörtgen bir
meydan, ulu çınar yine çok görkemli... Değirmendere’nin üzerinden Rize
istikametine uçarken artık dikdörtgen parselleri kanıksamaya başlıyorum.
Forum da yerinde yok.
***
Dikdörtgen bir yeşil alan içinden şırıl şırıl bir dere akıyor,
üzerinde dikdörtgen taşlardan yapılmış dikdörtgen bir köprü... Aniden uçan halım alçalmaya başlıyor. Neler oluyor, düşüyoruz; diyorum. Gözüm şimdi üniversitenin olduğu tarafa kayıyor. Daha az bina var ama başka bir
tuhaflık da var. Üniversitenin alanı dikdörtgen değil! Köşelerden bazıları
ötelenmiş, daha çok paralelkenara benziyor!
Uçan halım aniden paralelkenar alana iniş yapıyor. Az sayıdaki binaların
çoğunun da paralelkenar olduğunu o anda anlıyorum. “Allah Allah, niye böyle ki
acaba?” diye içimden geçiyorum.
***
Öyle ya!
Her yer dikdörtgenken, burası niye paralelkenar?
Ve ayrıca burası neresi?
Yürümeye başlıyorum.
Birini görsem hemen soracağım da, ortada kimsecikler yok.
Dedim ya işte, rüya bu!
Aniden paralelkenarın üst köşelerinden birine
büyük bir çekiçle vurmakta olan birini görüyorum... Selam veriyorum. Çok
meşgul olduğu için beni duymuyor. Bir taraftan paralelkenarın üst köşesine
vururken diğer yandan, “Hadi bakalım, dikdörtgen olman lazım, biraz öteye git
bakalım” diyerek söyleniyor.
***
Sesimi yükselterek tekrar selam veriyorum.
Beni görüyor ama söylenmeye devam ediyor: “Paralelkenar olmaz, şimdi olmaz, hadi
git bakalım şu ileri doğru!”
Baktım dinlemiyor, “Yahu Parelel işte, ben yukardan gördüm. Zaten herkes görebilir, niye zorluyorsun?” diye çıkıştım, yok arkadaş dinlemiyor.
“Hayır” diye isyan ediyor.
Ha bir de şunları tekrarlıyor; “Sultan paralel sevmez, bunu dikdörtgen
yapmamız lazım, bana yardım et.”
Kafamı karıştırdı.
Tuhaf davranıyor.
Neyse kendimi toparlayıp sözünü kesiyorum.
***
“İyi de, öyleyse niye paralelkenar
yaptınız burayı?” diye soruyorum.
“Biz aslında paralelkenarı çok severiz ama şimdi
mecburen sevmiyor gibi yapmamız lazım, Sultan yakında gelecek, o dik durmayı
sever, paralelle yamukla işi olmaz” diyerek çekiçle köşeye vurmaya devam
ediyor.
Daha da yaklaşınca, “Biz bu paralelkenarı dikdörtgene benzetirken hadi sen de git ahaliye
Sultan’ın bize söz verdiğini söyle. Yoksa bu paralel vaziyette halimiz duman
olacak” diyor.
“E iyi de böyle vurmaya devam ederseniz kırılacak, paralel
kenardan dikdörtgen olmaz!” diyerek ikna etmeye çalışsam da nafile.
Beni duymuyor bile...
***
O sıra nereden geldiğini anlayamadığım bir
ses;
“tüpçüüüüüüüü” diye bağırdı.
“Haydaaa, bu tüp de nerden çıktı?” diye
düşünürken bu kez yüksek sesli bir kuş cıvıltısı ile uyandım.
“Neler oluyor Allah’ım” derken;
“Abi açıyorsan aç, yoksa gidiyorum ben” diye cırlayan bir ses.
Aniden kendimi atıp kapıya doğru koştum.
Tüpçü İhsan sinirli sinirli bana baktı “Nerdesin abi, elimde tüp ağaç oldum burda” dedi.
Gözlerimi oğuşturarak, “Ah be İhsan uyandırmanın sırası mıydı? Neredeyse rüyanın sonuna gelmiştim”
açıklamasının ardından, “İhsan sence paralelkenardan zorlama dikdörtgen olur mu?” diye sordum.
İhsan, boş tüpü kaptığı gibi söylenerek gitti.
Paralelkenardan dikdörtgen yapma mevzusu da öyle havada kaldı.
Rüya bu...
Hayırdır inşallah!