İsrail askerleri tarafından 31 Mayıs 2010 günü Mavi Marmara gemisine yapılan kanlı baskın dünyanın bir çok yerinde nefretle kınandı, amaçları sadece insani yardım ve yapılan zulümlere tepki amacıyla orada bulunmak olan insanlara maalesef Devlet terörü uygulanmış ve sonucunda da ölümler olmuştur.
İsrail yönetimi için öldürmek yıllardan beri adet haline gelmiştir. İsrail istihbarat servisi ve diğer Güvenlik birimleri de bunu gözünü kırpmadan yerine getiriyor. İncelemeye aldıkları şahıslar hakkında yeterli sonuca ulaşamayacaklarını anladıkları anda, en kestirme yolu yani öldürmeyi seçiyorlar, bu kadar acımasız, ucube ve insanlık dışılar.
İsrail’in alçak saldırısı için fazla söz söylemeye gerek yok ama o tarihte canlı yaşadığım bir olayı aktarmadan geçemeyeceğim. Söz konusu saldırı tarihinde bir spor karşılaşması için Brezilya’da bulunmaktaydım. Bizim takım ile İsrail takımına aynı anda Antrenman saati verildiği için birlikte aynı otobüste yaklaşık 1 saat uzaklıkta bir salona gittik. İsrail Milli takım hocası otobüste yanıma gelerek kafilede yeralan bir sporcusunun Türk asıllı olduğunu ve isminin de Melek olduğunu söyledi. Bunun üzerine Melek isimli sporcuyu yanıma çağırarak sohbete başladık ve dedesinin yıllarca önce Bursa’dan İsrail’e göç ettiğini ve aile bireylerinin zaman zaman Bursa’da bulunan akrabalarını ziyarete gittiğini anlattı, sohbetimiz sonunda kendisine bir yüzünde Türk Bayrağı diğer yüzünde Federasyon amblemi bulunan flamayı verdim. O kadar çok duygulanmıştı ki flamayı alıp bağrına bastı ve defalarca teşekkür ederek ayrıldı. Bu olayı niye anlattım ; Demek ki İsrail’de yaşayan Türkiye’den gitme ve halen Türkiye’yi seven çok sayıda İsrail vatandaşı var, bir şeyler yaparken Türkiye’yi seven bu insanları göz ardı etmeyelim, onlardan faydalanma yollarını arayalım, harekete geçirelim, verecekleri desteklerle Filistin halkı için daha olumlu gelişmeler sağlanabilir.
Tarihçi Arnold Reisman, History News Network adlı internet sitesinde yayınlanan makalesinde, iki Türk diplomatın 15 Mart 1943 ile 23 Mayıs 1944 tarihleri arasında Türkiye’nin Fransa Büyükelçisi Behiç Erkin ile dönemin Marsilya Başkonsolosu Necdet Kent’in liderliğindeki 9 Türk diplomatın, hazırladıkları sahte belgelerle 20 bin Yahudi’yi trenlerin gizli bölümlerinde Türkiye’ye kaçırmayı başardığı anlatıldı. Yani Türk insanı için dili, dini, ırkı, rengi ne olursa olsun insan insandır ve yardıma muhtaç kim se, her zaman İnsan sevgisi ve duygusallık sezileri kuvvetli olan Türk insanı bu yardım talebine koşarak gider, hiçbir zaman geri çevirmez.
Sayın Başbakan Tevratta ki 10 emirden 6 ncısı olan “öldürmeyeceksin” kelimesini Türkçe, İngilizce ve İbranice haykırdı “ You Shall not kill-Lo Tir’tsach” bunda sonuna kadar haklıydı da, madem senin kitabında öldürmek yasak, o zaman neden daha yaşamının baharında olan 19 yaşındaki Lise öğrencisine sayısız kurşunu gözü dönmüş kuduz köpekler gibi sıktınız, şehit ettiğiniz bu gencecik delikanlının Ataları senin dinin den olan insanları hayatları pahasına koruyup Türkiye’ye kaçırmadılar mı ? Yuh size ki binlerce yuh…
Dünyanın bir çok yerinden yapılan hain saldırıya tepkiler gelirken ve sayın Başbakan her zaman ki cesur duruşuyla İsrail’e haddini bildirirken, bizim ABD’de yaşayan ve Türkiye’de hatırı sayılır üyesi bulunan cemaat lideri Fethullah GÜLEN “İsrail’den izin almalıydılar “ şeklinde öyle bir açıklama yaptı ki, bence bu açıklama hükümet ve dini çevrelerde soğuk duş etkisi yaptı, kimse çıkıp ta bir açıklamada bulunamadı sadece Başbakan yardımcısı Bülent ARINÇ “Gülen her zaman olduğu gibi çok haklıydı” şeklinde bir açıklamada bulundu o kadar. Burada Sayın Başbakan ile Başbakan yardımcısının söylemleri arasında farklı düşünceler hakim oluyor , Ülkeyi yönetenler ve muhalefet bu tür olaylarda mutlaka aynı şeyleri konuşmalılar ki, düşmanlarımız birlik içerisinde olduğumuzu anlasınlar,usul de bu olmalıdır.
Aslında ben sayın GÜLEN’e söyledikleri için hiç kızmıyorum, çünkü onu Allah konuşturuyor! içindekileri rahatlıkla dökebiliyor, aslında İsrail için bu tür sözleri söylemesi lazım, yoksa ev sahibesi ABD tarafından sıkıntıya sokulabilir!
İran yıllardan beri, Müslüman ülkeler için en büyük tehdidin İsrail olduğunu tüm Müslüman Ülkelere anlatmaya çalıştı, ama İran’ı dinleyen olmadı, aksine Ülkeyi yönetenler İsrail’le askeri ve silah ticareti anlaşmaları yaptılar, bizim en yakın dostumuz ve ortağımız şimdi o silahlarla bizim insanlarımızı yok ediyor.