Yıllarca kanun hükmündeki kararnamelerle kalbura dönmüş bir anayasanın ta-dil edilmesi kadar doğal bir durum görülmemektedir. Ha gönül isterdi ki bu değişiklik ortak bir irade ile gerçekleşsin. Her parti söyleyeceğini söylesin, derdini anlatsın. Ama bu konuda hangi lider hangisi ile bir araya gelecekti ki? Geçmişte o kadar salvo atıldı ki karşılıklı, şimdi hangi lider bu salvoları unutarak ya da görmezden gelerek ortak bir fikir üzerine anlaşabilecekti? Ama zararı yok, zira referandum dediğimiz olgu bu olum
suz durumun tolere edilmesi değil midir zaten? Binaenaleyh korkuya kapılmanın gereği yoktur. 4 yıl ülkeyi idare etmek üzere siyasi iradeyi seçen halk kendi pozisyonunu belirleyecek anayasayı da oylamış olacaktır.
Bütün medeni ve gelişmiş ülkelerin anayasaları vatandaşını devletin baskısına karşı koruma üzerine yapılandırılmıştır. Yani insan her şeyin üstündedir. Bizim ana-
yasamızın temel görevi ise devleti vatandaşına karşı koruma ve kollamadır. Yani bi-
zimkinde de ana unsur vatandaştır ama biz de ki vatandaş kavramı potansiyel suçlu olgusu üzerine işlenmiştir. Vatandaş suçludur, bölücüdür, vatan hainidir, ikinci sınıftır.
Yani Anayasa devletin paranoya dünyasının bir güvencesidir adeta.
Tapulu malınızın her an çalınabileceği veya elden çıkabileceği korkusunun
mantık içinde elbette yeri yoktur. Ancak haksızca ele geçirdiğiniz malın her an sizden de alınabileceği korkusu doğal bir korkudur. Çünkü sizde olmaması gereken bir şey sizin elinizdedir. Bu büyük ülkeyi havadan mı kazandık ki her an elimizden alınacağı veya bölüneceği korkusu her sözün başında, her referandumda, her seçimin öncesin-de dillendirilip duruyor? Dünyada bir yandan ordusunun büyüklüğü, nüfusunun genç-liği ve sayısal gücü ile övünüp diğer yandan da bölünme korkusunu dillendiren bir başka ülke var mıdır?
Paranoyalarımız Sayın Başbakan’ın göz yaşlarının eleştirilmesine kadar inmiş durumdadır. Ama bunu merkez sağın gerçek sahibi bir partinin genel başkanının ağ-
zından duymak dilimizi ve damağımızı kurutmuştur. Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Hüsamettin CİNDORUK’un hiç yokken Sayın Başbakan’ın gözyaşlarını alaycı bir örnekleme ile ele alması şık olmamıştır. Çünkü geçmişimizde damdan düşmüşlük de vardır. Acaba Sayın CİNDORUK bu eleştiriyi yaparken geçmiş dönemde, ülkemiz ekonomik bir krizin içinde iken dönemin Başbakanı Sayın Tansu ÇİLLER’in bir sivil toplum örgütündeki kürsü konuşması sırasında gözyaşlarına hakim olamamasını u-nuttu mu? Ya da Sayın ÇİLLER’in o ağlaması bazılarını etkilemediği gibi Sayın CİN-DORUK’u da mı etkilememişti? Bizi etkilemişti. Çünkü o bizim genel başkanımızdı.
Referandumlar güzel şeylerdir. Sayın Süleyman DEMİREL’in 12 Eylül Darbesi
sonrasında siyasi yasaktan kurtulup o tozlu meydanlara dönüşünün izahı başka na-
sıl yapılabilir ki? Bunları hiçbir zaman unutmayacağız. Tıpkı o yasakların kaldırılma-
sına “ Evet demeyin evetin rengi mavi Yunan Rengidir. Hayır deyin. Bu eski köhne-miş siyasetçiler artık seçim meydanlarına, siyaset sahnesine dönmesinler” cümlele-rini unutmadığımız gibi.
Galiba Sayın CİNDORUK bu cümleleri de unutmuş gözüküyor. Yoksa “Demok-
rat Parti merkez sağ değil merkezin ta kendisidir” beyanatını neden vermiş olsun ki?